- 473 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 22
Henüz yılbaşı mahmurluğu insanların üzerinden geçmeden radyolardan, gazetelerden zam haberleri yayınlanmaya başlamıştı bile. Petrol ürünlerinden, çaya, şekere, yağa, deterjana, sigaraya kadar her şeye zam gelmişti. O yılların farkı, devletin özel sektörün üretip sattığı ürünlerin de fiatını belirleme yetkisine sahip olmasıydı.
Kahveciyi en çok ilgilendirenler çay şeker ve lükste kullanılan ispirto, gaz zamlarıydı. Bunlar da oldukça yüksekti. Fakat henüz bu zamlara kafasını yorma zamanı bile bulamadan, kahvenin sahibi İbrahim ağayı karşısında buldu. Kiraya zam yapmasını istiyordu adam. On beş kuruştan satılan çay, özellikle kış günlerinde yakacak masrafı da olunca, zaten işi zorlaştırmaya başlamıştı. Şimdi bir de kira artarsa, geçinmesi çok daha zor olacaktı.
’’ Vallahi sen bilirsin İncirli ! Yapamam dersen eğer, kiracı hazır. Adam yetmiş beş liranın lâfını bile etmiyor. Ben istiyorum ki, senin düzenin bozulmasın..’’
Söylenecek hiç bir sözün faydası olmayacağını çok iyi bilen kahveci, hiç de fazla uzatmadan kabul etti yetmiş beş lira kirayı. Daha önce elli lira olan kiranın bu kadar artması, içten içe uzun küfürler, beddualar etmesine, vereceği parayı defalarca haram etmesine sebep olmuştu. Fakat ne fayda, kabul etmişti artık.
Bir kaç gün sonra köy muhtarı tarafından çay fiatlarının da on beş kuruştan yirmi kuruşa yükseltilmiş olduğu kararı moral verdi kahveciye. Fakat müşterileri hiç de memnun değildi bu karardan. Hemen her akşam bu yeni fiat üzerine tartışmalar, kavgalar bile olmaya başladı. Satılan çay sayısında bir süre azalma bile oldu. Fakat sonrasında ülke genelinde yapılan tüm zamlara alışıldığı gibi, Kurtköy’de yapılan çay zammına da alışıldı.
Şimdi Ramazan bayramı yaklaşmıştı. Kahvede Hamza dayıdan sonra en çok samimi olunan İsmail efendiye kahveyi emanet eden baba, Fikret’i Pendik pazarına götürüp bayramlık kıyafetler aldı. Kendine de yeni bir ceket almayı ihmal etmeyen adam, bayram ziyaretine gitmeyi plânladığı kızına ve oradaki insanlara bakımlı görünmek istiyordu.
Çocuk erkenden ve hevesle yerinden kalktı bayram sabahı. Yeni giysilerini giyip bayram namazı için camiye koştu. Baba bayramda bile gitmezdi camiye. Onun görevi sobayı yakmak, çayı hazırlamak, namazdan dönen müşterilerine hizmet etmekti.
Bakkaldan alınan yarım kilogram kâğıtlı şeker ve bir şişe kolonya müşterilere ikram edilmek üzere ocaklığın önündeki masaya konmuştu.
Kurtköy cami çok kalabalıktı. Çocuk oradaki ortamdan, hocanın anlattıklarından, topluca kılınan namazdan etkilendi. Onun gibi bir çok küçük çocuk da gelmişti bayram namazına. Çıkışta caminin dışına, yaş sırasına göre dizilen herkes birbiriyle bayramlaştı. Çocuklar en sondaydı ve herkesin ellerini öptüler. Fakat en önce de , koşarak evlerine dağılan yine çocuklar oldu. Fikret de onlardan gördüğü gibi, koşarak babasına geldi. Elini öpüp bayramını kutladı. Adam ona harçlık olarak bir kâğıt iki buçukluk verdi. Çok sevindi çocuk.
Bisküi ve paşa çayından oluşan sabah kahvaltısını aceleyle yapıp babasından da izin alarak diğer çocuklarla birlikte, el öpmek, bayramlaşmak için köyü dolaşmaya çıktı. Her sokağa, her eve gidildi. Eller öpüldü, bayramlaşıldı. Çoğu şeker, fıstık ve kolonya ikram ederken, bazıları da harçlık beş-on-yirmi beş kuruş verdi. Çocuklar en çok harçlığa seviniyordu. Hamza dayının eşi İsmet hanım, Fikret’e özel bir lira harçlık verdi.
