Kendime mektuplar (VII)
Bir akşamüstü yola düştü yorgun ayaklarım. Bedenim ayaklarımı takip ediyordu. Nereye mi götürüyordu yol? Ben de bilmiyordum. Ama içimde öyle bir his vardı ki bildiğim bir yerdi gittiğim. Tanıdık bir şeyler görür müyüm diye gözlerim taradı etrafı...
Çam ağaçlarıyla kaplı patika yol uzadıkça uzadı .Bahardı mevsim.Belki de öyle olmasını istiyorum. Güneşin sıcaklığı vuruyordu akşamüstü olmasına rağmen sırtıma. Etrafı papatyalar, dağ karanfilleri, laleler ve daha bindir çiçek renklendiriyordu.Akşamın gizinde yayılan kokuları içime çekerek devam ettim.
Öyle geliyordu ki bu yol uzun sürecekti. Bütün gece yürüdüm. Doğanın sesini duydum bu kez. Tiz sesler… Bazen ağlama sesleri, iç çekmeler, çığlıklar, haykırışlar, bir kadının hıçkırıkları... Bazen de mutluluk sesleri, çocukların gülüşmeleri, annenin çocuğunu çağırması, şarkı söyleyen insanların sesleri, kahkahalar… Bütün bu sesler nereden geliyordu? Ağaçların gövdelerine yaslandım, çiçeklere yaklaşarak dinledim, derenin kenarında oturup ses vermesini bekledim. Ne kadar dikkat kesildiysem de duyamıyordum. Her şey susmuştu. Sessizlik korkutmaya başladı bu defa beni. Ne oluyordu? Neden susmuştu doğa? Neyin yasını tutuyorlardı? Kim üzmüştü ağaçların kovuğunda yaşayan tanrıçaları? Yoksa ben mi gürültü yapmıştım da rahatsız olmuşlardı?
Gecenin koyu sessizliğinde bekledim bir süre. Ayaklarım yine hareketlendi. Tamamen ayaklarım hükmediyordu bedenime. Ya da bana öyle geliyordu. Bir süre sonra yine bir ses. Bu defa ismim kulaklarımda yankılanıyordu, ama hiçbir şey göremiyordum. Bu yolculuğun anlamı neydi?Zihnimide deli sorular...
Bütün gece yürüdüğüm halde yorgunluk hissetmiyordum. Patika yol kıvrılarak devam ediyordu. Bir süre sonra içime bir huzur dolar gibi oldu. Tan ağarmaya başlamıştı ve ben hala dere kenarında oturduğumu fark ettim. Yürüdüğümü zannettiğim zamanlarda hala orada oturuyormuşum. Kalkıp yürüdüm. Derenin kenarında kekikler çiçek açmıştı ve çok güzel kokuyorlardı. Bunlardan çocukluğumda çok toplamıştım. Annem bunları incir kakından yaptığımız garmaç ya da bestel dediğimiz bir tür tatlının içine koyardı. Hem antiseptik özelliğinden dolayı hem de hoş kokusundan dolayı aroma katsın diye...
Bir kaç dal kopardım kekikten. Yürümeye devam ettim büyük bir sabırsızlıkla . Ölesiye merak ediyordum yol nereye götürecek diye, ama tahmin de etmeye başlamıştım. Yol buyunca uzanan dere köyümün deresine ne çok benziyordu. Tek tük evler belirmeye başlamıştı. Taş evler, eski taş evler... Sabah çok erken olduğu için evlerin ahşap pencereleri ve kapıları örtülüydü. Gördüğüm bir yanılsamamıydı yoksa gerçek miydi? Karşımda duran ev bizim evdi. Çocukluğumun evi... Yine yemyeşildi etrafı. Çiçeklerle doluydu. Eve geçmeden bahçemize doğru adımlamıştım. Hep böyle yapardım. ..
Sonra dönüp evin önündeki çeşmeden su içtim. Yüzümü yıkadım. Buz gibiydi su. Sonra ne mi oldu? Ailem birer birer uyanmıştı. Sesler geliyordu. Neşeli sesler. Çocuklar oturmuş sofraya neşeyle kahvaltı ediyorlardı. Ninem ve annem sürekli bir şeyler koyuyorlardı kahvaltı sofrasına. Eskiden bizim köyde yer sofrası kurulurdu . Ninem ocakta ,odun ateşinde o güzelim pişilerinden yapıyordu. Ninem; başlığıyla eski elli kuruşların üzerindeki Türk kadınını anımsatırdı . Yeşil ve siyah zeytin ikisinden de vardı. Ben yeşil zeytini daha çok severdim. Babamın Avasun yaylasından aldığı ve çok sevdiğim salamura keçi peyniri de yerini almıştı. Tabii ki evimizin yanında bulunan tepedeki dedemin arılarından elde edilmiş püren balı. Püren öyle güzel kokar ki, hoş koku bala da geçer. Babam bademleri kırıyordu ve ne kadar sevecenlikle yapıyordu bu işi. Bir de ne göreyim kendimi gördüm sofrada. Hemen dedemin dizinin dibinde oturuyorum. Uzun kumral saçlarımın örgüsünün biri yine çözülmüş. Birazdan annem bunun için azarlayacak . Çünkü hep benim çözdüğümü sanıyordu. Annem henüz gençti ve beyaz bir örtüsü vardı başında. Hep beyaz örterdi. Bu ona öyle bir saflık verirdi ki, iyi kalbini hep hissederdim.
Uzakta durarak mutlulukla kahvaltısını eden ailemi izledim.Ve birazdan günün diğer zamanlarını yaşayacaklardı.ben öyle uzaktan ,dışarıdan seyredecektim yüzümde hüzün bulutlarının gölgesi oynaşırken…
Şimdi anlamıştım tüm çıplaklığıyla ayaklarımın beni nereye götürdüğünü. Biliyorum siz de anladınız. Sesinizi duyar gibiyim koro halinde. Artık çok uzakta kalan duvarların arkasındaki o eski saf çocukluğuna.
gülsüm öztomurcuk
9 ocak 2014 /18.04 manavgat
YORUMLAR
çocukluk
hep gelmesini istediğimiz
ve
yitirdiğimizi bildiğimiz çağ
hüzünlendim
ben de
gittim çocukluğuma
ama
biz fakirdik
bal mal nedir bilmezdik
yarım ekmek içine ya salça ya da sana yağ sürerdik
bir de beyaz peynir
daha doğrusu teneke peyniri
ve
çay
tebriklerimle yeşil düş'lü şairim
maviege
denize sevdalı yürek,
benim çocukluğum güzeldi. biz de fakirdik ama yiyecek konusunda köyde olduğumuz için daha boldu herşey...
ve doğa ,güzellikler her şey yanıbaşımızdaydı.
bu aralar hep çocukluğuma doğru yürüyorum...
saygımla...