- 1024 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
Deli
’Onu, kasaba mezarlığının kimsesizler bölümüne defnettiler.
Şimdi orada, kimsesizler mezarlığının bir sakin köşesinde, ebedi uykusunu uyumakta ama, asla kimsesiz olmadı o.
Çünkü, tüm kasaba halkı kimsesiydi onun...’
Ellerim ceplerimde, dudaklarımda yorgun bir tebessüm, dik yokuşun eteğindeki daracık kaldırımı öyle amaçsızca işgal etmiş, önümdeki caminin boş avlusunu seyretmekteyim mahzun bakışlarıma. Yanı başımdan hızlıca geçip giden insanların olağan telaşları, hatta yürüme alanlarını işgal edişime gelişigüzel söylenmeleri, hiç ama hiç umurumda değil sözün doğrusu. Ben, çocukluğumun o muhteşem cami avlusundayım. Önümde yükselen kocaman bir çınar ağacı ve üzerinde, sabah akşam cıvıltıları eksik olmayan sayısız serçe. Yuvalar, yavrular, uçuşmalar, yuvarlanmalar, kavgalar, sevişmeler. İnanılmaz ilgi çekici ve büyüleyici bir dünya.
Güzel günlerdi...Evet, güzel günlerdi ama, her güzel şey gibi onların da nihayete ulaşması uzun sürmedi. Gün geldi çattı,yaşlanan camimizin yenilenmesine karar verdi büyüklerimiz. Minaresi hariç, tüm mabedi yıktılar, yenisinin inşaatına başladılar şevkle. Çocukluğumun en büyük sevinçlerinden biri, işte bu kutsal bina inşaata kurban gitti. Kestiler çınar ağacımı, inşaatın kereste ihtiyacını karşıladılar. Kuşlarım, başka memleketlere göç ettiler, sesi soluğu kesildi cıvıltıların. Mutlu zamanlarımı çaldılar ve çocuk gülüşlerimi kaybettim orda, o yok edilen çınar ağacımda, serçe kuşlarımın kovuluşunda...
Omzuma dokunan bir elle kendime geliyorum dalıp gittiğim hayallerimden. Bir dost, uzun zamandır görüşmemişiz, hasret gideriyoruz. Ardından, aheste aheste çıkmaya başlıyorum, çocukluğumda yıldırım hızı ile geçip gittiğim tarihi yokuşu. Çınar ağacım şimdi yok ama, sit alanı ilan edilen mahallem, hala eski güzelliği ile yaşayabilmekte, bu durum da, en azından hatıralarımızı canlı tutmamıza vesile olabilmekte.Buna da şükür diye fısıldanıyorum usuldan.
Bu yöre insanlarının istisnasız her birinin kaderine, doğumdan ölüme kadar, yokuş çıkmak ve inmek yazılmıştır. İnce, uzun ve çevik yapılı olmalarının ana nedenlerinin biri de, yaşamak, mücadele etmek zorunda kaldıkları bu zor coğrafik oluşumdur.
Yaşımızın ilerlemiş olmasına, uzun yıllardır başka iklimlerde yaşamanın getirdiği anatomik değişikliğe, hayatın, ya da kaderin, vücudumuzun çeşitli yerlerinde bıraktığı kalıcı deformasyonlara rağmen, bu dik yokuşu tırmanmanın, atılan her adımda başka bir hatıra ile göz göze gelmenin zevki gerçekten bir başka oluyor.
Çocukluğumun hayal aleminde, öyle kendimden geçmiş durumda yürürken, hemen sol tarafımda yükselen ve normal boydaki insanın ancak bel hizasına gelebilen, yığma taştan yapılmış duvarın arkasında, hala bildik görünümü ile uzanan tarlanın hemen bitiminde,oldukça yaşlı ve yüksek bir erik ağacına kayıyor bakışlarım.