Bir torba şeker, fıstık ve bir miktar para toplamış olarak neşeli bir şekilde döndü çocuk kahveye. O gün için çocukların yanına gidip oynamak için izin istedi babasından.
’’ Bu gün bayram. Git biraz oyna. Acıkınca mutlaka yemeğe gel. Kıyafetlerini kirletme, yarın ablana gideceğiz. Bir de, sakın kimseyle kavga edip de bana lâf getirme ; tamam mı ? ’’ deyip izin verdi adam oğluna.
’’ Peki babacığım, sen merak etme !’’ deyip, koşarak çıktı kahveden. Hemen köy meydanındaki çocukların yanına gitti.
O günlerde Kurtköy çocuklarının oynadıkları bir kaç oyun vardı. Saklambaç, sek sek, uzun eşek, tekerlekleri ve direksiyonu yoğurt tenekelerinden , gövdesi ve dingili ağaçtan yapılmış arabalarla oynamak, futbol ve misket. En çok oynanan ise misketti.
Köyün yerlisi olmayıp, dışarıdan sonradan gelen üç ailesi vardı sadece. Biri Ormancı Ömer. Fikret’in yaşıtı çocukları Orhan vardı. Geçimli, iyi ve sevilen insanlardı onlar. Diğerleri ise Bayburt’tan yıllar önce gelmiş iki kardeş aile. Ahmet usta ve Hayri usta. Lâkaplarından da anlaşılacağı üzere, ikisi de inşaat ustasıydı. Köyde bu işi yapan onlardan başkası da yoktu. Bu iki kardeşin Fikret’in yaşlarında birer oğlu vardı : Hilmi ve Nuri. Yerli annelerin, babaların çocuklarının oynamasını hiç istemedikleri iki çocuktu onlar. Ama çocukların çoğu buna uymaz, yine de oynarlardı.
Hilmi ve Nuri’nin en çok oynadıkları misket oyunu idi. Her türlü hileyi, kurnazlığı, mızıkçılığı yaparak kazandıkları misketleri diğer çocuklara para karşılığı satar, tekrar kazanıp satarak, bu oyundan para kazanırlardı. Süleyman, Orhan harici diğer çocukları yutmaları çok daha kolay olurdu.
Fikret yanlarına gittiğinde yine misket oynuyorlardı. Bir süre seyretti. Daha önce hiç oynamadığı, misketin nasıl tutulduğunu, nasıl vurulduğunu dahi bilmediği halde oynama hevesi geldi. Kahvede seyrettiklerinden oluşan kumar hevesi burada uyanmıştı. Sanki oynayıp kazanacak gibi geliyordu. Cebinde bir sürü parası vardı. Hemen bir kaç misket alıp oyuna girdi. Beceremiyor, yutuluyordu. Nasıl olduğunu bile anlayamadan misketleri bitmişti bile. Tekrar aldı tekrar yutuldu. Bir türlü oynamaktan vazgeçemiyor, yutuldukça oynamak istiyordu. Sonunda bütün harçlığını kaybetmiş olarak, çocukların alaylı sözleriyle kahvenin yolunu tuttu.
Yüzü kızarmıştı utancından. Babası merak etti.
’’ Ne o , kavga falan mı ettin yoksa ?’’
’’ Yok baba, ne kavgası ?’’
Ellerinin çamurlandığını gördü baba.
’’ Nasıl da çamur olmuş ellerin. Ne oynadın sen öyle ?’’
’’ Hiiiç. ’’ diyebildi. Misket oynadığını söyleyemedi.
’’ Hemen, bir güzel yıka ellerini. Sonra da bakkaldan bir şeyler al. Öğle yemeği yiyelim.’’
Ellerini yıkarken, endişelenmeye başlamıştı. Ya harçlıklarını sorarsa ?
Ocaklıktaki fincana utanarak uzanıp bir miktar aldı ve bakkala yiyecek almaya gitti. Sofrada halâ çok durgun ve iştahsız olması dikkatinden kaçmadı babanın.
