- 598 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşanılaşan Entropi=İttifak=Kültür+Uygarlık= Akan Enerji 2
Yani artık siz o ülkeye girişten önceki "Anibal" değilsiniz. Asya’da bir kasırga kopmuş bu Kasırga, boy soyadıyla önüne ve gücü etkisine aldığı oluşmaları; dinlene, demlene; Anadolu içine dek getirmiştir. Kasırga estiği yerlerin tozunu dumanını kaldırıp kendi bünyesine almadan kasırga olamazdı. Kasırga esmesini sürdürdü ise de Anadolu ve payitaht asıl osilasyon merkezidir. Uzak çevresine gönderdiği salınım eşleyeni, giderekten azalan bir etkisiyle osilasyon merkez üssü hep Anadolu kaynaklı olmuştu.
İmparatorluklar kendi içinde birçok kültür ve uygarlık birleştiricisi oluşla, dev devasa yapılar olduğu unutulmamalıdır. Söz gelimi Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğundan ayrılmıştı. Roma imparatorluğu, Hun, Vizigotlar, Kartaca, Mısır, Helen, Ön Asya, Pers, İyonya, Gordiyon gibi birçok kültürlerin bir ana osilasyon odaklı birleştiriciliği olan bir girişme ve uylaşımdırlar (ittifaktırlar).
Anadolu MS. 1000’li dönemlerde de bir Bizans kültürüdür. Anadolu’daki Bizans kültürü ve Bizans egemenlikçi uygarlığı biraz açarsak; her biri bir, birçok başka alt tepken ittifakı sentezlerin ürünü oluşla girişmedirler. Daha yakın bir büyüteç tutarsak ortaya çıkan Rum, Kürt, Laz, Arap, Ermeni vs. gibi birçok daha ön prototiplerin kendleri de yalın olmayan ittifaklınlar, sentezidirler.
Tarihin asıl sentezci yapıları,imparatorluklardır. İmparatorlukların inşacısı olan yöneten hâkim güç bile bir süre sonrasında egemence olan kendi osilasyon yapısının, kendisi değildirler. Osilasyon referansı sentezin içinde, kendileri gibi kalamazlar. Osilasyon merkezinin süreç ve zamanı, bileşke olan sentezin salınımına doğru, ayar noktalarını kaydırırlar.
İmparatorlukların son dönüşme süreçleri içindeki özellikle şu iki süreci vurgulamak isterim. Birincisi haldeki süren biçimiyle varolan köleliği lanetlemekti. Böylece tarım köleliğini şunu bunu azade edip, köleliği bir başka kılıf ve biçime sokmuştu. Bu da sanayi köleliğiydi.
Sanayi köleliği apayrı bir bilinç şekliydi. Bu bilinç şekli emek ekseninde ve üretimden gelen güç ekseninde örgütlenmeyi ve yöneten sürece gücünüz oranında katılmayı ön görüyordu. Bu ikinci bir özellikti. Şimdiki süreç bu sürecin oluşulması ve aşılması süreciydi. Ulusal süreçler bu ve bu gibi bir yığın dönüşen süreçler üzerine kurulmuştu.
Ulusal süreçler imparatorluk gibi büyük bir tekilliğin, dönüşen çoklaşan kesikli sürekliliği olmakla, yeni sentezlerin de önprototipiydiler. Söz gelimi AB, Birleşmiş milletler gibi ulusal süreç sentezleri, önceki imparatorluklar döneminde süreçleşip kurulamazdılar.
Bugünkü Türk kültürü ve uygarlığı sentezci yapı değildir. İmparatorluk bakiyesi sentezin kendisidir. İttifakı olan özel müessesliği vardır. Bu nedenle Arı bir Rum, Kürt, Arap kültürü de yoktu. Bunlar da şimdiki gibi geçmişte başka alt tepken sentezlerin, bir önceki kültürlerin ürünüdürler. Sümer, uzun süreli bir ittifakı totem kültürler koalisyonunun sosyo toplumsa evrimli ortaklığın uygarlığıdırlar.
Şimdi de “Türk ittifaklı sentezin” içindeki değerler manzumesi bir zaman zemin boyutu oluşla kültürel uygarlıklar ve sosyo ekonomik birlikler girişmesinin mecmuasıdırlar. “Benim” dediğimiz, hiçbir şey süreç içinde bizim değildi. Hem de, her şey bizimdi.
