Mavi yıllar
( Dördüncü ve son bölüm . . )
O ana kadar kendilerini kaybetmiş olan sevgililer, birdenbire akıllarını başlarına topladılar. Tomris hemen geriye çekildi, gözleri kocasının acılı tebessümüne takıldı kaldı bir süre.
Adam sakin ve duygulu bir sesle:
-Hayır dedi. Hayır sakınma . . O senin senelerden beri uykularında sayıkladığın Doğan’ın.
Genç kadın gözlerine kadar kızardı. Misafir ise çivilenmiş gibi dikildiği yerden, ev sahibine doğru tereddütlü birkaç adım atmaya çalıştı.
-Tomris karınız oluyor galiba ?
-Evet karım.
-Afedersiniz . . Afedersiniz beni bağışlayın . .
Doğan, utancından yerin yarılmasını bekledi, tabii bu olmayınca, sendeleyerek ve sessizce merdivenlere doğru yürüdü, gidiyordu.
Adam ardından seslendi:
-Bu olayı burada böylece başlamış, fakat sonuçlandırılmamış bir durumda bırakıp gidemezsin.
-Siz ne demek istiyorsunuz ?
Adam sakin ve sevecen bir tavırla onu yerine oturttu. İçini dökmek isteyen ifadelerle doluydu gözleri.
-Evet, şu anda aklım gayet yerinde ve huzurluyum. Hiç beklenmeyen tesadüfler bazen mutluluk getirir insanlara. Dördümüzü huzura kavuşturacak bu tesadüfü, değerlendirmemiz düşüncesindeyim. Hepimizin içinde bulunduğu bu çıkmazdan ve olumsuzluktan kurtulması, sanırım artık senin elinde. Çözümlenmeden bırakıp gidersen; zamanında kaybedilmiş güzellikleri daha da perişan duruma getirmiş olursun. Lütfen gitme. Şu anki durumumuzun kutsal bir anlam taşıdığına inanıyorum. Allah böyle istedi. Önümüzde, gerçeklere açılan yolu görmemezlikten gelecek kadar kör olamayız. Zaten bizim evliliğimizin hatalı temeller üzerine kurulduğunu ve bununla birlikte çocuğun da benim olmayıp, senin öz oğlun olduğunu bilmeni isterim.
Bu itirafla, bir şok daha yaşayan Doğan, Tomris’e doğru döndü. Tomris başını ‘’ Evet ‘’ anlamında salladı ve öne eğdi. Kocası açıklamalarına devam ediyordu:
-Bundan sonra Tomris ile beraberliğimize devam edemeyiz artık. Hemen yarın boşanma davası açmamız yerinde olur. Davanın uzayacağını sanmıyorum. Aslında iki de şahidimiz var.
Tomris ‘’ Şahit ‘’ kelimesini duyunca kocasına hayretle karışık ve biraz da mahcubiyetle baktı.
Kocası anlattıkça rahatlayan bir ifadeyle:
-Tomris bir gün fena halde hastalanmış ve ateşlenmişti. Gelen doktor ve hemşire; Tomris’in kendini kaybetmiş durumda devamlı olarak ‘’ Doğan . . Doğan sevgilim ’ diye sayıkladığını duydular. Sayıkladıkça yaşanmış bazı gerçekleri de bilmeyerek açıklamış oluyordu. Belki de bunlara bile gerek kalmadan, ikimizin de isteği ile çabucak boşanırız. Kabul ederseniz evi ve tamirhaneyi size bırakmak istiyorum. Zaten ikisinin de tapusu Tomris’in üzerinde. Maddi durumum, hayatımın geri kalan kısmı için yeterli sayılır. İstanbul’da kocası öldükten sonra yalnız yaşayan ablamın yanına gideceğim. Son olarak şunu söylemek isterim. Hiçbir zaman üzmeden ve kalbini kırmadan yaşatmaya çalıştığım, fakat mutlu edemediğim, öldüğünü bildiği halde yine de içinden söküp atamadığı ilk aşkının hayaliyle için için yanan, günden güne solan Tomris’i sana teslim edeceğimden dolayı, üzüntüm kadar, mutlu olduğumu da bilmeni isterim. Hayat arkadaşlığımızda, asla nefret yoktu, kırgınlığımız dahi olmadı ama, aşka da yer olmadı. Alışkanlık şeklinde sürüp gidiyordu. Bundan böyle hepimizin mutlu olmaya hakkı var. Bu mutluluğu birbirimiz için yaratmanın zamanı, sanırım geldi.
Aralarında olumlu bir atmosferin oluştuğu, her birinin bakışlarında, saygıyla karışık bir anlayışın bağdaştığı belli oluyordu.
Tam bu sırada merdivenlerde ayak sesleri duyuldu. Çocukları Doğan gelmişti. Yavrucak doğruca misafire koşup, tıpkı biraz önce annesinin yaptığı gibi, boynuna sarıldı.
-Tayfun amca, dedi . . Bu akşam bana içinde dev olan masallardan anlatacaksın değil mi ?
