Bir kara böcek
Sıradanım, küçüğüm. Küçük gözlerimle penceremden dünyaya bakıyorum.
Şu an şehrin batısında ana caddeye yakın bir yerde bulunan restorantın caddeye doğru olan pencerenin dibindeki masadayım. Dışarıya doğru bakarken dalıp gidiyorum. Gittikce daha sık dalıyorum. Önemsiz. Bir böcek gibi dolaşıyorum hayatın içinde. Dikkat etmesem ayaklar altında kalabilirim her an.Bu düşünceler aklımdan çıkmıyor.
Sessizce geçiyor hayat. Bazan farkediyorum hayatın akışını. Dünya hem büyük hem küçük, diyesim geliyor.
Bir şey demiyorum.
Şu basit hayatı yaşamak. Benim hayatım hiç de basit değil. Bu hayatı yaşamak. Belki de en zor hayat, basit insanların hayatıdır diye düşünüyorum. Bir yere gidemem. İstediğim yerde olamam. Kalmak zor, kalamıyorum. Küçük insan olduğumdan bir şeye gücüm yetmez. Böyle giderse, bu şehirde sürüne sürüne yok olacağım
ğım. Bu sözcüğü pek sevmiyorum. Karşıtı: yaşamanın da ondan pek farkı yok. Bu düşünceler korkutuyor beni. Hem küçük, hem de korkak bir böcek olduğumu anlıyorum.
Bu şehrin güzelliği çirkinliği beni hiç ilgilendirmedi. Şimdi de ilgilendirmiyor. Bu şehir benim şehrim diyemem. Ben öyle desem de zaten, bu şehir beni kabul etmez. Sokak-larında hüzünlü hüzünlü dolaşıyorum. Ve sonra tek odalı evime atıyorum kendimi. Aklıma hep gelen, şu «ne olacak» sorusundan bıktım. Ama onu unutmanın bir yolunu da bulamadım. Olacak bir şey var mı?
Bu şehirde çok az tanıdığm insan var. Yine de onlarla çok az görüşebiliyorum. Onların bir tür hayalleri var yaşadıkları, farkediyorum bunu. Benim hayal ettiklerim ise, sadece hayal olarak kalacaklar. Biliyorum.
Bunu bir tür anlıyorum.
odamda astığım resimler
kayıyor hep nedense
düzeltemem
duvar dibinde tozlanıyorlar
eskiden kalma bir üşüme var geçmeyen
aklıma gelen şiirlerde
hep bir eksiklik
güneş çıkmadan
çıkamıyorum...
Gidemiyeceğim.
Evet, bir dağ köyünde küçük bahçeli bir evim olmayacak. Bahçeme domatesler dikemeyeceğim. Öyle olsaydı, sabahları uyandığımda, sırtımdaki yükü hissetmeyecek, hafif olacaktım. Bunu biliyorum.
Hayat, sık sık, üzerimden atmak istediğim bir yük olmaktan çıkacaktı. Bir günün akışı sonsuzmuş gibi gelecekti.
Dağlardan, ormanlardan, süzülerek gelen suyun uzun yolculuğu gibi, akıp gidecekti hayat. Suyun yolunda, onun akmasına engel çıkmayacaktı. Su kendi yolunu bulurdu zaten. Dağlarda ormanlarda her tür katılımla tamamlanacaktı uyum. İşte, üzücü, kırıcı, yokedici ve can yoran sorular sorabilecek kimseyle karşılaşmayacaktım. Bunu bilecektim.
Rahat olacaktı yürümek toprak yolda.
dağları seyrederken hayaller kuracaktım
hayalimde uçardım bir yeden bir yere
aşık olurdum bilmediğim bir şeye
hep yeniden hayallere dalardım
kurduğum hayaller bozulmazdı
beklerdi devamını sabırla
kaldığım yerden devam ederdim
bir zaman sonra
bir kuşun uçuşunu seyrederken
hatırlardım
gülerdim
sonra
ağlardım bilmediğim bir şey için
belki,
belki geçmişte yarım kalmış bir şeyi hatırlardım.
yürürdüm yorulmadan
sonra
küçük bir ağacın gölgesine atardım kendimi
beklerdim,
beklerdim bilmediğim birini
belki bir ses duyardım beni çağıran
belki.
