- 570 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ŞEYTANIN ZİLLERİ
Mavi gökyüzünü kaplayan bir kuş sürüsü. İnsan bedeni kadar büyük gövdeleri, Upuzun kanatları ile gökyüzünü işgal eden bir kuş sürüsü. Uras terasın ortasında ürkmüş bir şekilde gökyüzüne bakıyordu. Daha önce hiç görmediği devasa büyüklükteki bir kuş sürüsüyle karşı karşıyaydı. Terastan çıkıp eve girmek istiyordu fakat her nedense kıpırdayamıyordu. Sanki yere çivilenmiş gibiydi. Kafasını kaldırıp gökyüzüne bakmak istemiyordu çünkü kuşların baktığını hissedeceğini düşünüyordu. Nitekim düşündüğü de oldu. Sürünün başında ki kirli beyaz renginde ki devasa kuş bir anda kafasını Uras’a doğru çevirmişti. Uras korkmuş, eve doğru koşarak gitmek istiyordu ama her nedense koşamıyordu sanki kirli beyaz renginde ki o devasa kuş gözleriyle Urasın hareket etmesini engelliyordu. Kirli beyaz renginde ki kuş rotasını değiştirmiş Uras’ın üzerine doğru hareket ediyordu ve peşini diğer devasa büyüklükteki kuşlar izliyordu. Gökyüzünde görülen o devasa kuşlar yaklaştıkça iyice büyüyordu. Uras hala kıpırdamaya çalışıyor fakat kıpırdayamıyordu. Birden bir ses duydu bu ses ”Uyan” diyordu. Birden her şey karanlığa büründü ve Uras gözlerini açtı. Karşısında Alican’ın kendisini dürttüğünü gördü. Uras bunun sadece bir rüya olduğunu anladı ve yataktan kalkarak her zaman ki gibi elini yüzünü yıkadı, okul üniformasını giydi, çantasını hazırlayıp Alican’ın hazırlanmasını beklemeye koyuldu. Uras ile Alican’ın Aileleri çocukluk dostudur. Aileleri İstanbul da yaşamasına rağmen çocuklarını Eskişehir deki özel bir okulda okutuyorlar dır. Uras ve Alican zengin bir ailenin çocuğudur. Alican daha çok atılgan sosyaldir. Uras ise her gün aynı sesleri, aynı çehreleri görmekten sıkılmış, fazla konuşmayan ciddi birisidir. Alican her sabah Urası uyandırır, Alican erken kalkmasına rağmen en geç kendisi hazırlanır. Yine böyle bir gündür. Uras kapıda Alican’ı bekler. Alican aynanın önünde son rötuşlarını yapar ve kapıda bekleyen Urasdan geç kaldığı için özür diler. Alican ile okulun yolunu tutarlar. Kısa ve sesiz bir yolculuğun ardından okula varırlar. Uras arabadan iner, Alican arabayı park etmek için park alanına doğru ilerler. Uras derin bir nefes alır ve okulda derslere girmek yerine kütüphanede vakit geçirir. Okulun kütüphanesi ıssızdır bunun sebebi de kütüphaneye bakan gizemli, çekirdek gözlü, şişman bir amcadır kendisi hakkında türlü korkunç hikayeler uydurulur. En popüleri ise kendi öz çocuğunun bu okulun kütüphanesinde yanarak ölmesidir. Hikayeye göre çekirdek gözlü amca bundan 10 yıl öncede bu kütüphaneden sorumluymuş. Kitapları çok seven ve sevdirten biriymiş. Gecelere kadar kütüphaneyi düzenlermiş. Bu yüzden eve geç gidermiş ve oğlu hep uyuya kalırmış. Oğlunu sabah sadece uyanıkken görürmüş ve okuluna bırakırmış. Bir gün oğlunun ısrarıyla kütüphaneye götürmüş. Küçük çocuk geç saatlere kadar dayanmaya çalışmış ama uykusuna yenik düşmüş ve uyuya kalmıştır. Çekirdek gözlü amca oğlu üşümesin diye arka taraf da ki masa örtüsünü almaya gitmiş ve döndüğünde ise çocuğunun ortalıklarda olmadığını görmüş ve aniden bir yangın çıkmış raflar kitaplar alev almaya başlamış Çekirdek gözlü amca mecburen dışarı çıkmak zorunda kalmış ve hemen itfaiye’i aramış ama çoktan bina ateşler içinde kalmıştı. İtfaiye yangını söndürdükten sonra ise Kütüphaneden hiç bir ceset çıkmamıştı o günden beri çekirdek gözlü amca her gece kütüphanede kalır kitapları düzenlermiş ve masa örtüsünü oğlunun