Mutlu (bir kara mizah)
Mutluluğu tarif edecek değilim. Çünkü, herkesin mutluluğu, nasıl mutlu olacağı da yine farklı olabilir. Örneğin: beni mutlu eden bir durum, bir başkası için gülünç olabilir. Mutluluğun tek bir tarifi olamadığından, başka bir deyişle, mutlukluk herkesin özel duygusal anlarıdır da denilebilir.
Bana gelince, aslında ben mutlu bir kişi sayılırım. Ufak tefek bazı sorunlarım olsa da, ben yine de mutluyum aslında. Beni mutsuz edecek şeylerden sürekli kaçmayı başarabildiğim için de mutluyum aslında. Mesela, haber dinlemem, morelimi bozmamak için gazete almam, ara sıra bir yerde kahve içerken boş bir gazete gördüğümde, öyle pek önemsemeden, hatta tarihine bile bakmadan gözatıyorum. Tarihi geçmiş olması beni rahatsız etmiyor. Nasıl olsa aynı şeyleri tekrar ediyorlar diye düşünüyorum. Hele de kitap okumayı hiç sevmem. Bu yüzden boş yere kitap alıp da hem masraf etmiyor hem de kafa karıştıracak düşüncelerden uzak kalıyorum. Hafif narsis kompleksimin olmasını ise doğal karşılıyorum. Yeri geldiğinde ezberimde olan şeyleri inatla savunuyorum.
Eğlenceyi çok seviyorum. Düğünlere davet edilmesem de gidiyorum. Bütün gece hep aynı, anlaşılmaz bir uğultu, müzik diye çalıyor olsa da, ben yine rahatımı bozmamaya çalışıyorum. Eğlenmek için burdayım diye düşünüyorum ve etraftaki bazılarının mutluyuz gibi oyunsal davranışlarını hayranlıkla seyrediyorum.
Sokaklarda sık sık yapılan bira eğlencellerine de gidiyorum ve orada bol bol bira içiyorum. Orada da anlaşılacak bir yanı olmayan ve hep aynı, askeri marş’a benzeyen melodi çalarken ben yine rahatımı bozmadan birayı içiyorum. Bira çok güzel bir içecek diye düşünüyorum. Herkes bira içiyor. Genç çocuklar, yaşlılar devamlı içiyorlar. Yolda, kaldırımda, otobüste, metroda, parkta çoğu insan ya bira içiyor ya da boş bira şişesi topluyor.
Duyduğuma göre, bazıları topluma, «uyuşuk ve sarhoş bir toplum, sürü toplumu„ diye hitap ediyormuş. Daha ileri gidenler bile var «gelecek neslin geleceği karanlıktır„ gibi şeyler uyduruyorlarmış. Ben bunlara aldırmıyorum. Kendim de, sürüden biri olmamdan rahatsızlık duymuyorum.
Akşamları eve geldiğimde yalnız yaşıyorum aç değilsem, birayı aldıktan sonra kendimi hemen koltuğa atıyorum. Birayı açtıktan sonra elimin altında duran komandoyu alarak düğmeye basıyorum. Bu çok hoşuma gidiyor, bir tür mutluluk hissi veriyor bana. Birden başlayarak elliye-altmışa kadar gidiyorum. Sonra geriye doğu tek tek gelmeye başlıyorum. Bazen bir kaç dakikalık süre için bir kanalda durduğum da oluyor. Her hangi bir kanalda bir kaç dakikadan fazla kalamıyorsam, yayınları iyi bulmadığımdan değil de, seçmek zorluğundan oluyor.
Bütün dünya elimin altınta parmağımın ucunda, her dokunuşta bir başka köşe. İstersem sadece almanya’da kalabilirim de. Renkli kanallar insana en iyisini sunabilmek için bibirleriyle yarış halindeler. Titizlikle seçimiş olan, en güzel en açık en seksi kadınlar ve genç kızlar nerdeyse çıplak sunuyorlar renkleri. Aynı zamanda, diğer yandan en bilgin en akıllı konuşmacılar ve oyuncular var.
Duyduğum bazı şeyler örneğin: tv’ler çürüme ve yozlaşma kültürünü yayıyormuş, toplumun ve çocukların geleceği böylece zehirleniyormuş ve hatta çok bilinçli bir çalışmayla bu morfin gibi veriliyormuş sürüye. Ben bu iddia-lara hiç inanmıyorum ve saçma buluyorum bütün bunları.