Kırmızı bir erik ağacı bu. O zamanlarda alçakça olan dallarında sallanmayı, meyvesini yemeyi, doruk noktasına kadar tırmanmayı çok sevdiğimiz erik ağacımız. O acı güne kadar, yanından hiç ayrılmadığımız, gölgesinde dinlendiğimiz, yağmurlardan korunduğumuz, çocukluğumuzun sevincini yaşadığımız, sevgili erik ağacımız. Hala, geniş dalları, yoğun yaprakları ile gölgelendirdiği, kalın kökleri ile sağlamca tutunduğu yamaçta, mora(böğürtlen) dikenlerinin oluşturduğu kafulluklarla(Dikenlik kümesi) yaren yaşamakta.
........
Açık, sakin,yıl boyunca çokça rastlanamayan, oldukça güzel ve güneşli bir gündü. Ne kuzeydoğu, ne de kuzeybatı istikametinde, suyun gökyüzü ile öpüştüğü ufkun solgun çizgisinde, denizin sakin görünümünü bozacak bir hareketlilik gözükmüyor, bu da günün, yağmursuz ve rüzgarsız geçeceği anlamına geliyordu.
Her şey, planlandığı gibi seyretmekte, ufak tefek aksaklıklar da, düğün evi telaşını iyi bilen komşular tarafından giderilmekteydi. Geniş bahçedeki tütün damının (tütünlerin depolandığı ve kurutulduğu ahşap baraka) hemen önündeki büyükçe düz alan, briketlerin üzerine uzatılan sağlam kalaslarla tamamen çevrilmiş, böylece oldukça uzun bir oturma sediri oluşturulmuştu.
Mahallenin erkeleri, küçük gruplar halinde düğün evine gelip, hazırlanan sedirde yarlerini aldılar, boş kalan bölümlere de, genç delikanlılar iliştiler. Kadınlar ise, bahçenin nihayetindeki uzunca tümseğin üzerine çoktan sıralanmış, düğünü seyretmeye koyulmuşlardı bile. Tüm bu hengamede, kendilerine uygun yer bulamayan çocuklar, her zaman yaptıkları gibi, civardaki zeytin, erik, incir ağaçlarının üzerine tırmanmışlar, her biri bir dala tünemiş, olup biteni zevkle izlemeye başlamışlardı.
Berber, alanın tam orta yerine yerleştirilen sandalyenin yanında, güvey tıraşı için hazırlıklara başlarken, kemençeden yükselen kıvrak Karadeniz ezgileri, kanı kaynayan insanların, çabucak horon halkasında toplanmasını sağladı.
Kemençe ve horon, toplumun ortak değerlerinin en başında gelir şüphesiz bu yörede. Eğlencelerini, yaşama biçimlerini, geleneklerini, göreneklerini, duygularını, gerçekten göze çok hoş gözüken bir estetik sanat etkinliği çerçevesinde , bir değerli tablo misali sunar beğenimize bu iki olgu.
Bu yöre insanları, kemençeye, horona, denize, Hamsiye ne kadar sevdalı iseler, bir o kadar da silaha tutkunlukları vardır. Bu, öyle vazgeçilmez ve atadan gelen bir tutkudur ki; hiç şüpheniz olmasın,tüm yasaklara, kanunlara, cezalara rağmen, hala her evde en az bir adet silah bulundurulmaktadır. Belki çok az ve değerli olan toprağa sahip çıkmak, onu korumak; ya da evlerin birbirlerine çok uzak kurulmasının getirdiği yalnızlık, korumazsızlık hissi, insanları daima silaha, onun sunduğu güven atmosferine doğru yönlendirmiştir.
Karadeniz’in ani kabarmalarına benzeyen öfkelenmeler, bu silah tutkusu nedeni ile, hiç olmayacak yerlerde, olmayacak olaylarda, ölümlere sebebiyet vermekte, nice insanlar, hayatlarının baharında kara toprakla tanışmaktadırlar günümüzde bile. Tek sevindirici husus, biraz olsun insanların bilinçlenmesi ve eski devirlerde yaşandığı kadar kan davalarının artık güdülmüyor olmasıdır.
