- 968 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
müze
Ankara’nın sessiz, sakin, sevimli sokaklarından birinde bir evim vardı. Beyaz merdivenli, elma şekeri renginde insanın içine huzur veren güzellikteydi. Bahçemin içi güzel çiçeklere bürünmüş, çiçekler her an beni kokla der gibi yalvarırdı. Bu minik yuvada; Dünyalar güzeli eşim ve iki tane nur topu gibi yavrularımız vardı. Oturduğumuz sokak bir tarihi kent gibiydi. Her yanı sanata ve sanatçıya ilgi duyanlarla doluydu. Bu özelliğinden dolayı yer bir köşede yaşayan bir tarih vardı. Zamanımızın çoğunu buralarda geçiriyorduk. Oturduğumuz sokağın yakınlarında bir müze onun bitişiğinde ise bir tiyatro salonu vardı. Böyle bir mahallede oturduğumuz için evimiz her köşesiyle bir müzeyi andırıyordu.
Bir gün ailece yakınlarda bulunan müzeye bir gezi yapmayı planlamıştık. Hava günlük güneşlikti. Henüz öğle vakti değildi ama havada inanılmaz serinlikte bir rüzgâr esiyordu. Güneş ise bu serin rüzgâra karşı koyarcasına tüm sıcaklığıyla tenimizi okşayıp, bizi ısıtıyordu. Eşim, ben ve çocuklarım son derece heyecanlıydık. Çünkü her seferinde müzede yeni eserler yeni bilgilerle karşılaşıyorduk. Bu müze sokağımıza geldiğinden beri birkaç defa eşim ile birlikte müzede gezmiştik. Fakat çocuklarım ilk defa müzeye gidiyorlardı. Heyecanları yüzlerinden, gözlerinden okunuyordu. Bizi müzeye götüren rüzgâr o kadar tatlı esiyordu ki yol boyunca hiç konuşmadık. Ancak bu tatlı rüzgâr birimizi tatmin etmeyi başaramamış büyük kızımın aklına takılan soru ile tüm sessizlik bozulmuştu. Büyük kızım bana bir süre bakıp durduktan sonra dayanamayıp sordu:” Babacığım müzede neler bulunur?” Yüzümde bir anda tatlı bir tebessüm belirdi. Fazla beklemeden kızımın cevabını verdim;” Müzede neler yok ki, tarihi tabaklar, çanaklar, halılar ve daha fazlası hatta henüz bulunamayanlar bile var…”Ben bunları böyle sıralarken, Küçük kızım şaşkın bir şekilde beni dinliyordu. Ben sözümü bitirince o da söze karıştı:” Baba bu eşyaların sahipleri çok mu zengin böyle bir sürü eşyaları var?”Bu sorunun ardından eşim hemen araya girdi: “Zengin olabilir ama hepsi değil “
dedi ve devam etti ”Ayrıca müzede sıkılacağınızı da düşünmüyorum. Çünkü müzede çok eğlenceli, çok ilginç hatta bir o kadar gizemli şeyler bulabilirsiniz “ dedi. Kızlar bunu duyunca birbirlerine sevinç içinde baktılar bir süre. Ardından bir ağızdan “Daha ne bekliyoruz bir an önce gidelim” diye atıldılar. Bu cevaptan sonra eşim ve ben bir süre tebessüm ettik. Anlaşılan kızlar bundan sonra hep bize müzeye götürecekti. Bu konuşmadan bir süre sonra yolun kenarından kaldırıma çıkarak müzenin kapısının önüne geldir. Bilet kuyruğuna girmeden önce kızlarımı karşıma alıp onuştum.”Kızlar, müzede pek çok ilginç şey bulabilirsiniz. Aklınıza takılan bir şey olursa çekinmeden sorun tamam mı?” Her ikisi de “Tamam “diye cevap verdikten sonra biletleri alıp müze kapısından içeri girdik. İçeri girer girmez tarihi bir koku bizi çepeçevre kuşattı. Önce dillerimizle ardından gözlerimizle en son da tüm benliğimizle oraya bağlandık. Rengârenk resimler, parıl parıl parlayan mücevherler, kültürümüzün ayrı birer güzellikleri olan çinicilik, bakır işlemeciliği ve halı dokumacılığı ile süslenmiş duvarlar bizi adeta geçmişe taşıyordu. Kızlarım bu manzara karşısında öyle büyülenmişti ki, benim ve rehberin “ Haydi ilerleyelim” ikazını bile duymamışlardı. Bizse onları bu tarihi âlemden uyandırmamak için yalnızca ellerinden tutup sürükleyerek gezimize devam ettik. İlk olarak çömlekçilik tarafına bir göz attık. Bir odada usta elinde çömlek yapıyordu. Bu hoş manzara karşısında çocuklarım büyülenmişti. Usta, elindeki hamuru hafifçe sıkarak çömlek hailine getiriyor ardından onu şekilden şekle sokuyordu. Kısa bir süre sonra da çömlek hazır oluyordu. Geriye yalnızca kuruması kalıyordu. İkinci durağımız halı dokuyan kızların yanına gitmek oldu. Gencecik çocuklar nasıl da şevkle çalışıyorlardı. Başta ben olmak üzere hepimiz bu manzaraya hayran kaldık. Hele o ip yumaklarını nasılda şaheser haline getirdiklerini görünce kültürümüzün güzelliğini, zenginliğini daha iyi anlamıştım. Ben böyle düşünce denizinde sürüklenirken, büyük kızımın beni dürterek: “Haydi baba, ilerleyelim demesiyle daldığım düşüncelerden arınarak kendime geldim. Böyle bir -bir buçuk saat kadar etrafı dolaştıktan sonra eve dönmek üzere çıkışa doğru ilerledik. Müzeden çıktıktan sonra bizi çepeçevre saran o tarihi koku bizi bedene bıraktı ancak kalbimizde esmeye devam etti. Kızlarım bana ve eşime teşekkür ettiler. Ardından büyük kızım ileride böyle sanatlarla ilgileneceğini söyledi. Küçük kızım ise böyle güzel sanatlarla ilgileneceğini hatta ünlü olursa kendi adına bir müze yaptıracağını söyledi. Küçük kızım öyle söyleyince bizi bir kahkaha sardı. Çocuklarımla müzeden eve dönerken hepimizin dilinden, kalbinden, ruhundan esen o tarihi rüzgârı hatırladıkça içimizi bir huzur kapladı ve o huzurluk içinde eve döndük.
Kübranur KARAKAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.