- 566 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Annesinin Koca Ayaklı Kızı Bölüm 7
“Kitap, Dolap ve Kalp Kilitleri”
İstanbul 1998-1999,
Okul hayatının en önemli senelerinden biridir orta son. Liseli olmadan önce son çocukluk anıları durur kilitli dolaplar ardında. Kimimizin hala veda etmek istemediği oyuncak bebekleri saklanırken kimimiz asla kabul etmeyip başlamışızdır gizliden ve beceriksiz makyajlar yapmaya.
“İşte böyle sevgili günlük. İçim içimi yiyor anlayacağın. Onun hangi liseye gideceğinizi henüz öğrenemedim. Of ya aklıma girmiyor bu fonksiyonlar. Kafasız mıyım neyim? Şimdiden belli olan bir şey var ki yarınki matematik sınavına aklımda deli fikirlerim, beynimde dahi planlarım ve kalbimde heyecanla gireceğim. Neyse yatayım artık ben. İyi geceler. Seni seviyorum S.”
Birinin okursa hayatımın sona ereceğini hissettiğim en mahrem duygularım vardı benim. Tüm sırlarımı ifşa ettiğimi zannettiğim bu küçük defterde bile cesur olamıyordum. Adını bir türlü yazamıyordum. Düşünmenin değil ama ifade etmenin suç olduğunu sanıyordum. En çokta annemin okumasından korkuyordum. Küçük kızının kafasından geçenlerin artık masallar olmadığını anlayacak diye. Anlayacak ve hayal kırıklığına uğrayacak diye. Elimdeki kırmızı kaplı defteri kapatıp derin bir iç geçirdim. Defterin kalbimdekinden daha sağlam gözüken küçük kilidini takıp dolabın derinliklerindeki kazakların arasına sıkıştırdım. Benim kimsenin bilmediği bir yere açılan dolap içi sırlarım vardı. Kilitli ve oldukça yasaklı. Usulca kapadım büyük ahşap gardolabın ağır kapısını. Yorganın altındaki buz gibi yatağa girip ısınmak için bacaklarımı karnıma çektim. Soğuk bir kızdım ben. Ne ellerim ne de ayaklarım bir türlü ısınmazdı. Keşke bu soğukluk utanınca kızaran yanaklarımı da biraz olsun serinletseydi. Ne de tuhaf bedenim vardı. Bir yanım buz tutar bir yanım alev alev yanardı.
Elimize mutlu sonla biten çocuk masalları yerine kendi masalımızı yazacağımız günlükleri alırken her sayfanın masallardan bile daha güzel olmasını umut ederdik. Masallar yerine rüyalara tutunduğumuz yaşlardı bunlar. En güzel yerinde uyanıp devam etmek için gözlerimizi sıkı sıkı kapadığımız ve kaldığımız yerden devamını getirebildiğimiz rüyalar. İkinci perdeyi bizim serbest çalışabileceğimiz rüyalar…
*****
Kalın yeşil kaplı liselere hazırlık kitabını sıraya sertçe bıraktım. Kolum kopmuştu artık bu ansiklopediyi her gün taşımaktan. Kalbimdeki ağırlık yetmezmiş gibi bir de bununla uğraşıyordum. Kitabın gürültüsüyle boş bulunan Nurhayat sıçrayarak doğruldu.
“Ne oldu? Gelmişler yine sana.”dedi. Nurhayat benimle aynı sokakta oturan aynı sınıf ve sırayı paylaştığım en yakın okul arkadaşımdı. Ders çalışma bahanesiyle her akşam birimizin evinde bir araya gelir ve saatlerce sohbet ederdik.
“Geldiler.”dedim sıraya oturup kollarımı birbirine dolarken.”İki hafta kaldı iki ve ben işte böyle elim kolum bağlı oturuyorum. Ya hem ben niye bu çocuğun hangi liseye gideceğini öğrenmeye çalışıyorum ki?” daha çok kendi kendime konuşur gibiydim.
“Bilmem? Neden acaba?” dedi gülerek. Ağzındaki kurşun kalemin arkasını dişliyordu. Yavaşça ona doğru dönerek fısıldadım. “Nurhayat ben karar verdim. Sercan’ın hangi okula gideceğini öğrenmekten vazgeçtim. Çünkü daha iyi bir fikrim var. Evini bulacağım.” dedim.
“Ahaa, yine başlıyoruz. Kızım sen ne ara kuruyorsun bunları ya” dedi.