’’ Senin bir şeyin var. Anneni mi özledin yoksa ? Git, bayramlaş bence .’’
Aslında hiç de aklına gelmemişti annesi. Oysa bayramlarda anneler ziyaret edilmez miydi ?
’’ Hayır gitmem. Çünkü annem beni sevmiyor. Sevmiş olsaydı , evden kovmazdı !’’ derken duygulanıp kalktı masadan.
’’ Tamam oğlum, gitmezsen gitme.’’
Biraz daha parası olsa, tekrar gidip misket oynasa, bütün kaybettiklerini geri alabilirdi. İlk oynadığında, oynamasını iyi bilmediği için yutulmuştu. Oysa, şimdi epeyce öğrenmişti. Ah, biraz parası olsa ! Aklına , kahvelerinin sahibi İbrahim ağa geldi. Gidip elini öpse, bayramlaşsa, mutlaka para verirdi. Zengindi çünkü o. Koşarak girdi kahvenin içindeki kapıdan. Hemen eline yapışıp umutla öptü.
’’ Bayramın mübarek olsun İbrahim amca !’’
’’ Aferin Küçük İncirli ! Senin de bayramın mübarek olsun .’’ deyip fıstık tabağını uzattığında hayal kırıklığına uğradı çocuk. Harçlık vermemişti adam. İsteksizce iki tane fıstık alıp çıktı dükkândan.
’’ Fikreet ! Gel bakalım, bayramlaşalım !’’
Hamza dayıydı seslenen. Yeniden umutlandı çocuk. Koşarak gitti adamın yanına. Kucağına aldı sevdi adam çocuğu. Elini öptürüp, yanaklarından öptü. Sonra da cüzdanından bir kâğıt iki buçukluk çıkarıp verdi. Hemen gitmek istiyordu çocuk. O parayla, sabahleyin kaybettiği tüm harçlığını geri alabilirdi. Çocuğun aceleyle kucağından inmesine şaşırdı adam.
’’ Babacığım. Bu gün bayram. Ben biraz daha oynamaya gidebilir miyim ?’’
’’ Git bakalım. Yalnız dikkat et. Ellerin de üzerin de çamurlanmasın. ’’
’’ Sen merak etme.’’
Köy meydanında çocukları bulamayınca endişelendi çocuk. Sonradan başka bir mahallede olduklarını öğrenir öğrenmez koşarak arayıp buldu onları. Heyecanla parasını uzatıp bir miktar misket satın aldı. Çocuklar daha oynamadan alay etmeye başladılar onunla. Süleyman ve Orhan, oynamayı bilmediğini, oynamamasını, eğer oynarsa tekrar yutulacağını söyleseler de dinlemedi. Oynadı yutuldu. Tekrar oynadı, tekrar yutuldu. Son ana kadar , tüm kaybettiklerini geri alma umudunu kaybetmeden inatla oynamaya devam etti.
Sonunda Hamza dayının verdiği harçlığı da kaybetmiş olarak, çocuklar tarafından alay edilerek, utanarak, yüzü kızarmış bir halde kahvenin yolunu tuttu. İçinden halâ aynı şey geçiyordu : Ah biraz daha parası olsa ! Mutlaka tekrar oynayıp, hepsini geri alabilirdi....
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Of!...
Bu kumar olayı, benim hayatıma çok uzak bir şey.
Yakınlarımın içinde de tutulan olmadı hiç.
O nedenledir ki, kötü alışkanlık dendiğinde,
nedense hiç kumar gelmez aklıma.
Şans oyunlarına hiç merakım olmadı.
Milli piyango bileti bile almam.
oysa kendimi şanslı bulan bir insanımdır.
Şans meleğimi, bu tür olaylarda yormam asla.
Yeri geldiğinde, o bana gereken yardımı yapar.
Çocukluk günlerimize aldı götürdü bu günkü bölüm.
Kağıt iki buçuk liraları hatırlıyorum ben de hayal meyal.
Revaçda oyun olan misketi.
Pek beceremedim oynamasını.
Bayram sabahlarının sıcaklığını da bulduk bu gün yazıda.
Zamların sevimsizliğini,
lüks lambasının nostaljisini de.
Güzeldi.
Fikret TEZEL
İlginize teşekkürler.