İri adam, küçük dostunu göğsüne sıkı sıkı bastırdı.
-Yavrucuğum, ben sana gerçek bir masal anlatmak isterim, ama şimdi bunun yeri değil. Çünkü bu masal senin kafanı karıştırabilir. Ama sana söz veriyorum, ilerde başka bir akşam, içinde kocaman bir devin yaşadığı, çok farklı bir masal dinleyeceksin benden.
Doğan böyle derken, çocuk üvey babasının çağrısına uydu.
-Bir tanem, beni öpmedin ya ? . . Babayı unutmak var mı ?
Küçük Doğan koştu, babası bildiği adamın kucağına oturdu. Adam, rüyada gibiydi, gözleri dolu doluydu, asil yüzünde, koruyucu bakışlarında, şimdi hüzün vardı.
-Yavrucuğum,dedi. Çok yakın bir zamanda ben bir seyahate çıkacağım. Senden ayrı kalmak bana çok zor gelecek ama, ne yapalım gitmem gerekiyor. Anneni hiç üzmeyeceğine dair bana erkek sözü verir misin.
-Tabii babacığım, erkekçe söz veriyorum sana.
Erkekçe kucaklaştılar, erkekçe öpüştüler. .
* * *
Aradan üç hafta kadar bir zaman geçmişti. Kısa kısa aralıklarla ama uzun uzun ve birkaç kez çalan bir gemi düdüğü Tomris’i pencereye doğru çekti. Saygısına, fedakârlığına hayran kaldığı, fakat ona kilitli olan gönül kapısını bir türlü açamadığı eski kocası, o geminin içindeydi. Uzaklara doğru yavaş yavaş yol alan gemiye; içinde tarifi imkansız duygularla ve garip garip baktı, baktı . . İlk kez sevincin yanında keder duyuyordu. ‘’ Ahh . . hayat ‘’ diyerek iç çekti kendi kendine. Bu sırada salona giren kocası Doğan, pencereden denize bakan karısına sokuldu. O’ da giderek uzaklaşan gemiye uzun uzun baktı. Sonra:
-Gidiyor . . Bize saadet yolunu açarken, kendisine dikenli yolu seçen melek ruhlu insan gidiyor.
-Evet, onun için ne söylesem az. Beni karnımda çocuğumla kabul eden, kaldığım çıkmaz sokakta elimden tutan, kararan dünyamı aydınlatan, bambaşka bir insandı o . . Beni hiç incitmeden yaşatan o talihsiz baba adama layık olmak isterdim. Ne yazık ki, senin aşkının etrafımı saran çemberi içinde sıkışıp kalmıştım. Senin öldüğüne inanmakla beraber, tüm duygularımla senin tutsağın halindeydim sadece. Benim bu bencilce davranışıma hiçbir zaman tepki göstermedi, hep saygılı davrandı. O olmasaydı bizim şimdiki beraberliğimiz bile hayal olacaktı. Onun, bundan böyle yaşamı boyunca yüzünün gülmesini isterim . .
Pencerenin önünde, ikisi de kollarını birbirinin beline dolayarak öylece kaldılar. Daha sonra Tomris, yüzünü kocasının yüzüne çevirdi ve şunları söyledi:
-Tanrı isterse, denizleri ve sahilleri bile birbirinden ayırır. .
Doğan, eşinin ağzından son sözlerini kaptı:
-Ve, dedi. Tanrı isterse, dağları bile birbirine kavuşturur.
Bu güzel ve mutluluk dolu tabloyu, koşarak gelen oğulları Doğan, daha da güzelleştirdi.
Babası ile annesinin kucağına tırmandı ve iki kolunu, her ikisinin boynuna dolayarak, enginde gittikçe ufalan gemiye, beraberce baktılar.
YORUMLAR
Güzeldi...
Dilediğim güzellikte de sona erdi.
Eline sağlık sevgili arkadaşım.
Şimdi...
Gelelim asıl konuya...
Bu dört bölümlük hikayenin, her bölümünü dikkatle, ilgi ile okudum...
Hikayenin konusu, çokça yorum yapmak gerektirmeyen bir konumda.
Ama,
kaleme alan yazarın edebiyat dili,
inanılmaz güzellikte idi.
Her cümle,
edebiyatın gerektirdiği güzellikte idi.
Sadeydi, anlaşılırdı, sadeydi...
Son derece akıcı bir üslup gözlemledik...
Sonuç...
Bu değerli edebiyat sayfasının duayenleri yine ortalarda yoklar.
hadi diyelim konuyu beğenmediniz, ya arkadaş,
bu güzel anlatıma da mı bir küçük söz söylemez, yazmaz insan?
Geçenlerde,
şiir eklemekten vaz geçmek üzere olan bir şaire rastlamıştım burada...
Gidiyorum diyordu...
Bayağı da şiiri olmuş...
Neden dedim?
Sağarlar dilsizler diyaloğu var burada dedi...
Edebiyata ilgi çok az...
üzülmüştüm söylediklerine...
Ama,
zaman,
o gideni haklı mı çıkaracak ne?