Tıpkı Sümer’in birçok totem (etnik) kültürlü ittifakların ürünü olmalarıyla, üreten tarihin açılımını yapmaları gibi. Özde Anadolu Türk kültürü yapısı bir koluyla, Sümer kültür ve ittifakına, diğer yanıyla Orta Asya kültürlü totem ittifaklarına dayanır. Buna İndüs ve Gök ırmak uygarlığının karışmadığını söylemekse, bir başka abesle iştigaldir.
Unutmayın ki bizler yüzde yüz, geçmiş olsak ta; geçmişten biraz fazlayız. Bizde öyle bir şey var ki bu geçmişimizde yoktur. İşte bizi geçmişten ayıran frekansın güncel bağlaçlı aidiyeti salınımı, budur.
Aklen, ilmen, realite oluşla ve biyolojik, öznel süren devri daim oluşla; genelde bu böyleydi. Türklük: (Göktürk bugünkü Türk değildir. Bugünkü Türk’te de Gök Türklük kadar; Sümerlik, Asurilik, Sasanilik vs. de vardır) adı olmayan, genel manada bir göçerlik Türkmen kültürü oluşla; 1071 sembolizm ekseni ile bu coğrafya içinde bin yılda oluşan, birlikti sentezin kültürüdür. Kasırganın ana unsuru fatihlikti. Fatihlik yerleşirken; zaten yerleşik olanlar da, fatih oldular.
Bu sentezdi ittifakı kültürün tanımı, 1920 ilk kez yalın “TÜRK” adı ile yepyeni bir mana anlamaları duyuşlarla ortaya kondu. Türklük; sentezi olan bu “fark frekansın”, ürünüdür. Bizlerde olan bu yakın öznel ve biyolojik katılımlı kültürel mana anlayışı; Orta Asya’da kalan, uzak sosyolojik tanımlı boy ve soy kültür eşlerimizde, bu fark frekans hiç yoktu.
Kurtuluş savaşı imparatorluk sonrası bakiyenin ulusal Türklük savaşıdır. Adınız Osmanlı da olamazdı çünkü ne sentezleyen yapıydınız ne o sentezleyen yapı ortada kalmıştı. Ölümüşteki diriliği taşımakla siz bambaşka bir şeydiniz. Türklük, Kurtuluş Savaşı ve sonrasının ittifak lığıyla ortaya konan bir kültür ürünü tanımlı lığıdır. Tanımca ortaya konan bu sentezi kavramın ikmali, bitmemiş olup; süreç sel bir oluşmadır.
Millet, sosyal sandanslı imani bir anlama olduğundan, totem eksenlere doğru kayışla parçalayan, ayrışan ve nefret duyguları yaratan kavramdır. Bu nedenle türklük, tüm dünyada olduğu gibi üreten değerler ekseniyle, emek ekseniyle referanslamanın adını alıp; böylece Türk Ulusu kavramı etrafında rezonansa gelinmiştir. Bu nedenle üreten değerleri ve emeği bunların yansıması olan hukuksallığı esas alan ulus ekseni devinmesini esas alan kılmanın ortaklaşmasını yapmak zorundayız. Alt tepken oluşla ne Laz, ne Kürt, ne Türkmen, Ne Arap totemi milletleri vs. dünküler değildirler. Dünden biraz daha fazla olan imparatorluk bakiyesi üretimdirler.
Dünden fazla olan ve dünkü içermelerde bulunmayan bu sentezci üretimin, gündeki aidiyeti bağlacı Türklük bilinç ve öznelliğidir. Milletler üreten yapı da olsalar; ana eksenleri nesep ve iman tanımı üzerine eksenleşen ve bu eksen dışına çatışmacı olan yapıdır. Kurtuluş Savaşı, bu ittifakı oluşmanın doğum dediğimiz miladıdır. Otorite merkezi TBMM osilasyonlu oluşun hukukiliğidir.
Alt tepken oluşuyla hiç bir sonraki ittifak ilkece, kendisinden önceki ittifaka; ne zamanca, ne mekânca, ne katkı kültür girişimleri oluşla genelleşemezler, ayrışamazlar. Ayrıştırma, sürmekte olan tarih felsefeli bilimi, bilmemezlik olup; bir cehaletiliktir. Bu bir yapay güç kavgasıdır.
Olan bütün haksızlıklar ve zulümlerin nedeni, alt tepken kültürlü olmayışınızdan değil; emek değerleri üzerindeki oynanan oyun ve hırsızlıklardan oluşla, sizlerin nazarı dikkatlerinizi bu kabil etnik yaygaralar üzerine yöneltişle, bunun zorunlu yansıması olan yaşantılaşmalardan kaynaklanırdırlar.