Gülümsedim. “Rüyada” dedim. “Rüyada kuruyorum.”
Aynı günün berbat geçen bir matematik sınavı sonrası bahçede duvarın kenarındaki bir bankta oturmuş basketbol oynayanları izliyordum. Sekiz kişinin içinde olduğu sahada benim gözüm tek bir kişideydi. İnsan çevresine de mi bakmazdı. İnsanlara, etrafa, şu arkamdaki ağaca da mı bakmazdı? Nurhayat sınavda bekleyerek ilham geleceğini sanıp ders sonuna kadar çıkmamıştı. Başaramamış bir yüz ifadesi ile gelip yanıma oturdu. “Berbat geçti. Bence de sen evini öğren çünkü biz bu gidişle diploma alamayacağımız için aynı liseye gidemeyeceğiz kuzum.”
“Alırız alırız” dedim tüm dikkatimi sahaya vermiş şekilde.
”Benimki yok bugün dershanedeymiş, âlim olacak beyefendi. Eee! Senden ne haber?” dedi benim baktığım yöne sabitlenerek.
“Ne olsun gördüğün gibi insanın top olası geliyor, baksana başka bir şeyi görmüyor ki gözleri. Nurhayat bak şu yaşımda öğrendiğim bir şey varsa oda bu yaştaki erkeklerin kafası başka türlü çalışıyor. İlgilendikleri bir şey varsa o da ya top ya da şu bilgisayarda oynanan oyunlar var ya hani işte onlar.” dedim sinirle.
“Bizde ilgilendiririz şekerim.” diyerek beni çekiştirerek banktan kaldırdı.
“Napıyosun Nurhayat ya!”
“Burada böyle oturarak dikkatini çekeceğini sanıyorsan yanılıyorsun, üç senedir oturdun da ne oldu, şöyle bir gezelim bir endamımızı gösterelim değil mi ama?” dedi sevinçle. Çaresizce koluna girdim. Duvar kenarından sahanın etrafını beşinci kez turladıktan sonra anladım boşa debeleniyorduk. Tam içimden avazım çıktığı kadar bağırmak geçerken okulun zili benim yerime dile gelip teneffüsün bittiğini bildirdi. “Hadi Nurhayat gidelim benimkisi boşa kafa patlatmak zaten.” dedim.
Her zaman etrafımdaki insanlar benim şom ağızlı biri olduğumu düşünmüş ve bence hiç yanılmamışlardır. Mecazi anlamda söylediklerim gerçek anlamı ile olup, şaka yollu dile getirdiklerim kısa sürede can sıkıcı hale gelirdi. Bugün işte yine öyle bir gündü.
Nerden geldiği son derece belli olan irice bir basket topu önce Nurhayat’ın kafasına, onun kafasından benim kafama ve benim kafamda duvara çarparak domino taşı gibi devrilmemize yol açtı. Okulun duvarına yapışmış halde yere doğru süzülürken son gördüğüm bana doğru koşan Sercan’dı.
Ardından benim için ikinci perde başlamıştı.
*****
Gözlerimi açtığımda müdür muavini Jale Hanım’ın odasındaki deri koltukta iki seksen yatıyordum. Ne kadar zaman geçmişti hatırlamıyorum başımın sol tarafının zonklaması hala acıyla karışık devam ediyordu. İşte istediğim olmuştu sonunda. Kafamı patlatmayı başarmıştım. Aşkın ve aşkla gelen talihsizliklerin benle ne derdi vardı. Ya üstüm başım yanıp tutuşuyor ya da kafamı gözümü kırıyordum aşk uğruna. Üstelik bu yaşta(!) Çok geçmeden kafama oksijen gitmeye başlamış ve panik dalgası bedenimi kaplamıştı. Rezil oldum dedim içimden rezil. Doğrulmaya çalıştığım sırada odanın kapısı açıldı. Jale Hoca elinde tentürdiyot şişesi ve pamukla içeri girdi.
“Ah be kızım, nasıl oldun?” dedi telaşla.
“İyiyim Hocam, bir şeyim yok” elimi ağrıyan başıma götürünce alnımın sol tarafından sızan bir miktar kan elime bulaştı. Jale Hoca elindeki pamuğa bolca tentürdiyot dökerken “Sadece sıyrılmış korkma kızım dedi. ”Ama ne olur ne olmaz ailene haber verelim bir röntgen falan çektirin.” dedi.
