- 1323 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
BİR YERLİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Her insanın hayatında unutamadığı ilkler vardır. Bazıları için doğal olan şeyler yine bazılarımız için ilktir.
Henüz ortaokula yeni başlamışım. Yine babamın görevi yüzünden şehir şehir göçebe hayatından sonra 10 yıl konaklayacağımız bu küçük Karadeniz şehrindeyiz.. Aslen Karadenizli olmamıza rağmen gurbette doğmam vesilesi ile hayatım hep farklı şehirlerde arkadaş edinme çabasıyla geçmiştir. .Ben hiç buralı olamadım.. Yanlış anlaşılmasın lütfen buralı ne demek diyen çıkabilir içinizde. Bir yerde doğar bir yerde yetişirsiniz ve siz oralısınızdır artık. İşte benim anlatmaya çalıştığım da tam budur.. Ben hiç buralıyım diyemedim. Hiçbir yere tam ait olamadım. Yıllarca beraber okuduğum hiç arkadaşım olamadı. Bir düğün olsa ve ben gitmek istesem babamın ilk lafı kızım akraban değil bir şey değil ne işin var olurdu..
Bu sefer yerleştiğimiz yer sanki cennetten bir köşeydi.
Bir dağın tepesine kurulan site uzaktan bakınca içinizde oraya gitme isteği duyuruyordu. On beş Kilometre alana serpiştirilmiş öbek öbek evler sanki bir birlerine sığınmış gibi yan yana iç içeydi Çevresi iki metre duvar ve üstünde demir tellerle çevrili bu site sanki güzellik abidesiydi. Siteye girdiğinizde önünüze çıkan yollar sanki kaybolma der gibi sizi karşılardı tabelalarla. Hemen kapısı yine demir kapılarla kapalıydı ve bekçiler dönüşümlü olarak bu aslında bir hapishaneden farkı olmayan siteyi koruyorlardı. Hiç unutmam Ramazan ayında iftar zamanı okunan ezanı bizim bekçi amcalar kafalarında ki terekli şapkayı ters çevirerek hemen tepenin üstünde okurdu da öyle oruç bozardı site sakinleri.
Yolların kenarlarında 4-5 metre uzunluğunda kocaman kavak ağaçları rüzgarda sanki üstünüze yıkılacakmış gibi yerlere kadar eğilir ve biz çocukları bu belirsizlik nedense korkuturdu. O yüzden rüzgarlı havalarda dışarı çıkmaz penceremizden sokakta ki bu hengamenin bitmesini beklerdik. Arka tarafına doğru baktığınızda her an ağlamaya hazırmış gibi duran salkım şeklinde çam ağaçları vardı. Aralara serpiştirilen fındık ağaçları hepimizindi.. Büyüdüğünde ilk iş daha doğru dürüst içi dolmadan fındığı toplar bir güzelce mideye indirirdik. Baklavalarımızın içinde ceviz yerine fındık olurdu.. Ağzınıza attığınızda damağınızda hissettiğiniz tatlının tadı içinize mutlulukla doldururdu. Ne yazık ki aradan geçen yıllardan sonra o tadı ne kadar da arasam bulamıyorum
Hemen sitenin dışında yine kenarları duvarlarla örülü bir yol vardı. Yazın ıssız ve kimsesiz görünen bu yol kışın tıklım tıklım olurdu. .Çünkü o yol okulumuzun yoluydu. .Okulumuz da bize özel yani siteye aitti. Öğretmenlerimiz site de otururdu zaten. .Önlüğümüzün bile diğer okullardan farklıydı rengi.
Arada çarşıya gitmek istersek saat 10 da ve öğleden sonra 1 de bir araba kalkardı hemen site kapısından. Bizi ücretsiz olarak götürür ve belli saatte de gelir siteye geri getirirdi..
Plajımız da ayrıydı herkesten. Akşamdan börekler, pastalar, sarmalar hazırlanır herkes arabanın yanına doluşurdu. Tabi eğer yağmur yağmazsa.. O kadar çoktur ki tam akşamdan hazırlanırız yarın denize gideceğiz diye hevesle sabah bir kalkarız yağmur yağıyor.. Hayal kırıklığı omuzlarımıza biner ve bir süre o ağırlığın altında ezilirdik ne yazık ki.