Bir ittifakı kültürel yapı, tüm kavgasını; ittifakı hukuk kültürü içinde, eşit yurttaşlık düzlemli ve emek ekseninde birleşişin mücadeleleriyle vermelidir. Tarih temelde sınıf mücadelelerinin tarihidir. Kılıflanmış uyutan, uyuşturan dini imani söylemle; emekleri görmezden, göstermezden gelişleriyle sömürten; görünüşle milleti iman, ırki bir etnik yapı savaşıdırlar!
Asla emek değerinden ve emek mücadelesinden hiç söz edip, emek değerlerinin yanında olmazlar. Emek eksenli hiçbir demokratik, yasal eylemlerin içinde olmazlar. Böyle bir sorunları da olmaz. Hak gasplarının karşısında oluşla yasal ve demokratik eylem içinde olmazlar. Laga luga durum karşısında, imani kalıp sözlerin zikircinli söylem köpürmesi içinde olurlar. Sosyal adınız ne olursa olsun, kültürel sentez üzerinde emek eksenli mücadele içinde dayanışma temsilciliklerimizin bilincini oluşturacağız.
Bizler adımızın imani veya totemi kavramlı aitlik bilinciyle, Angela ya da Aptullah olmasıyla; imani olamanın ötesinde hiçbir değer bulmayız. Emek eksenli üreten değerlerimizle bir anlam ve bir kıymet ifade ederiz. Dünün Seyfullahları üretemez oluşlarıyla, üretim değerleri üzerinde bilinç ve aidiyet ilişkisi oluşturamamaktan ötürü, bugünün Conitullahları olmuşturlar.
Benim Türkmence konuşmam ne kimseyi aç bırakır, ne kimsenin karnını doyurur! Bir emek gücünün, yurttaş olma aidiyeti gücünün zayıflatılması olmaktan ve sürülmeye çanak tutmaktan başak hiç bir işe yaramaz. İnsanlık ala geyiklerin mağarasında yaşadığı geyiklik gururunu, geyiklik şerefini, geyiklik haklarını bırakalı bin yıllar oldu. Şimdi, ittifaklın olanın gururu var. Şimdi ittifakı olan kültürün, üreten kültür dilini konuşmanın şerefi vardır. Ve şimdi ittifakı sentezin hakları vardır. Olgunlaşma süreçleri ile yeni bir ittifaklın oluşana dek bu böyle…
Kavramların kafasını gözünü yarıp, aslı olmayan tekil yalınlıkla, her biri kendi ön ittifakının ürünü olmuş bir önceki yapı harcıyla ortaya çıkan bilmezi iğfal, tarih sel sosyolojik yapıları bir yanılmadırlar. Bu tür yalın yapıları ortaya sürmek, bilimsel olmadığı gibi geniş emek eksenli üreten ve paylaşan kitlelerin yararına bir bilinçlenme de değildir.
Birinci Dünya savaşı sonrasında, Kurtuluş Savaşı ile güncel hararetten demle; "Bu ülkeyi yani Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ittifakı senteze; "Türk" dendi. Çok doğru olarak "Türk" dendi. Türk adı Türkmen adından, ya da Kürt adından veya başka bir addan çağrışıyor yansıma dahi olabilir. Ama Türk adı asla kendisini çağrışan ön kültürün kendisi ya da genelleşmişi olamazdı. Bu eşyanın tabiyatına aykırıdır.
İstiklal Savaşı hararetli idealin içinde emek vardı. Satıhta güncel karmaşık emek eksenli düzenletimleri yapılmış bir yapı devir alınmamıştı. Yeni ittifakı yapının geneli güncel endüstriyel emeğe olabildiğince yabancılaştırılmıştılar. Hatta ulus devletleriyle teminat altına alınan çalışma hayatı ve çalışma barışı bilincine tamamen yabancılaşmıştılar.
Satıh düzenli, satıh düzlemli girişendi emek eksenli birleştiren bilinçten yoksunluk, sosyo toplumsa katılım ve ittifak içinde söz sahibi olmakla süreci temsili gücünüz oranıda yönetir, paylaşır olmanın demokratik hakları dahi yeterince bir vurgu bile edilmemiştiler.