Bana göre, bu yayınları düzenliyenler ne kadar da insancıllar ve insanları düşünüyorlar. Para ihtiyacı olana para, fotoğraf makinası istiyene makina, eş istiyene eş, eğlenmek isteyene eğlence dağıtıyorlar. İş istiyorsan, iş yok sade. Hatta sex isteyenlere de aracı olunuyor. Dahası, kaderin üzeri soru sorup, başına neler geleceğini öğrenebilirsin. Melek yüzlü, yüzünde sevgi parlayan kadın erkek değişen oyuncular, hayatla ilgili her tür soruma doğru cevap verebilirirler. Bütün bu iyiliklerine karşılık benden sadece telefon etmemi istiyorlar, fimacığın kumbarası için, ne var bunda. Melek sesli kişiye hallo demek için on defa telefon etmeyi denemem de ne olacak. Nekadar menmun oluyorum yaşamdan. Koltukta uzanırken neleri hayel etmiyorum ki…
Ne de insan seven firmacıklar bu programları finanse edenler, hazırlayanlar da tabii. İyilik dağıtıyorlar durmadan insancıklara. Onlar sadece, insanların düşünmesini istemiyorlar. Bu zahmetli işi, herkesin yerine onlar yapıyorlar. Bravo onlara. İnsanları düşünme yükünden ve sorumluluğundan kurtarıyorlar böylece.
Örneğin: çocukları nasıl eğiteceğini, nasıl izin yapacağını, koltukta nasıl uzanacağını da onlar sana gösteriyor.
Zaten az olan paranı, onlara nasıl vermen gerektiğini, bunun yolunu, paran yoksa nasıl borç bulacağının kolaylığını da gösteriyorlar. Hatta, birbinizle nasıl kavga edeceğinizi bile. Benim, hiç zahmet edip de düşünmem gerekmiyor. Zaten düşünmek istersem bir sürü kitap okumam gerekecek. Daha da zoru, hangi kitabı okumam gerektiğini de bilmem gerekecek. Uzun hikaye…
İşte mutlu biri sayılırım ben.
Önemli sorunum yok gibi. Öyle ufak tefek şeylerin olmasını normal karşılıyorum. Az birşey yalnızlık çekiyorum hepsi bu. Televizyon ve o renkler bu yalnızlığımı biraz gideriyor zaten.
Bazan, tv de çok renkli ödül törenlerine raslıyorum. Bir tarafta parlak giyisiler içinde mutlu yüz ifadeli güzel ve rahat koltuklarda oturan kalabalık. Ve ödülü hangi firmacığın kazandığını ilan etmeye gelen nerdeyse çıplak melek, tanrısal bir edayla, eline hazır yazılarak tutuşturulmuş şiirsel kısa yazıyı, üstün bir zekayla okuyor. Tanınmış firmacık sahipleri, kültürü destekleyen politikacılar, başka meşhur yüzler, ödülleri sahiplerine vererek mutlu ediyorlar. Ödül sahibi de, hiç kimsenin başaramayacağını başarmış olmanın sarhoşluğuyla tutukluk yapan konuşması ve mutlu son. Her şehirde, kasabada, nerdeyse her mahallede her yıl aynı tekrarlanan küçük-büyük ödüllerle (birilerini öne çıkartarak) mastürbasyon havası veriliyor ortama. Ve bu durumlar dergiciklerde, gazeteciklerde bir daha tekrarlanarak rutin tamamlanıyor.
Sorunum yok sayılır. Komşularımla da bir durum yok. Sade ara sıra karşılaştığımda yalancıktan gülümseyerek duyulur duyulmaz selam vermekten başka bir sorunum olmuyor.
İki yetişkin çocuğum var. Onlar kendi hayatlarını yaşıyorlar. Bu durum beni ayrıca mutlu ediyor.
Onlar yaşamı seviyorlar. Okula filan istemeden zorla gittiler. Sonra, herşeyi bırakıp yaşama sıkı sıkı sarıldılar. Mesela oğlum, saçını boyuyor, modern biri olduğundan küpe takıyor üç dört tane, kulağına burnuna.
