- 590 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
BİR DÜĞÜNÜN ARDINDAN
Hüzün bulutları çökmüştü evin içine. Neler yoktu ki bulutların arasında; kaygılar, geleceğini bildiği özlem dolu yıllar, kıskançlıklar, heyecanlar ve dahası… Akşam evden çıkartılan gelin kızın ayak izleri kapının önüne emanet bırakılmış gibiydi, temizlik için silinene kadar.
Günlerdir süren telaş bitmiş kadın yapayalnız kalmıştı evde. Yola gidenlerden iyi haber bekliyordu, kızından duyacağı neşeli sesini, kahkahasını bekliyordu. Bir daha yüz yüze gelip duyabilir miydi şen sesini bilmesi olanaksızdı, belki de ömrü yetmeyecekti. Darmadağın olmuştu ev, her gelen misafir bir anısını bırakmıştı odaların içinde. Çünkü hemen hepsi şahit olmuştu böyle bir güne, bazen kendisiyle ilgiliydi bazen yakınlarıyla… Her yeri toplamak, silip süpürmek istiyordu kadın ama anılarını, heyecanını kaybetmekten korkuyordu. Buğulu boş gözlerini dolaştırmakla yetiniyordu sadece odaların içinde.
Kapının zili çalınca birden heyecanlanmış, yerinden zıplar gibi kalkmıştı. Kapıyı açtığında karşısında eltisini, eltisinin kızını, damadını ve torunlarını bulmuştu. Hep bir kırıklık hissetmişti eltisine karşı, eskileri bir tarafa koysa bile sonrasından kalmıştı o kırıklık. Tüm zorluklara rağmen kızlarını okutmuştu eltisi, iş sahibi olduktan sonra da evlendirmişti.
Biraz sohbet ettikten sonra yatak odasına çağırıp gönderdiklerinin dışında kalan çeyizlerini göstermek istedi. Tek avuntusu, tek gururu kızı için hazırladığı çeyizlerdi zira. El öpmeye geldiklerinde onları da verecekti. Çoğunu kendisi yapmamıştı eltisinin çocuklarını okutmak için harcadığı parayı o çeyizlerine harcamıştı. Hangisi kalıcıydı, farkındaydı ama yapabilecek başka bir şeyi yoktu şimdi. Giden çeyizlerin bir kısmı oldukça kalabalık olan akrabalarına bohçalanıp hediye edilecekti. Kalanlar da birkaç yıl kullanıldıktan sonra yırtılıp atılacaktı. Gururla anlatacağı şeyler olmalıydı, takılan altınlardan bahsetmişti biraz. Ama takı töreninden sonra gelinin kolunda birkaç bilezikten başka bir şey de kalmamıştı, belki birkaç gün sonra onları da alacaklardı. Kendisi gelin olduğunda da aynı şeyler olmuştu. O heyecanlı günden birkaç sararmış fotoğraf kalmıştı elinde.
Bir anne için kızını telli duvaklı gelin edebilmek de gurur vesilesiydi ama eltisi de kızlarını evlendirmişti. Ondan üstün bir yanı yoktu şimdi. Misafir damat “Haydin çıkalım” diyordu sürekli, eltisi bekliyordu ne söyleyecekse söylemesini. Zira onu anlıyordu, durumuna üzülüyordu. Haksızlıktı bu, bir gece önceki şatafatlı düğünden sonra bir annenin yapayalnız çırpınışları kalmamalıydı geride. Peş peşe dökülüyordu kelimeler kadının dudaklarından, gözlerindeki yaşlar halini belli etmek istemezcesine yapışmıştı gözlerine. Titreyen elleri saklanmak ister gibiydi bohçaların altına. Gidecekti eltisi belki bir yıl sonra ancak görebilecekti onu, anlatmalıydı ne varsa ama zaman koşuyordu akşama doğru. Yola çıkacaklardı belki bir daha görüştüklerinde kızıyla ilgili konuşmak bile istemeyecekti. Buruk bir şekilde misafirlerini yolcu edip kapıyı örttü. Yapayalnızdı yine yalnızlığıyla, bir gece önceki anlarla, gururla hazırladığı çeyizlerle. Göstermek için ortaya döktüklerini toplarken gözlerinden dökülenleri toplamaya gücü yetmiyordu.
Yanlıştı tercihleri bilse de bunu kabul etmiyordu, etmeyecekti de. Kızının sonunun ne olacağını bilmese de bu gün onun gurur günüydü son ana dek yaşamalıydı. Taktı gururunu başına, sildi gözlerini, misafir beklemeye başladı yeniden. Kalan çeyizleri göstermek için.