Haklara sahip çıkma, uzun süre imani bir vatan, millet kavramı içinde servet düşmanlığı gibi afaki söylemlerle sindirtilmiştiler. Üretim eksenli aidiyeti değerlerin paylaşımı ve katılımcılığı ve aitlik eksenleşmesi, bir ahlak; bir onur; bir hak sorunu oluşla bu ittifakın içinde iyice bilinç edilmelidirler.
Türke dek mana kavramının içine: imani olmayan ulusçu sosyal anlayışla, emek manalı ve emek üretenliği içinde girişmelidir. Bu tür girişmelerin paylaşış söz sahibi oluşuyla; ittifakın öznel aiti oluşla; konjonktürel kazanımlar içsindirlimelidirler.
UNUTMAYIN Kİ BİR AKIŞ İÇİNDESİNİZ. BU AKIŞ İÇİNDE ZAMAN ZEMN DÜZLEMİNE BAĞLI OLUŞLA KENDİ İÇİNDE AŞAMALAR GİBİ YANSIYAN AİTTİ DÜZENLİLİKLER KURUYORSUNUZ. Bu akış içindeki yeriniz ve aitliğiniz hiçbir zaman burası değildir. Daima geleceğe aitsiniz. Tıpkı şu anda bir Sümer’e göre, bir Selçuklu’ya göre bir Osmanlı’ya göre yepyeni bir gelecekte olduğunuz gibi.
Var oluş bir geçmiş, bir gelecek yaratmak zorundadır ki; geçmişe basarak geleceğe akabilsin. Bu akışta sürüklenmekte olasıdır. Değişip dönüşen geçmiş, her daim entropi biriktirir. Entropi o haliyle bir daha kullanılmaz. Geleceği sürekli enerji düzenlemesi (ittifaklar)şeklinde inşa etmek zorundasınız. Etiğiniz, ittifakı düzenleşimler sosyal dilde karşılığı imanınızdır. Toplumsal işleyişte ittifak ahlakınız, hukukunuz ve üretim biçiminizdir. Süreç bu akışa uygun işledikçe mutlusunuzdur.
Sosyal ve toplumsal yapıların inşası kendi görece özel ve genel bağıntıları içinde; öznel oluşla ittifakı enerji düğümlerini içerirler. İttifakını yaratamayan kültür ve uygarlıklar enerji girişi yapamayan ittifak ve uygarlıklar oluşla, değişen dönüşen ve akan zaman karşısında, uzun sürede tutunamaz olurlar.
Geçmiş kültür ve uygarlıklar entropisini çok biriktirmiş oluşla; seçme ayıklamalar eşliğinde yeni enerji (ittifakı) girdileriyle değişme ve düzenlemelerini yapmış olan, şimdiki kültür ve uygarlıktırlar.
Kültür Ve Uygarlık
Osmanlı’nın kendi iç ve dış şartlarıyla biriktirdiği entropi, yeni bir ittifakın enerji girdili düzenlemesiyle yeni bir ulusal kültür ve uygarlığının da; ister istemez ön şartı olacaktı. Baş edilemez entropi biriktiren çevreler, tüm canlılar için göçme nedenidirler.
Sen at üstünde gelmişsin? Buralı değilsin! Gibi kimi ayrıntı özel durum replikleri akıl ve bilim dışı olmanın ve tarihsel akışçı genel yasa olmamanın, bomboş argümanıdırlar.
Entropi sadece sosyo toplumsa süreçlerden birikmez. Tüm çevre ile birlikte girişen bir zaman akışının sonucudurlar. Çevredeki ormanları birden yok olan bir bağıntı içinde siz; av ve avcılık yapamaz oluşla nasıl yaşamsal olup ta, çevreyle bağıntılı girişme olmanın entropisini üreteceksiniz ki?
Yok, olan orman çevresi size avlak olamazla, yaşamsal olamayışıyla; ormanlık bölgede oluşunuz gibi nasıl bölge belirlemenizin savunmalarını yapacaksınız ki? Bu halde çevrenin kendi kendisine entropi biriktirmesi etrafa egemen olur. Siz böyle çevreye, doğrudan bir ek entropi katkısı sunamazsınız.
Yine buzlarla kaplanan çevrenizde yaşantılaşma ve entropi biriktirme bağıntılarınız orman şartları gibi olmayıp bambaşka bağıntılar üzerinde çevrimlenip kültür oluşla akacaktırlar.
