- 1036 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Aptallık Dersleri
-İnanmak istiyorum.
İnanmayacaksınız. Bir dava sahibi olabilirsiniz yanlışlıkla. Bu sizin suçunuz değil. Tertemiz elbiselerinizle dışarıda yürürken, ahmak bir sürücünün gazabına uğrayıp, kaldırım kenarındaki su birikintisini derinizde hissedebilirsiniz. Suçu başkasına atmak zavallıların işidir. Asıl zavallı, hak paylaşımından korkar. Asıl fakir, malı için ölen zengindir. ‘Mal, canın yongası’ değildir. Biriktirilen her mal, eşya, para, sizin korkularınızdan kaynaklanmaktadır. Borçlarınız, faiziyle yıllarca ödemek zorunda kaldığınız kredileriniz sizin aptallığınızdan kaynaklanıyor. Televizyonu açın. Korkmadan açıyorsanız aptalsınız. Kanalları dolaşın. Hiçbir kaygı hissetmeden dolaşıyorsanız aptalsınız. Reklam izliyorsanız aptalsınız. Tartışma programı izliyorsanız aptalsınız. Reklam yüzdelerindeki banka kredilerini görüp, hâlâ yeniçağın ağalarının kapılarına bir umut sahibi olmak için gidiyorsanız, zavallısınız.
-Nasıl ev sahibi olacağım? Ya araba? Herkesin arabası var. Benimde kıçımı yerden kesecek bir araç lazım.
Mortgage kredileri sizin ruhlarınızı mort edebilmek için kurulan tuzaklardan biri. Kendi paranızı biriktirecek cesareti sizden alan reklamlar, sizin iliğinize kadar içerken, siz yüz metrekare evinizde hapis olacaksınız. BMW, Honda, Ford, Mercedes, Audi, Renault, Fiat asla sizin kıçınızı yerden kesmeyecek. Ruhlarınızı yüceltmenin yollarını aramadan, vücudunuzun pislik merkezini yerden kesme derdindesiniz. Şarkıcılar, yazarlar, politikacılar yalanlarıyla sizi aldatırken, sizin ruhunuza sıçanlar mutlu mesut şehrin en güzel beldelerinde, harika manzaralarında şerbetlerini yudumlayacaklar. Sahilinize, parkınıza, oturacağınız çimlere hücum edecekler. Başkasını suçlayacaksınız. Buna devrimcilik diyeceksiniz. Devrimin gözlerinle gördüğün yerde gerçekleştiğini bilemeyecek aptal olarak, ona buna laf atacaksınız. Devrimin olması gereken, gözlerinizden kaçan yerle hususunda ise sadece şikâyet edip, bahane üreteceksiniz. Bir gün gelecek, şehrin merkezinde kalan mezarlıklardan dolayı şükredeceksiniz atalarınıza. Şehrin tek yeşili, mezarlığın üzerindeki otlar olunca, gerçek devrimi anlayacaksınız.
-Kime inanacağız?
İnanmayacaksınız dedim, aptal mısın tekrarlatıyorsun ikide bir? Siz dava sahiplerinin esiri olurken, dava sahipleri sizin için kılını dahi kıpırdatmayacak. Bir katili hor görürken, bir öğretmeni kutsama yanlışlığına da düşmeyeceksiniz. Öğretmen diye bir şey yok. Siz asla öğrenci olmak için gelmediniz bu dünyaya. Öğrenciler aptaldır, öğretmenleri gibi. Yaşamak için geldiğin bir dünyada öğreneceğin tek şey ölümdür. Ölümü yok sayarsanız, yaşarken birileri size hep öğretecek. Sesini yükselten hiçbir insan, dinlenesi değildir. Sesi yüceltenin sesini kısacaksınız. Bağırırsanız, sesiniz kesilir. Bağırmadan, yaşayarak istediğiniz şeye ancak sahip olabilirsiniz. Ama sahip olma, size inanç vermeyecek. Eğer birilerine güvenme hatasına düşerseniz, siz de bir gün küfretmek zorunda kalacaksınız. Küfür sizi alçaltır. Alçalmak, domalmak yalakaların, putperestlerin işidir. Eğer alçalmak istiyorsanız, rüzgârın yanaklarınızı yaladığı boşluğa alçalabilirsiniz. Ama tapındığınız ilaha bile kendi sözlerinizle inanmayacaksınız. Siz asla bir tanrı değilsiniz. Sizin varlığınız ölümle çarpışacak. Size ölümü verecek birine, kendi sözlerinizle inanmanız, hiçbir şey hissetmediğini sandığınız taşların bile size gülmesine sebep olacaktır.