Bahçemdeki küçük ağaçlara, küçük kuşlar gelip öteceklerdi. Zamanı gelince, açık kırmızı çiçeklerini açacaktı nar aĝacı. Çamın kokusu yayılacaktı yel estiğinde. İncir ağacına, dut ağacına kuşlar gelecek ve yiyecek arayacaklardı. Daldan dala konacaklardı, cik cik, cik cik. Uçan kuşun ardından bakacaktım.
Hayatımda, her gün yapmak zorunda kaldıĝım gereksiz şeyler olmazdı. İşte bu hayallerim, hüzünlü bir hayal olarak kalacak. Bu belli. Yüreğim sıkıştı bile. Küçük hayatım bu şehirde istemeye istemeye sönecek. Bu yük nasıl taşınır!
Köy, ayrılık, ve sonrası.
Bu öykü, yarım kalmış bir şiirin mısraları gibi, gözümün önünde. Hüzünlü mısralar, anla-tırlar bana içten içe, her şeyi; bir yere kadar. Bir yerden sonra susup da başlarını eğerler. Yarım kaldı. Yarım bir insan gibi, tam olamadılar. Ben hissettim o kopuşu, o yalnızlığı. Sanki görülmez gizli güçler beni zorla çekip almışlardı. Bu acıyı duydum. Köküm havada kaldı sonunda.
Eğer bir masal içinde olsaydım. Bir masal olsaydım. O zaman, yeniden dönerdim başa. Bir başlangıç olurdu. Öyle olunca da, her şey farklı olurdu. Masalda sorun vardır, dert vardır. Ama her derdin, bir de dermanı vardır. Çaresiz bir dert olmaz masalda. Aşılmayan dağ olmaz. Hayatım diğer bir bölümüyle yine hüzünlü bir masal gibi devam edecek burda.
Yok gibiyim, farketmek zor. Bu hal hüzünlü ama hem de rahat gibi.
Şehir yaşamı hiç hızını kaybetmeden zehirliyor hayatı. Ne yalnızlık, ne iş, ne soğuk, hiç eksilmiyor.
Bundan başka, caddelerde ardı arkası kesilmeyen binlerce motorlu araçlar oradan oraya. Nerdeyse her iki sokaktan birinde inşaat gürültüsü. Her beş dakikada bir polis, itfaye veya can kurtaran arabası sirenleri. Alman polisinin sireni, beynime büyük bir çiviyi çekiçle çakarcasına canımı acıtıyor.
herşey tamam
beklemek niye
gökte yıldızlar olacak hep
sokak lambaları soluk ışığıyla yanacak
sen olmasan da
göç kuşları uzun yolculuğuna çıkacaklar
zamanı geldiğinde
ve beklenen oldu sonunda denecek
ille bir şey söylemek için...
Günlük yaşamımın önemli bir yanı yok. Küfür ede ede yaptığım bir işim var. Küfretmeden yapacak iş kalmadı. Sezarın «sistemin» umrunda değil bu. Çalışmadığım zamanlar, çalış-tığım zamanı unutmaya çalışıyorum. Küçük insanların iş yaşamı da hiç iç açıcı değil. Bu konuda da ne bir şey söylemek, ne de düşünmek isterdim aslında. Olmuyor.
Küçük insan, Tanrı kılığındaki gücün ve o gücün yönlendirdiği bürokrat aktörlerin gözünde bir böcek kadar olabilir ancak. Kara bir böcek. Kısacası, küçüklerin küçük yaşamı, önemsiz kara böceklerin yaşamına benziyor. Ben bunu kendi yaşamımdan anlıyorum. Günlük yaşam hep aynı, rutin, olağan bir sıkıntı. Aslında, canımı sıkıp sıkmadığımı da tam bilmiyorum.
Vaktim olduğunda hep şehre doğru yürüyorum. Ne birşey alma, ne bir şey yapma hevesi var. Öylesine yürüyorum, o yana, bu yana.
Boş boş gezerken bile farkediyorum birşeyleri. Bir yanda toplumda çürüme, delirmişlik ve yozlaşma gözle görülür şekilde artıyor. Yere tükürmek, birinin gözüne parmağını sokmak, götünü açmak, bağırmak, anlaşılmayan birşeyler gevelemek gibi...