Yürürken de modern olarak az bir şey kıvırtıyor. İki ya da üç tane cep telefonu var. İnternet‘in karşısına oturduğu zaman saatlerce orada kalıp insanlarla yayın aracılığla sosyal ilişkiler kurabiliyor. Vücut geliştirici yerlere gidiyor. Şişkin pazılarını göstercek şekilde dar tişört giyiyor. Pis kokan maddeler içiyor. Konuşmayı pek sevmez. Konuşunca da ne dediği anlaşılmıyor, çünkü modern konuşuyor. Biz az görüşüyoruz. Ara sıra «hallo papa» diyor bana telofonla.
Bu beni mutlu etmeye yetiyor. Ben zaten mutlu biriyim.
Kızımdan da çok menmunum. Kızım kendine bir köpek aldı. Hayvanları çok sever. Hayvan sevgisi çok önemliymiş zaten.
Kızım kendi özgür isteğiyle çok erken evlenmişti. Ancak altı ay evli kalabildi. Eşinden ayrıldıktan sonra kendini iyice hayvan sevgisine verdi. Bir de eğlenceye. Kendine ait apartmanı da var. Yalnız modern ve özgür yaşıyor. Omuzuna ve sırtına dövme-„tato» yaptırmış. Hatta kocasından neden ayrıldığı da tam belli değil. Ayrılmak modern bir şeymiş. «Herkes ayrılıyor, bütün arkadaşlarım ayrıldılar» diye anlatıyor kızım.
Esas hayatı ayrıldıktan sonra yaşadıklarını anlıyorlarmış. Bir de kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmek lazımmış. Bu kendi ayakları üzerinde durma meselesi nekadar da sık söylense, yine de ben pek bir şey anlaya-mıyorum doğrusu.
Ayrıldığı kişi kendisiyle barışmak istedi ve, «aramızda sorun yok, gel barışalım dedi. O, «hayır, olmaz! Ben okuduğum kitabı bir daha asla okumam“dedi. «Artık, bu hayat içinde bir daha olmaz seninle» dedi. Bu ne demekse?
Kendi hayatını yaşamak istiyormuş. Bu ise çok şey içeriyormuş.
Ben baba olarak, çocuklarıma hiç kötü şeyler öğretmedim. Bu yüzden de ayrıca mutluyum. Onlara düşünmeyi, okumayı, tiyatroyu sevmeyi, dünyayı anlamayı, iyiyi kötüyü ayırdetmek gibi zararlı düşünceler öğretmedim. Onlar kendi ayakları üzerinde durmaktan öte, uçabiliyorlar bile…
Kızımın anlatmasına göre, çokları, ayrıldıktan sonra yaşadıklarının farkına varıyormuş. Modern olmak ve yaşamak nedir? ben bunu pek anlamıyorum ama merak etmiyor da değilim. Kızıma sorduğumda o, «valla ben de bilmiyorum tam ama, işte herşeye açık ve rahat olmak, manyakca serbestlik felan» diyor. Ve devam ederek, «gece yaşamını öğrenmek ve yaşamak, sorumluluk duymamak, herşeyi yiyip içmek, partilere katılmak, çekinmeden hayatın tadını çıkartmak felan işte» diyor. Kısacası, yaşmın tadı böyle çıkarmış…
Bir de modern giyinmek var. Buna göre, görülecek şekilde «tato» yaptırmak, tanga giydiğin belli olacak şekilde pantolonu aşağı düşürmek. Bir tür modern iç çamaşır giydiğin belli olacak şekilde açmak. Göbek ve göğüsler serbestçe hiç çekinmeden modern olarak, iyice açığa çıkmalıymış da, mış mış. İşte bu yaşam tarzına «modern» yaşam deniliyormuş.
Görüldüğü gibi çocuklarımda benim gibi yaşamayı, zahmetsiz ve sorumsuz yaşamayı seviyorlar. Her halde onlarda mutludurlar.
Buna göre; hayatın sorumlulukları olduğu, dünyayı ve yaşamı daha objektif görebilme, kendimizi ve etrafımızı da doğru algılayarak anlayabilmek için uğraşmaya ne gerek var…
Yakında kendime bir sözlük alıp, bilmediğim kelimelere bakacağım. Belki sözlükte yaşamın anlamı nedir?
Bunun yanıtını da bulabilirim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.