-Onlar düşmandı, ölmeleri gerekiyordu. Öldüler.
Eğer biri ölürse, onun o an ölümünü engelleyememekten dolayı üzülürseniz, aptallık derecesinde otuz üçüncü seviyeye çıkarsınız. Asla makine değilsiniz. Karakteriniz sizin yaşama kaynağınız. Karakterinizin gerektirdiği gibi yaşarken, bir başkası gibi olmaya çalışırsanız, aptalsınız. Birinin ölümüne sevinirseniz, aptalsınız. Çökmesi gereken bir duvarın altında oturursanız, sizde zarar görürsünüz. Başkasının savaşında taraf tutarsanız, siz de ya düşman ya da dost olursunuz. Asla orta yolu bulamayacaksınız. Bulamadığınız için, içiniz hep sıkılacak. Orta yol yalanını ilk ortaya atanını bulup, boğmayı dahi düşünemeyecek kadar zekânız gerileyecek. Siz birilerine inandıkça, kendinizi hiç geliştiremeyeceksiniz.
-Ya gerçek? Gerçek var mıdır?
Gerçekler… Her bireyin ağzında sakız gibi çiğnediği, artık çenesi yorulup, bağırsaklarına fazlasıyla gaz doldurup, tiksindiği o sakızı avucunuzda tutunuz. Kurusun. Kuruyan her sakız tekrar çiğnenmek için ılık suda biraz bekletilebilir. Gerçeklerin altını azıcık açın. Önemli olan sizin ne söylediğinizdir. Nasıl söylerseniz söyleyin; ister sinirli, ister korkakça, ister delice, gerçek varsa, karşısında kör, sağır rolüne giremezsiniz. Kusura bakmayın kimse ama siz, sakızlarıyla kıllarını alan garipler gibisiniz ki, gerçekleri sadece işinize geldiğinde kullanıyorsunuz.
-Bitti mi?
Biten bir şey varsa, o da sizin sabrınızdır.
-Kendini bir şey mi zannediyorsun? Bilgisiz, boş konuşan birisin. Nasıl olurda bana böyle cevaplar verebildin.
Hiç kimse kapasitesinden fazlasına sahip olamaz. Tecrübe yaşlıların, hırs gençlerin yalanıdır. Yaşamak zaten tecrübe edilmiştir. Hırsında, tecrübenin de geçerli olduğu tek yer, doğum anıdır. Bir kadın doğum anında dünyada var olabilecek hırsların en büyüğüyle ıkınır. Tecrübe, varlığa sebep doğumun bitiş anında sonlanır. Hiçbir tecrübe, yaratma hissiyle yarışamaz. Tecrübe var eder. Fakat insanlar tecrübe yalanını üzerlerine zırh gibi kuşanıp, tüketirler. Asıl tecrübe, yok etmeden var edebilmektedir ve asıl hırs da, aynı paradigmalarla düşünülebilir.
-Bu süslü, karmaşık cümleler sen ancak kendini kandırırsın. Kimse seni dinlemek dahi istemez. Hiçbir şeye inanmıyorsun, peki nasıl olurda yaratıcıya inanıyorsun.
Var edildiğimi bilecek kadar akıllıyım. Beni var eden annemdir. Annemi var eden annesi. Bu bir silsile halinde en başa doğru geriler. Ben anneme inanmıyorum. Annem de annesine. Anneler, annelerine inanmak zorunda değildir. Ancak gerçeğe de inanmıyorum. Annemin beni var ettiği organına artık geri dönemeyişim beni üzüyor. Eğer bu geri dönüş yoksa bir son var demektir. Bir son varsa, bir başlangıç istiyorum. Buna gücüm yoksa bir yaratıcıya da inanma ihtiyacı hissederim.
-Saçmalıyorsun. Açıkça saçmaladığını gizlemek için de edebiyat yapıyorsun.
Ben ünlü bir Rus ya da Fransız yazarı değilim. Ben okuma özürlü bir insanım ve hakkım olan şey, özrümün üzerine gitmek, açıklamak. Tane tane konuşuyorum. Artık hiç olmadığı kadar tane tane konuşuyorum. Aptallar anlatmak için hızlı, anlamak için de çok konuşurlar.
-Gidiyorum ben...
Sıkıldınız mı niye?
-Canım öyle istiyor. Zaten sen ne kadar anlatırsan anlat, aklımda kalan en fazla bir iki cümle oluyor.
Peki. Ama şunu unutmayınız ki, bir dorse dolusu kitap, bir dorse dolusu silahtan daha tehlikelidir.
-He, he…
not: hükümsüzdür.