- 760 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mezhepsizlik
Lisede bir kıza gizli gizli âşıktım. O kız bana:
-Evleneceğim adam biraz esmer olmalı, top sakallı olmalı, bir de kesinlikle Alevi olmalı demişti.
İşte o gün Alevi - Sunii diye ayıranlar kimse onlara binlerce kez bela okumuştum. Çünkü evlilik Allah’ın (c.c.) emriydi ve biz O’nun (c.c.) emrine uyup rızasını istemekten çok bir kaç imamın rızasını istiyorduk. Alevi de olsak, Sunii de olsak samimi bir Müslüman değildik!
Çocukluk aşkı işte şimdi daha iyi anlıyorum ne kadar da olgun bir çocukmuşum ben ki hala fikirlerim değişmedi...
Değişmedi hala aynı fikirlerin sahibiyim ve tahmin ediyorum ki bu fikirler ölene kadar da böyle devam edecek. Biz ne kadar da samimiyetsiz insanlarız! Her yaptığımız iş sözde Allah’ın (c.c.) rızasına nail olmak için değil mi? Yalancılıktan da korkmuyoruz!
Allah’ın (c.c.) rızasının nasıl kazanılabileceği Kelam-ı Kadim olan mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim de açıkça anlatılmışken biz bize yol gösterdiğine inandığımız bizi belli kalıplar içine sokarak yüzümüzü Allah’a (c.c.) değil de paraya, şöhrete, nama-şana çevirenlerin peşine düşmüşüz. Bidat ehli olmuşuz da Kur’an ehli olmayı unutmuşuz. Allah’ı (c.c.) sevmek için illa da bir kalıba girmek gerektiğine, bir imamın gösterdiği usuller ile ibadetin şart olduğuna inanmışız. Şimdi soruyorum ki biz Allah’a (c.c.) ve O’nun birliğine mi inandık yoksa mezhep imamlarının bizlere şöyle yapın, böyle yapın demesiyle oluşturdukları mezheplere mi inandık? Daha derin bir soru soracak olursak biz Allah’a (c.c.) mı iman ettik, ”Bize yol gösteriyorlar” dediğimiz imamlara mı iman ettik?
Bir kimsenin nasıl inanması gerektiğine, nasıl iman etmesi gerektiğine karışmak istediğimden değil lakin bir kitlenin, bir grubun birleşerek başka birisini yanlış kabul ederek inanmasına karışıyorum…
Herkesin bir mezhebi var. Biliyorum ki bu yazıyı okuyan herkes de beni din düşmanı, dinsiz, ateist, bilmem neist ilan edecektir. Çünkü gerçek şu ki ben bir mezhep imamına laf söylesem beni öldürmeye kalkarsınız, ama Allah’a (c.c.) (Hâşâ) küfreden olsa kimse gık demez… Şimdi kendimizi bir sorguya çekelim, alalım nefsimizi karşımıza bir elimizde silah, bir elimizde bıçak nefsimizle kanlı bir savaşa girişelim. Soralım nefsimize sen Allah (c.c.) rızası için mi ibadet ettin, mezhebindeki imam ne demişse ona göre mi ettin? Sen aslında Allah’ın (c.c.) rızasını mı istemiş oldun yoksa imamın rızasını mı istemiş oldun?
Bugün birçok imam bir kimsenin nasıl ibadet etmesi gerektiğini, nasıl imanlı olunacağını, kaç rekât kılıp kaç rekât kılmayacağını Kur’an-ı Kerim’e, Hadis-i Şerif’lere dayanmadan anlatıp duruyor. Böyle de yapılmazsa kabul olmaz demeden de geçmiyor. O kimseler için güzel bir kıssa anlatmak istiyorum:
Bir gün H.Z. Davut (a.s.) dere kenarında gömlek yıkayan bir adam görür. Adam hem gömleği çitiliyor hem de “Yarabbi! Keşke senin de gömleğin olsa da yıkasam.” Diyor. Bunu duyan H.Z. Davut (a.s.) “Bu nasıl laf Allah’ın (c.c.) gömleği olur mu O (c.c.) bunlardan münezzehtir.” Dediğinde bir vahiy geliyor ve Allah-u Teâlâ H.Z. Davut’a (a.s.) şöyle buyuruyor: “Ey Davut bırak kulum beni nasıl isterse öyle sevsin.”
Demem o ki o imam bu imam benden razı olmasında, önce Allah (c.c.) sonra da Peygamber Efendimiz H.Z. Muhammed (s.a.v.) razı olsun bana Elhamdülillah…
06/11/2013
Engin DİNÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.