uyuya kaldığı sandalyeye örtermiş bazıları ise çekirdek gözlü amcanın o olaydan beri hiç kütüphaneden çıkmadığını söyler. Uras bu asılsız hikayelere inanmaz ve her gün kütüphaneye gider. Çekirdek gözlü amca ise hiç bir şey söylemeden Urasın masasına gelir sessiz bir şekilde kahvesini koyar ve işinin başına döner. Uras kütüphaneye yine gelir ve ilk defa çekirdek gözlü amcayı yerinde göremez. Sadece masasının üzerinde eskimiş, cildi yıpranmış, başlığı bile olmayan bir kırmızı kitap vardır. Uras kitabı masanın üzerinden alır ve ağır ağır kendi masasına doğru ilerler oturur ve kulaklığını takıp kitabın ilk sayfasını açar. İlk sayfada mavi bir kalemle ”Menoslar’ın Kitabı 5001” yazar. Uras sayfayı çevirir karşısına kara kalem ile çizilmiş silik bir resim çıkar. Resimde bir metreden daha uzun omuzlara, upuzun bir burna ve bütün vücudunu kaplayan siyah bir pelerinli birini görür. Altında da ”Menos” yazar. Uras biraz ürkmüştür resimli sayfayı çevirir ve her kitabın olduğu gibi bu kitabında hikayesini okumaya başlar. ”Rivayetlere göre Menos ve Griffon diye iki melek varmış. Tanrı, Griffon ve Menos’u Dünyaya insanların ruhlarını almaya gönderirmiş. Menos ve Griffon insanların ruhlarını tanrıya teslim eder ve tekrar Dünyaya dönermiş. Bir gün Tanrı Menos ve Griffon’u yanına çağırmış, kötü ruhları dünyadan temizlemelerini istemiş ve ikisini insan bedenine koyup Dünyaya yollamış. Cinleri ve Şeytani ruhları toplayıp kutsal bir ağaca mühürlemişlerdir. Luana adında son bir Şeytan kalmıştır. Luana kızıl saçlı, kıpkırmızı gözleri, Kan kırmızısı renginde dudakları varmış. Luannayı gören Melekler,Şeytanlar,Ruhlar hepsi Luanın güzelliğine taparmış. Menos da her melek gibi Luannın güzelliğine vurulmuş.Bir gün Ay’ın Dünyayı aydınlatmayı bıraktığı zamanda, ormanın karanlık, sisli derinliklerinde ışık yükselmeye başlamıştı Menos, Griffini (Griffon) uyandırmadan, o koca vücudu kaldırarak ağır, ağır adamlarla ormanın derinlerine, ışığın yükseldiği yere ilerliyordu. Işığa yaklaştıkça, o beyaz ışık sarımsı renk alıyor ve giderek sıcak bir rüzgar esmeye başlıyordu. Çok geçmeden menos alevlerin ortasında, Luana’nın kıpkırmızı gözlerine bakıyordu. Menos dona kalmıştı ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Luana, ani bir hareketle menos’a yaklaştı ve fısıldamaya başladı. Birden bir ses duyuldu. Kuşları yerinden kaçıran, nefesiyle ormanda ki alevleri söndürün bir sesti. Menos’un göz bebekleri birden açıldı bunun sebebi ise Griffin’in ”Hain” diye haykırmasıydı. Menos birden kendisini geri çekmesiyle Luana’nın başı bedeninden ayrılması bir olmuştu. Griffin, Menosun yapamadığını yapmıştı Luanayı öldürmüştü. Griffin, Luanayı mühürlemek için cesedinin yanına gider ve eğilerek elini Luanın bembeyaz tenine koyar ve Luana’nın bedeninden ruhunu çıkartıp taş bir kitaba mühürler. Uras hikayenin satırlarını geçtikçe omuzlarına yük biniyordu. Gözleri yavaşça ağırlaşıyordu artık okumaktan yorulmuştu. Gözlerini açık tutmak için mücadele ediyordu. Masadan kalkıp gitmek ise aklına bile gelmiyordu. Aslında bir masada bile oturduğunun farkında değildi. Elinde ki kitap onu içine çekmiş, kafasında imgeler, resimler belirmeye başlamıştı ilk başta resimler donuktu resimde ki ağaçlar rüzgarın sarsıcı gücünde yavaşça sallanmaya başlamıştı işte resim artık hareket ediyordu rüzgarı artık hissede biliyordu kuşların sesini duya biliyordu kafasını kaldırdığında ise artık masanın yanında oturmuyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.