Yaşamanın fiyatı ağır. Her şeyin fiyatı yetişilmez bir hızla devamlı artıyor. Yaşamak bir yük. Bitmeyen bir borç yükü gibi ağırlaşıyor insana. Borçlu gelmişim dünyaya, nasılsa. Farkediyorum. Paran kadar yaşam satın alabilirsin. Sistemin eşitlik ölçüsü böyle. Paran yoksa, kanunlara uyman ve kaderine razı olman isteniyor. Çok şeyler isteniyor. Özgür bir insan gibi, istenilenleri yapmalısın. Başka seçeneğin yok gibi.
«Özgürsün!» deniyor.
Özgür bir köle olduğum söylenmiyor bana.
Yine de ben anlıyorum köleliğimi.
İnsanlığa ne de derin kuyular kazılıyor böyle. Ne çeşit yıkımlar hazırlanıyor geleceğe. İnsan insanı kör ediyor durmadan. Görmezlikten geliyor yine de yaptıklarını. Anlaşılmaz bir sarhoşlukla coşarken, uydurma (putlaşmışlık) kendi ahlak kurallarını bile çiğniyor. Hayatı kurutuyor. Her şeyde hayata düşmanlık yükseliyor. Gizli-açık kendi tanrılığını ilan eden güç, ölümsüzlüğe inanıyor. «sezar da inanmıştı. evet, o ölümsüzdü»
Her gün her yerde mezar kazılıyor insanlığa aslında. Dans ediyor sahte tanrı ölülerin üstünde. Geleceği zehirliyor böylece. Ataları geçmişi öldürmüştü. Hile, ihanet, korkaklık sarmış benliğini.
Ve aslında, daha nice, sevmek, şarkı söylemek, çiçekler yetiştirmek, dağları aşmak da var.
Yaşamanın, basit yaşamanın fiyatı ağırlaşıyor gittikce. «Kiramı ödeyemem» bu özgür kapitalizmde.
Yaşam ödenemez hale geliyor insan için.
Özgür ve aç insan.
Neden borçluyum ki?
Beni borçlu kılan kim?
Aslında ise her şey ayarlanmış...
Neden hayatımı parça parça satın almam gerekiyor? Ben satmadım ki, hayatımı. Bir akıllı çıkıp da, neden herşeyin fiyatı devamlı artıyor, bunun haklı bir yanı var mı, diye somuyor, soramıyor. Diğer yandan ayrımcı düşünceler, kendini beğenmişlik, başkalarını küçümseme, aşağılama, savaşa özenti, diktatöre özlem hiç eksik olmuyor. Hem bu çürümüş kültürü yaşatmalı, hem de hiç öyle değilmiş gibi de yapmalı.
İnsanın dili, her zaman kendinden ileridedir. Buna göre, onun haklı çıkamayacağı bir haksızlık yoktur. Bir yolunu bulup işine uydurur. Savaş, bomba, kan akıtma, sömürü ve aç bırakma. Dil herşeye bir açıklama bulur. Haklı çıkartır sonunda kendini.
Değişik renkte örtüler kullanır.
Örtünün altında beslenir çirkinlikler.
Yaratılan atmosfer içinde korunuyor kirli düşünceler. Dünyaya ve hayata, kaba ve dar kafalı bakış açısı alkışlanır. Programlanmış gibi ezbere anlatılır. Bir soru sorulduğunda, cansız ve boş. Çaresiz.
Uzun bir aradan sonra, güneş görünmeye başladı. Evden çıktım şehre doğru yürüyorum. Güneş rahatlatıyor, hafifim şu an. Gergin değilim. Ne şehir, ne iş, ne yalnızlık, ne de olmayan bahçemde dikemeyeceğim domates, umurumda değil şimdi.
Sanki hayallerim gerçek olacakmış gibi,
sanki uçup da buradan gidebilecekmişim gibi hafifim.
Şu an içimdeki buz erimekte. Hissediyorum.
Mutlu olmak bu olsa gerek. Şimdi nehrin kenarında bir kahveye oturmak istiyorum. Oradan seyredeceğim sudaki ördekleri.
Hüzünlü değilim şimdi.
Mehemet tekerek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.