Bir tane bakkalımız vardı. İçinde ne isterseniz vardı. Zaten biz para bilmezdik. Bir şey lazım olduğu zaman annem git ekmek, peynir vs. al derdi orda ki abla da bir deftere yazar her istediğimiz verirdi. Tuhaf olanı herkes ayrı şehirlerden gelen bizim gibi yabancı insanlardı.. Yani bir yerli değillerdi. Güzel memleketimizin her tür insanından görebilirdiniz.
Kimse anahtar taşımazdı üstünde. Çünkü anahtarlar hep kapının üstünde asılı dururdu. Her evin önünde tahtadan masalar vardı. Saat 3 oldu mu bütün yakın komşular ellerinde tabak tepsi masaya gelirlerdi yüzlerinde kocaman tebessümle. Herkes değişik tatlılar ve pasta yapma yarışına girmişti sanki. Biz çocuklar da bol bol nasibimizi alıyorduk bunlardan.. Bizim görevimiz ise bardak unutulduysa ya da tabak
- Koş çocuğum bizim evden al gel olurdu.
Bu nasıl bir güvendi hala şaşarım.
Gider anahtarla kapıyı açar komşunun rafından tabakları bardakları alır usulca yine kapıyı çekerdik gerisin geriye.
Bir şenliktir başlardı. Çaylar içilirken kadınların kimi dedikodu yapar kimi türkü söyler kimi üşenmeden kalkarak oynardı.
Şimdi biliyorum içinizden tam bir peri masalı okuyor izlenimi uyandı değil mi?
Ama işin aslı bu değildi aslında..
Biz o kadar korunmasız yetiştik ki iler de karşılaştığımız kötü insanların karşısında savunmasız bir bebek haline geldik. Her yüzümüze güleni dost sandık.. Bir şey lazım olunca al anahtarı bizim evden al gafletine uyduk ve nice hırsızlıklarla karşı karşıya kaldık..
Biz belki çok güzel temiz yetişmiştik.. Ama gerçek dünya da yaşayanlar hiç de temiz değildi. Onlar bizden daha uyanık daha açıkgözdü.
Evimiz site içerisinde tek katlı bir evdi. Tek katlı diyorum çünkü çoğu evler dörder katlıydı ve o apartman da sekiz aile otururdu. Tek katlı evler birkaç taneydi. Ama o evlerde de karşılıklı aileler otururdu. Bizim de evimizin için de diyebileceğim bir aile ile beraber paylaşırdık o büyük evi. .Bir ses olsa hemen kapılar ı açılır yardım etme telaşı ile kapının zili çalınırdı. .Huzur için de kavga bile edemezdiniz şöyle ağız tadıyla.. Rahatsız etmeme gayreti bile bazen insanları bunaltırdı.
O kadar içli dışlı olmuştuk ki herkes herkesin en küçük sırrını bile bilirdi.. Saat sabah on da sabah kahveleri olurdu annelerimizin Biri kahveyi ocağa sürer ve hey Ayla Hanım, Fatma Hanım vs. kahve yapıyorum koşun derdi genelde. Ve o günkü dedikoduya gömülürlerdi hevesle.
Ben resmen haylaz bir çocuktum. Yerimde duramaz ne kadar yaramazlık varsa yapardım. Kesinlikle kapıdan girmezdim eve. Neden mi? Ya bana kapıyı ört derse annem.. Örtmememin en kesin yolu ben açmadım ki demekti çünkü. Yalandan hiç hoşlanmıyordum ve tek gayem haklı durumunda olmaktı. Haklı olduğum hiçbir konuda bana kimse baş edemezdi.. O yüzden önce cama tırmanır dizlerimi kanatarak sonra ayakkabılarımı iki büklüm çıkarıp elime alır ve eve girerdim. Annem ne kadar tembih etse de kızım yapma bir yerine bir şey olur dese de bu böyle gitti inadımdan hiç vaz geçemedim…
Dedim ya işim gücüm haylazlıktı. Komşuları canından bezdirmiştim. Hemen her gün şikayete gelirlerdi ..
