8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
966
Okunma
Hani insanı mutlu eden, gülümseten sözcükler vardır. Onu arıyorum. Dışarda Ekim ayı tüm
ihtişamıyla son günlerini yaşayıp, yaşatıyor. Kuru yaprakların arasında yürüsem, onun
bakışlarını bulur muyum acaba. Sözgelimi yere düşen bir çınar yaprağında, kızıl sarmaşık
yüzünün güneş rengini bulur muyum?
Güzel bir düşün gerçekleşmesi ne kadar uzaksa, o kadar uzak benden.
Sıkıntı içinde debelenip durdum iki gündür. Kararsızlıklar, ne yapacağını bilemeyenlerin
tedirginliği içinde yüreğimi ezen düşüncelerle didiştim durdum.
İnsan, gerçekten yalnız bunu anladım. Ne yaparsan yap diye kolundan tutup, sanki çocuk
gibi kapı önüne koyuveriyorlar. Kulaklarından kaba sesleri gitmiyor. Umurlarında olmaman
üzüyor. Evin içinde ne yapacağını bilmeden dolaşıp duruyorsun.
Sabah hiç adetim olmadığı halde eski radyo teybi açtım.Tam yanbaşıma getirdim. Nasıldı
diye biraz kurcaladım. Değişik müzikleri kaydettiğim bir kâsedi dinledim. İlk başta sardı
birbirine. Çıkartıp, karışıklığı açtım. İçinde neler var diye merak ediyordum. Dinledim.
Bu şarklar o kadar da eski değild, Kayahan, Sezen Aksu, Nilüfer ve yabancı parçalar. Bulaşık yıkarken de yanıma getirdim radyo teybi. Bitince elimin ıslaklığıyla tekrar açmak
istemedim. İçimden şarkı söylemek te gelmiyordu.
Düşünüyordum. Benim için önemli olan şeyler neydi? Neden kendi kendime ters düşen şeyi
yapmaya çalışıyordum. Zaten istemiş olsaydım çoktan bu işi yapmıştım. Neden kendimi
pek çok parçalara bölmeye çalışıyordum. Baştan yapacağımı ayarlamış ona yönelmemiş mi
idim. O halde neden kendimi sıkıştırıyor ta gerilerde kalan bir şeyi oradan koparıp bu güne
getirip yamıyordum. Oysa bütün yapmak istediğim şeyler yarımdı. Bitmemiş bir tablo gibi.
Eski radyo teybi önüme getirmemin nedenlerinden biri de yıllar önce içine hapsettiğim
sesimi alıp açığa çıkarmaktı. Bu aleti kullanmayı bile unutmuşum. Uyanınca ağzıma takılan
notalar da uçup gitmişti bu sayede. Ustası Bağdat’ta değil ya dedim, hele şu alete ses nasıl
kaydediliyordu, önce onu bulayım.
Ne yazıkki başka şeylere daldım bu arada. Evde ekmek olmadığını anladım. Hemen inip
az ilerdeki bakkaldan almak istemedim. Şu güzelim Ekim havasından yararlanarak biraz yürüyüp, kendime gelmeliydim.
Dönüşte anneme uğradım. Bir de Şaşkın’a tabii. Şaşkın kardeşinin muhabbet kuşu. Hepimiz
annemde toplandığımız için kuş annemde duruyor. Şaşkın beni görünce kıpır kıpır yerinde
duramaz oldu. Biraz sevdim uzaktan. Kafesi delip çıkmak istedi adeta. Küçücük kafeste
uçma denemesine girişti." Şaşkın dışarı çıkmak, uçmak istiyor" dedim benim küçüğüm
Nazife’ye. "Çıkaralım mı? Yazık, nerdeyse kafesi delip çıkacak." Akşamüstü çıkarsak dedi.
Hava kararınca kafesine koyması kolay oluyor. Yok, yok! Bir saat dışarda kalmak yetiyor
ona. Karnı acıkıyor. Kendisi geliyor kafesin önüne girmek için. Eh öyleyse çıkaralım bari ne
zamandır çıkarmadık.
Hemen kafesin açtım. Miniğim benim. Uçmayı nasıl da özlemiş. Kanepeden kanepeye
uçtu bir kaç kez. Sonra geldi benim oturduğum kanepeye arkama kondu. Kolumu uzattım
gelsin diye tıpış tıpış yürüyerek elime kadar yürüdü.
Hayvanken hayvan anlıyor sevgiyi, sevildiğini. Biz insanlar nedense çok zor kavrıyoruz.
Aramıza öyle derin uçurumlar, uzaklıklar koyuyoruz ki, bir gülümsemenin tatlı bir sözün
bizi ne kadar mutlu ettiğini unutuyoruz.
Ekmek alıp gelirken önümden geçen hiç tanımadığım bir kadına gülümsedim merhabayla
selâm vererek. O da bana içten bir gülümsemeyle karşılık verdi. Az ilerde kocası ve kızının
" Bu kadını nerden tanıyorsun?" diye sorduklarına eminim. Gitgide babama benzeyeceğim.
Çoluk çocuk, yaşlı genç herkese gülerek bakar, selâm verirdi.
Sıkılıyor muyum?
Sorunum duruyor ama özgürlüğüm de benim elimde..
27. 10. 2013 / Nazik Gülünay