MEDİNEYE YOLCULUK (EYVAH ABDULKADİR KAYBOLDU) 2
m_meyra
Tam mescitten içeri girerken nihayet yol arkadaşım Sevda, küçük kızı Şeyma, minik Abdulkadir’i görüyorum. Hep birlikte mescidin içerisine girip ezanın okunmasını bekliyoruz. Çocuklar birlikte olmanın ve güzel bir oyun kurup oymanın tadına varırken biz de Sevda ile sohbet ediyoruz. Nasıl dalmışsak muhabbetin derinliklerine… Birden Sevda hiddetle ayağa kalkıyor,’’ Abdulkadir yok’’ diyor.
Evet, yok! Çocukların yanındaydı ama şimdi yok. Onun da benim de başımızdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Birden şaşkınlıkla nereye bakacağımızı bilemiyoruz. Mescidin içinde bir o yana bir bu yana koşuyoruz, lakin yok. Mescid oldukça kalabalık, bir buçuk yaşındaki Abdulkadir’i bu yoğunluğun içinden ayıklayıp görmek… Of of Allah’ım sanki samanlıkta iğne arıyoruz… Çılgına dönüyoruz. Hangi tarafa dönersek dönelim yok. Mescid üstümüze yıkılıyor sanki. Şeyma annesinin peşinde kardeşi için çırpınıyor ve ağlıyor. Bakıyor arıyor, gözlüyor, gözetliyor. “Abdulkadir abdul kadeşim” diye sesleniyor ancak nafile Abdulkadir onu duymuyor.
Neyse ki ezan okunmaya başlıyor, şimdi saflar tutulup namaza durulacak. İşte şimdi seçim yapma zamanı ya namaz kılacak Abdulkadir’in kaybolmasının daha ciddi sıkıntılarını yaşayacağım ya da namaza durmayıp Abdulkadir’i arayacağım. Düşünüyorum, Allah benim ne yapmamı isterdi. Benim tanıdığım, bildiğim, inandığım Allah, yarattığı hiçbir kulunun kendine zulmetmesini istemez. Beni yaratan Allah rehber edinmem ve kişiliğime yansıtmamı istediği dinin uygulamasını yaparken kolaylıklar sağlar. Benim canımı yakacak bir mevzuda tercihimi belirlerken yaşayacağım sıkıntının boyutunu düşünerek hareket etmemi ister. Öyle ise Allah kendi kendime zulmetmemi istemez. Çünkü ben Abdulkadir’in kaybolmasını göze alamam bir daha bulamaya bilirim, bulursam da saatler sürebilir. Yazar Muhsin Önal Mengüşoğlu’nun dediği gibi ‘’DUA TEŞEBBÜSTÜR’’Abdulkadir’i bulmak istiyorum fakat bir çaba sarf etmiyorum. Diyelim onu bulmak için teşebbüste bulunmuyorum. Sizce teşebbüste bulunmadığım bir vakıada nasıl sonuca ulaşabilirim? Namaz kılmayı tercih etsem en az on dakika geçecek ve dağılan cemaatin oluşturduğu kargaşada Abdulkadir daha çok yitecek, ona ulaşamayabiliriz. Erişsek de saatler sürebilir. Bir buçuk yaşındaki bir çocuk kendini ifade edip anneye ya da babaya varamayacağına göre, bizim ona ulaşmamız lazım. Vakit kaybetmeden. Ne demiştik ‘’KUTSAL TOPRAKLARDA İNSAN’’ adlı yazımızda “kişinin imanı vicdanıdır.” Kendin için istediğini din kardeşin için istemiyorsan iman etmiş sayılmazsın diyen İslam dini, şimdi bana, senin çocuğun kaybolsa ne yapardın diye soruyor. Sevda’nın ızdırabının aynısını çekerdim. İhtimal ki onun kadar metanetli olamayabilirdim. Çağımızın deyimiyle Empati yapmalıyım. Vicdanımda Sevda’nın ağlayan kalbinin sesini duyabilmeliyim. Duyabilmeliyim ki Allah ona iman ettiğimi bilsin ve bana bu durumda yardımcı olsun. Namaz kılmam için bana uzunca bir zaman dilimini atfeden, dinimi kolaylaştırmak ve böylesi ikilemli bir durumda tercih yapabilme imkânını sunan rabbime şükrediyor ve Sevda’nın sesine kulak verip Abdulkadir’i bulmak adına harekete geçiyorum. Farklı yönlere koşuyoruz ama bulamıyoruz. Rabbim bir emri insanlara sunarken hep düzen içerisinde sunar. Yaradan’ın sisteminde uyumsuz hiçbir emir göremiyoruz, ayetinde de dediği gibi:
"Biz her şeyi belirli bir plan uyarınca yarattık:’’( Kamer Suresi 49) Namaz kılarken bizden istediği tek saf olma ve tüm ibadet edenlerin aynı hareketleri yapmasının güzelliği ve kusursuz düzeni, bizim Abdulkadiri bulmamız için kolaylık sağlıyor ve secde anında tüm mescidi boydan boya görebiliyoruz. Çevremize dört gözle bakarken başka istikametlere çehremizi çeviriyoruz. Izdıraplar içinde kıvranırken, duygu bunalımının tam zirvesindeyken Sevda’yla birlikte aynı anda Abdulkadir’i görüyoruz ve derinden bir oh çekiyoruz. Biraz daha geciksek, onu bulduğumuz kapının tam çıkışa yakın yerinde, dışarı çıkması için milimetrik hesaplar kalmış olduğunu fark ediyoruz. Sevda kucaklıyor yavrusunu, bağrına basıp derinden bir oh çekiyor. Anne olmanın en zor yanı… Vicdan… Yavrun için sürekli çarpan bir kalp… Her şeyi unutuyorsun da bu dünyada yavrunun kokusunu ve sevgisini unutmuyorsun. Kaybolan Abdulkadir bana SARAH JIO’nun BÖĞÜRTLEN KIŞI adlı kitabını hatırlattı. Kitapta üç yaşındaki oğlunu kaybeden Vera Ray’dan bahsediyor… Vera Ray 1933 yılının o karlı mayıs akşamında üç yaşındaki oğlu Daniel’ı son kez öptüğünü bilmiyordur. Her ne kadar oğlunu yalnız bırakma düşüncesinden nefret etse de hayatlarını devam ettirmek için çalışmak zorundadır. Tek avuntusu, gün ağardığında küçücük oğluna sarılacak olmasıdır. Ancak Vera geri döndüğünde karşılaştığı manzara, Daniel’ın boş yatağıdır. Bir de karlar içine gömülmüş olan oyuncak ayısı.
Böğürtlen Kışı’nı okurken hıçkırıklara boğuluyor, sanki kitabın kahramanı kendinizmişsiniz gibi yaşıyorsunuz her kelimesini. Kendi çocuklarımı hatırlattı bana, onları kaybetme korkusu yaşadım bir an… Ve kitabı okuduktan sonra onların üzerine daha çok düşer oldum. Böğürtlen Kışı kitabını okurken sonucun ne olacağını hüzünle ve içinde yanan bir sızı ile bekliyorsun. Tıpkı biraz evvel yaşadığımız dram gibi… Birden kendi çocuklarım geliyor aklıma, onları mescidin bir köşesinde bırakmıştım, “beni burada bekleyin Abdulkadir’i arayacağım” demiştim. İçim birden cız etti… Rabbime şükredip kılınan namazın saflarına ikinci rekâtta katılıp namazımı ifa ediyorum. Çocuklarıma kavuşmak için ayağa kalkıp yavrularımın yanına hızla gidiyorum. Onları kaybetmenin nasıl büyük bir yıkım olacağını hissedip sımsıkı sarılıyorum. Bağrıma basıp öpüp kokluyorum. Yavrularımın olmadığı bir hayatı düşünemiyorum.
“Eğer Allah’a şükreder, inanırsanız o sizi niye azaba çarptırsın ki? Hiç şüphesiz Allah, şükre karşılık verir ve her şeyi bilir.”(Nisa Suresi 147)
Biz de bizi Abdulkadire kavuşturduğu için Rabbimize sonsuz şükredip, duamızı kabul buyurduğu için minnetimizi gösteriyoruz.
Ve mescidin avlusunda çocukların hoplaya zıplaya coştukları oyunlarını izleyip huzurun ve mutluluğun tadını çıkarıyoruz.
Akşam namazını kılıp acıkan yavruları doyurmak için yoldaşımızla birlikte azığımızı alıp Kuba Mescidi’nin yanında bulunan parka gidiyoruz. Yemekten sonra oyunlar oynanıyor ve uyku vakti otele dönüyoruz.
Sabah on bir sularında yola çıkıyoruz. Mustafa Bey’in aldığı çıtır çıtır mis gibi kokan simitleri yiyerek Cidde’ye doğru yol alıyoruz.