Tentürdiyodun açılan yaramla buluştuğu ilk an acıyla hafifçe çığlık atarken “Yok hiç gerek yok iyiyim. Hocam Nurhayat nasıl?” dedim.”İyi merak etme onunda alnının iki yanında güzel morlukları oluştu.” dedi gülerek. Gerçekten gülünecek haldeydik. Nihayet biten pansumanın fırsatı ile ayağa kalkıp izin istedim. “Toparlan izinlisin eve git dinlen ben ailene telefonla haber vereceğim, Süleyman Bey’e de söylüyorum seni eve bırakacak.” dedi Jale Hoca.
“Tamam hocam. Eşyalarımı alıp geliyorum.”dedim.
Odadan çıkıp kapıyı kapattım. Daha ilk adımı mı atmadan kapının kenarında dikilen Sercan’ı gördüm. Ne kadar güzel ama. Bunca zaman varlığımdan bihaber olan bu çocuğun dikkatini çekmek için illa kafamızı gözümüzü dağıtmak lazımdı demekki. Wah wah dedim içimden üzülmüş demek buralara kadar geldiğine göre.
“İyi misin?” dedi merakla.
Yürümeye başladım cevap vermeden önce. Yüzüne bakmadan “İyiyim” dedim “Yok bir şeyim.”
“Oh, çok korktum ya” dedi üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi. Benim için üzülmemişti. Kendisi için korkmuştu demek. Bencil yaratık. Hızla üst kattaki sınıfa çıkan merdivenlere yöneldim.
“Yavaş yürüsene, düşüp bayılacaksın yine.” dedi bay beyin cerrahı.
“Sanane ya istersem düşerim istersem bayılırım. Seni ne ilgilendirir.”dedim duraksayıp sinirle yüzüne dik dik bakarak. “Sonra yine ben taşırım.” dedi. Utançtan kıpkırmızı olan yanaklarımdan ona dönük olanını heyecandan buz gibi olmuş elimle kapatmaya çalıştım. Hızla merdivenleri çıkarak sınıfa yöneldiğim sırada bu suratla içeri giremeyeceğimi hissedip sınıfın karşısındaki lavaboya yöneldim. Arkamdan bir ses bağırarak beni durdurdu.
“Ben ne yaptım akılsız kız” diye bağırdı terslenerek. Artık çok geçti kalbimin kilidi kırılarak açılmıştı. Üç adımda yanına gittim. Soluk soluğa kalbim ağzımda atarcasına tek avazda söyledim.
“Hiç! Hiç bir şey yapmadın. Sorunda bu(!)”
Sesim boş koridorlarda istediğimden kat ve kat fazla yankılanırken sol elimin başparmağı onun göğsünü oyuyordu.
*****
Yıllar sonra bir eylül akşamında başka bir semtteki kafeteryada otururken bir adam tepeme dikilip adımı fısıldadı. Okuduğum kitaptan başımı kaldırıp yüzüne baktım. Saçları uzun, yüzünde kirli bir sakal ve daima kendini gösteren gamzesi ile bana bakıyordu tanıdık yüz. O da tanıdığımı anlamış olacak ki selam sabah vermeden on yıldır cevabı içimde kilitli o soruyu bir kez daha tekrarladı.
“Ben ne yaptım akılsız kız.” dedi. Bu sefer kendi yaptığından pişman konuşur gibiydi. Kilitli kalbimin ben bile şifresini unutmuşken başımın sol tarafında bir acı hissettim. O an tek doğru cevap geldi aklıma.
“Hiç, hiçbir şey yapmadın.” Omuz silktim gülerek tepemdeki şaşkın adama. ”Sorunda bu.”
Adam aldığı küstah cevap karşında yanımdan kaçarak uzaklaşırken kafeteryanın kapısı açıldı. İçeri şen şakrak hoş bir bayan girdi. Masamdan henüz ayrılan adama bir bakış atıp karşıma oturdu.
Tamamen içgüdüsel olarak başımı tutan elim genç kadının sorusu ile kucağıma düştü.
“Başına ne oldu?” dedi yerine yerleşirken.
“Nurhayat çarptı şekerim.” dedim.
“Hay Allah nerden geldi aklına ya? O kim kız ben gelince kaçtı, sevgilimi yaptın?” dedi neşeyle.
“O mu?” dedim elimi sallayarak. “O akılsız bir erkek. Hem Nurhayat sen versene davetiyemi.”
A.YILMAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.