Her evin önünde küçük bir bahçe vardı. Anneciğim boş zamanlarında oraya salatalık, marul, kabak çilek ekerdi. Yetişince de ağızda bir başka tat bırakan lezzetli bu ürünleri toplar bize güzel güzel yemekler yapardı. Ben o kadar yaramaz bir çocuktum ki kendi bahçemiz dururken komşuların bahçesine gizlice girer salatalıkların kimisini yer kimisini şortumun cebine tıkıştırırdım. Bu yetmezmiş gibi zavallı daha tam yetişmemiş kabakları ellerimi kese kese ( ki kabakların dalları sert oluyordu) koparır iki yanlarına taşları sokar göz yapardım bir de çubuk bulur kuyruk yerine tamamlardım ve hayalimde ki inekle sitenin altını üstüne getirirdim. .Bu işleri yaparken tek olduğumu zannetmeyin sakın.. Genelde peşimde sürü halinde diğer komşuların çocukları olurdu. Bahçesini talan ettiğimiz çocuklardan bazıları bazen mızıldanırdı neden sizin bahçeye de girmiyoruz diye. .Ben hemen ela gözlerimde şimşekler çakarak çocuğun üstüne yürür istersen gelme ama bizim bahçeye girenin bacaklarını kırarım biliyorsunuz babam çok sinirli beni bir daha bırakmaz dışarı yalnız kalırsınız derdim. Çocuklar hemen mızıldanmaktan vaz geçerlerdi. .E haklılardı da elebaşı olmadan onca çocuk sünepe sünepe oturmaktan başka ne yapabilirdi ki. Vesselam her akşam kapıya bir komşumuz şikayete gelir bense gardrobun bir köşesine saklanmış vaziyette şikayetçinin gitmesini beklerdim.
Benim yerim gardrobun alt köşesiydi.. Bu sitelerde yatak odaların da boydan boya gardroblar vardı.. Alt katlar genelde yatak yorgan koymak içindi. O yüzden oraya girer rahatça da utanmadan uzanırdım yorganların üzerine ve günün yorgunluğunu atmaya çalışırdım.Her akşam eve gelir gelmez ki bu genelde babamdan beş dakika önce olurdu direk gardrobun içine saklanırdım. Bir taraftan yara bere dizlerimi tükürüğümü elime sürerek iyi etmeye çalışır bir yandan da babamın kapıyı çalacağı anı kollardım yüreğim ağzımda. Mutlaka iş yerinde biri şikayet etmiş olurdu beni ne hikmetse.. Sanki babamın bir sürü kulağı vardı ve ne yaparsam hemen duyuyordu.. İlk iş gardrobun olduğu yatak odasına gelir elinde de her zaman ki oklava ile eline vurarak şırak şırak ettirir ve yüreğimi ayağa kaldırırdı. Annem de peşinden tabi.
Babam büyük bir öfke ile ;
- Hanım bizim kız nerde derdi.
Gözlerim korkuyla bir kat daha irileşir kendi kendimden saklanmak ister gibi iyice büzülürdüm bulunduğum köşeye.
-Bak hanım o kızına söyle canıma yetti artık her gün şikayet olmaz ki.. Otursun dersini çalışsın .Bilmem ne Beylerin üçüncü katında ki balkonuna çıkmış sevgili kızın ve kadıncağızın ihtimamla büyüttüğü gülü koparmış.. Ah be hanım bizim bahçe gül dolu.. Niye yapıyor bu kızın derdi ne?
Annem daha sakin bir ses tonuyla ve genelde hani çok mutlu insanların konuşması vardır ya dinlerken öyle bir mutluluk gülümsemesi tadı alırsınız. İşte o ses tonunun tınısıyla ;
-Bey Hülya daha gelmedi kapıdadır gelir.. Ben söylerim babası bir daha yapmaz.. Bu seferlik de affet der.
