AYAZIN ALDIĞI AYAZ
Derler ki isim verirken dikkat edin, güzel isimler koyun çocuklarınıza. Hayatı güzel yaşamış kişilerin, güzel nihayete ermiş insanların ve anlamı ruhunda güzellik barındıran adları tercih edin çocuklarınıza isim seçerken. Sanırım o yüzden, bizim oralarda başından kötü bir şey geçmiş kimselerin isimlerini kolay kolay tercih etmezler, ola ki kaderi de benzer ona diye…
Bu sabah tüm Türkiye acı bir haberle günaydın dedi yeni güne. Öyle bir haberdi ki bu vicdanları kavurdu, yürekleri dağladı adeta. Bir bebekten bahsediyordu televizyondaki spikerler. Minik, masum, günahsız bir melekten. Adı Ayaz olan bir masum yavrudan… herkes yeni güne gözlerini açtığında evlerinde, sıcacık çaylar demlendi erkenden. Belki bazı evlere taze ekmekler alındı. Sıradan bir gündü işte herkes için. Sonra sabah haberleri için televizyonlar açıldı. Gerçi boğazına dizilmediyse o ekmekler kimsenin, elinde kalmadıysa o çay bardağı işte o zaman kötü ya insanlığımızın hali… İşte o zaman sorgulamak gerekir değerli bildiğimiz değer yargılarımızı.
Yıllardır hep Afrika’dan, dünyanın bilmem neresindeki ülkelerden bahsedilir ve birçoğumuz daha ikinci habere geçmeden unutur gideriz oralarda yaşanan açlığı, sefaleti, dramı. Ama şimdi Türkiye’den bir haberle sarsıldık bugün. Evet, uzaktan değil Konya’da yaşanan bir dramdı söz konusu olan. Kendi sonunu daha doğduğu gün kendi adında taşıyan bir bebekten bahsediyorum ben de bugün: Ayaz bebek’ten. Bu masum çocuk, dün gece bir melek oluyor. Adının ölüm şeklinin habercisi olacağını bilmeden geceye gözlerini kapatıyor Ayaz bebek, bir daha açmamak üzere. Annesi dünyadaki tüm anneler gibi yatırıyor bebeğini, sabah uyandırmak üzere. Ama birçok farkla… Annesi bebeğini sobanın yanına yatırıyor ama yanmıyor soba, çünkü kömürleri yok. Annesi bebeğini bir odaya yatırıyor ama camı kırık yatırdığı odanın… Belki de annesi öperek koklayarak yatırıyor kırk günlük bebeğini. Bir emanet misali dokunmaya bile kıyamadığı yavrusuna sarılıyor belki de, son olacağını bilmeden hem de. Sabah adı gibi ayazlı bir güne günaydın demek üzere bırakıyor o masum meleği annesi. Sonra gece yarısı kalkıyor, iki aylık bebeği açlıkla ölüme terk eden annelere inat, çocuğunu doyurmak istiyor kendini bekleyen acı kaderden habersiz anne. Bebeğini uyandırmaya çalışıyor. Hayata tutunabilmesi için bebeğini doyurmak için bebeğinin yanı başına geliyor iyi niyetli kadın. Önce dokunuyor bedenine hareketsiz. Bedeni soğuk.. üşümüştür diye geliyor aklına, hava soğuk, malum kış, oda desen… Oda zaten soğuk. Sonra anlam veremiyor hareketsiz yatan bebeğine. Belki de veriyor ama o tazecik bedene ölümü yakıştıramıyor. Yeniden yeniden kontrol ediyor yavrusunu. İçinde büyük bir endişe. Hala bebeğine sindiremediği ölüm kokusu… belki de bebeğinin bedenini alıyor kucağına, cansız da olsa öpüyor kokluyor defalarca. Umutla beklediği sabahın olmasını bile istemiyor o an. Acaba kaç kez sarsıyor bebeğini uyanır umuduyla? Kaç kez adını söyledi bebeğinin? Ne kadar ağladı minik yavrusunu uyandıramayınca? Neler söyledi elinde ölü bir bedenle sabahı beklerken? Acaba o gece sabaha kadar çaresizliğe ne kadar isyan etti? Peki ya güneş sabah tüm dünyaya doğarken o acılı annenin de dünyasına doğdu mu yine? O annenin yüreğindeki ayaz soğuğuna çare oldu mu doğan güneşin sıcaklığı? Hani umut demekti yeni doğan gün, hani gökyüzünün engin maviliği umudun, hayatın ve özgürlüğün simgesiydi? Ayaz bebek yürürken göklerdeki özgürlüğüne niye kimse sevinemedi o zaman? Ve o acılı anne… Belki de hayatında ilk kez sabahın olmasını istemedi. Ayaz’ını buz gibi bir toprağa emanet edeceğini bildiği için belki de
hayatında ilk kez o geceyi dondurmak ve sonsuza kadar o anda kalmak istedi… Belki de Azrail sorsaydı bana dedi kendi kendine, ona derdim, yavrumu bırak beni al diye…Anlamak zor acılı bir annenin neler hissettiğini. Sorulacak sorular çok fazla. Mukadderat deyip kurtulmak kolay vicdan muhasebesinden. Evet, her nefis ölümü tadacaktır, ama sebebin kuru bir soğuk olması, kırk günlük minik bir meleğin çaresizlik yüzünden hayata gözlerini kapaması ne kadar acı.
İnsanlık mı öldü diyorum kendi kendime? Yoksa Müslümanlık da mı kalmadı artık? Hani hep derler ya Türkiye’nin büyük çoğunluğu Müslüman diye, önce kendi nefsime soruyorum bu mu bizim Müslümanlığımız? Komşusu açken tok yatan bizden değildir, diyen bir peygamberin ümmetiyiz hepimiz.ne acıdır ki komşularımızdan biri bu mevsimde kırk günlük çocuğu ile buz gibi bir odada yatıyor ve bizler bu durumdan bihaberiz. Ne acıdır ki yirmi birinci yüzyılda bir bebek zatürreeden hayata gözlerini kapatıyor ve bizler bunu bir sabah haberlerden öğreniyoruz. Olayın dini boyutunu da bir kenara bırakıp başta kendi insaniyetimi sorguluyorum: İnsanlık dediğimiz değer nerde kaldı? Bir bebek çaresizlik sonucunda hayata gözlerini kapattıysa eğer bence bu faili belli bir cinayettir…
YORUMLAR
İnsanlığın kendini sorgulayacağı konular her geçen gün artıyor; ne tahammül, ne sabır, ne güç, ne mantık, ne din, ne de herhangi bir ideoloji bunu düzeltecek dirayette görünüyor...Bir ömür kaleminiz mutlu yaşasın...