Entropi ile değişme dönüşmeyi bir arada görmek gerekir. Entropi düzensizliğe kayışsa, düzenleme de değişme dönüşme de, bunun kaçınılmazıdırlar. İnsan genel ve özel bağıntılı çevreyle birlikte kültür ve uygarlığını oluştururlar. Belli zaman zemin düzleminin kesikli sürekliliğiyle kültürler sentezinin üretimi olan uygarlıklar; genel ve özel bağıntılı doğal çevresi değişmeden de her bir insan kültür, uygarlıkları da entropi ve değişme dönüşme biriktirirler.
İşte doğal çevresi henüz değişmeden sanki doğal çevre değişimine paralel bir değişme gibi entropi biriktirme işini diğer canlılar pek pek yapamazlar, ya da şimdilik üreten emek yoğunlaşması oluşla yapamamaktadırlar gibidir. Doğal çevre değişmesine paralel olmadan yapılan entropi biriktirmenin aşılması olan aşama aşama değişme dönüşmeyi, insanlar; üretim teknikleri sayesinde yapaktadırlar.
İnsanların araç yapan, üretim teknik teknoloji becerileriyle; bunların kullanım prospektüsü olan anlama öznellikli kültürleri, çevre değişmesi olmadan çevre değişmesi yapışla entropi yaratmaları; grişendi gelişmeci kültür ve uygarlığın koşuludurlar. Yani çevreye fazladan entropi yüklemenin bir adı da kültür ve uygarlığın ta kendisidirler. Şu halde kültür ve uygarlıklar, çevrenin özyineli değişmeleri olmadan da doğaya; insan tarafında entropi yüklerler. Bu entropinin düzenletilmesi gereği, yeni aşamalı kültür ve uygarlıkların ittifakı çözümlemeleri oluşurlar.
İşte kültür ve kültürlerin niteliksel sıçramaları olan uygarlıklar budur. Doğaya, doğal çevreden kaynaklı olmayan bir kendi kültür ve uygarlığının entropisini bindirmektir. Şimdiki halde insana özgüdür. Her uygarlık onlarca kültürleri içerir. Kültürler uygarlığı içeremezler. Bu nedenle uygarlıklar büyük ittifakı özümlenmedirler. Kültürler çok kez uygarlıklar içinde küçük küçük ittifakları sindirir alt düzlemdirler.
Kültürler belli bir noktada başka enstrümantal araçlarla değişme dönüşmesini yapmaya başladıkları anda, nitelik değiştiren uygarlığa dönüşürler. Nitelik değiştiren uygarlık içindeki kültürel süreçler, uygarlık öncesinin inşasıdırlar. Ama yeni sürecin bağıntı ve enstrüman araçlarıyla ancak aktive olabilmektedirler.
İnsanlık totem kültürle yola çıktı. Kültürler ittifakıyla uygarlıkları yarattı. Ve totem kültürler uygarlığın bir kültürü olma sürecine girdiler. Her ulus gibi Türk ulusu da bir alt totem kültürü olmayıp; öncesiyle beraber en son Osmanlı uygarlığından sentezle çözümlenen yeni bir ulusal kültürün ürünüdürler.
Yani uygarlık üzerinde süren kültürler, uygarlık öncesinin o entropik süreçleri değildirler. Söz gelimi tüketim kültürü ve tüketim entropisi, yeni uygarlık döneminde de sürer. Ancak tüketim kültürü nesnesine ulaşmak; erken dönem totemi kültürdeki gibi artık av yapmakla, aynı kültürün totem eşteşi olmanızla ele geçirilmesi olası değildir.
Yeni uygarlık içindeki tüketim nesnesi görece kültüre göre kullanılabilir bir değiştirme değeri olan bir işte çalışıp üretmenizle gerektirilecektir. Ve ürettiğiniz donmuş emeğin, diğerlerinin ürettiği donmuş emeklerle değişimini yapacaksınız. İşte ancak bu zaman içinde kendi emek ürününüzün değişim ve dönüşümü içinde tüketim nesnesi takasına çevirmenizle, tüketim nesnesini ele geçirmeniz olası olmaktadır.
01.01.2014
*Wilson İlkesi: 12. Osmanlı imparatorluğunda Türklerin oturdukları, çoğunluk sağladıkları bölgelerin bağımsızlığının sağlanması, Türk egemenliği altında bulunan diğer uluslara da özerk bir gelişme için tam ve engelsiz bir fırsatın sağlanması, boğazların uluslar arası garanti altında tüm devletlerin ticaret gemilerine açılması.