Babam
- Bu kaçıncı hanım her seferinde affediyorum o da yaramazlıklarına devam ediyor der ve bu tiyatro oyunu her gece evimizde tekrar edilir dururdu.. Ben hiç dayak yemedim babamdan.. Şiddet yoktu şükür ki evimizde.. Ama ceza vardı tabi ki.. Televizyon izleyemedim mesela ben büyüyene kadar. Hep cezalıydım ne de olsa..
Babam okumaya karşı çok hassas bir insandı.. Her şeye müsamaha gösteren bu kapı gibi dev adam bir tek zayıf alırsam derslerden resmen canavara dönüşüyordu. Öyle başka babalar gibi kız kısmı okumaz zihniyeti yoktu.. O okumamı çık istiyordu. Kendi daha 7 yaşındayken anneciğini bir taş düşmesi sonucu kaybetmişti .Kadıncağız daha 25’ine varmadan 3 çocuğu bırakıp ahrete göç etmişti.. Babamsa onları büyüteceğim diye zar zor ortaokulu bitirmiş ama dedem onu liseye göndermemişti.. Köy de oldukları için iş güç dolu, geçim kaynakları ise ektikleri ve hayvancılık olunca büyük erkek okula gitse her iş dedeme kalacağından izin vermemişti okumasına.. Bu eksiklik babama öyle oturmuştu ki sonradan dışarıdan liseyi bitirdi.
Bizim evde akşamlar diğer evlere göre çok farklıydı Babam okumaya duyduğu özlemi telafi etmenin en güzel yolunu bulmuştu. Yemekten sonra anneciğim bulaşıkları yıkar ve gelip koltuğuna oturduğunda televizyon kapatılır babam eline kitabını alır ve sesli olarak okumaya başlardı. Hepimiz pür dikkat dinlemeye başlardık.. Arkası yarın gibiydi bu kitap okumalar.. En heyecanlı yerinde babam okumayı bırakır hadi bakalım yatağa sabah okul var derdi.. Biz ne kadar mızıldansak da annemle kabul etmez ertesi akşama kadar bekleyin derdi. İlginçtir el alem eşya derdinde olurdu. Evine bilmem ne modaya çıkmış onu alma telaşına girerken babam kitap taksitine girerdi. Bu yüzden okulda bile hiçbir zaman kütüphaneye gitme gereği duymadım. Bizim evde ansiklopedilerden tutun da her kitap mevcuttu. Bu konuda babacığıma hep müteşekkir olmuşumdur.
Benim en büyük cezam hep okulun ilk döneminde yaşanırdı.. Nedense ilk dönem hep teşekkür alırdım.. Ve babam beni karşısına alır
- Kızım neyin eksik? Her şeyin en iyisini alıyorum.. Neden? Sen oku diye.. Sense haylazlık peşindesin şimdi cezan çık kapının önüne gece 12 kadar orda oturacaksın derdi. Bu aslında benim için her şeyden ağırdı. Arkadaşlarım uzaktan bana bakıp gülüşürler alay ederlerdi.. Kendi kendime yeminler eder bir daha ki sefer taktir getireceğim derdim.. Üşümem bir yana bu gurur kırıcı durum beni çok etkilerdi. İkinci dönem sonunda elimde taktirle eve gelirdim. Babamsa o zaman sadece aferim kızıma derdi o kadar.
- Bir gün babam eve geldi ve Hanım yarın sizi köye götürüyorum hazırlanın dedi..
Köy hiç görmediğim bir yerdi.. Okul kitaplarında resimlerini görmüştüm ama hiç gitmek nasip olmamıştı.. O kadar sevindim ki ertesi gün babam gelene kadar yaramazlık yapmayacağıma söz verdim..
Demek bizimde bir köyümüz vardı.. Ve bende artık bir yerli olabilecektim.
Devam edecek…
Ayvazım DENİZ
YORUMLAR
Ayvazım Deniz
Ayvazım Deniz
güzel bir yolculuktu geriye
insanın akıp giden zamana
bunca şeyi sığdırabilmiş olması
nasıl bir güzellik düşünüyorum da
çocukluğun izlerinde hep çok güzel bir masumiyet
ve muhteşem bir saflık vardır
devamını okumak isteriz
güzel bir yazı olmuş kutluyorum
sevgiyle