Kemençe sesinin aniden kesilmesi, şevkle horon oynayan gençlerin moralini bozdu biraz, ufak tefek homurtular duyuldu. Mahallenin ağzı laf yapan yetişkinlerinden biri ortaya geldi ve güvey tıraşının başlayacağını bildirerek, sağdıçlarından, güveyi getirmelerini istedi. Takım elbise giymeye pek alışık olmadığı, üzerinde eğrelti gibi duran ceketinden belli olan balıkçı Hüseyin, arkadaşları nezaretinde, alkışlar eşliğinde getirildi ve meydanın orta yerindeki ahşap sandalyeye oturtuldu.
Berbere, bir kaç yeni havlu hediye edildi öncelikle, tıraşa başlaması istendi. Berber, kalın bıyıkları ile maskelediği dudaklarına yerleştirdiği muzip bir tebessüm eşliğinde güveyin yüzünü sabunladı, daha sonra da elindeki usturanın tersini şakağında gezdirdi.
-Ula uşaklar!...Kesmeyi habu meret...
-Keser yav!...Bi da dene sen...
-Ula, kesmeyi deyrim da!...
-Ula oğlum!... Bilet hauni az, kör usturayi mi geturdun haburiya?
-Ne olacak, Garayel bi tarafdan, Garadeniz bi taraftan,ha babam uşağın yuzuni tokatlayi her gün. Sertleşti surati. Sakal deyıl, meşe oduni mubarek. Nasıl kessın ustura oni?
-Ula Gadir, hau elındeki usturalan, meşe odunini da, bi vuruşta kesmesan ben adam deyilim.
-Ben zaten seni adam gabul etmiyrim ki?
-Ne gabul ediysin? Eli belindeki silaha uzanıyor yavaştan.
Durumun vahametini sezinleyen berber Kadir, durumu kurtarmanın telaşına düşüyor. Üç kuruş bahşiş alacağım derken, candan olmak var realitede.
-Ula, sen daa deliganlisin, o gadar yaşli misun da? Oni demek istiyrim got kafali...
Gülüşmeler... Düğünü idare eden mahalleli, yeni bir komut veriyor.
-Habu güveyin babası nerededur da? Çağurun gelsun hau gaybanayi?
Güveyin babası, apar topar orta yere getirildi, berberin bahşişini vermesi sağlandı, böylece tıraş işlemi vukuatsız başladı.Tıraş ile takı merasimi genellikle beraber yapılır bu tür düğünlerde. Sunucu, hediye, ya da para takanın adını okudukça, o kişi önce takısını takıyor, sonra da, belinden sıyırdığı silahı ile, güveyin başı üzerinde bir şarjör mermi boşaltıyor.
Bu arada, kemençe de usul usul nağme vurmaya başlamıştı yine... Eğlence tüm güzelliği ve hızı ile akıp gitmekteydi. İnsanlar törenin coşkusuna kendilerini öyle kaptırmışlardı ki, hiç kimse, alana en uzak mesafedeki kırmızı erik ağacının alçak dallarına, zorlukla tırmanan küçük bir çocuğun, serseri bir kurşunla vurulup, mora kafulluğuna düşüşünü fark edemedi.(Devam edecek)
Bir tutam hayat-18.10.2013-Azerbaycan
YORUMLAR
Adım adım anadolu,gezelim görelim programlarında konuk olduğumuz yöresel bir düğüne alıp götürdünüz ama yokuşuda tırmandırdınız o erik ağacınada çıktık dügüne kuşbakışıda baktık böylece ama o kör kurşun düğün keyfine gölge düşürdü henüz kimsenin haberi olmasada(okuyucu olmanın güzelliği ya da bu hikaye için çaresizliği diyelim)ve ben hızla ikinci bölüme geçip hikayeye devam etmek istiyorum ama kaleminizi kutlayarak usta kaleme saygı ve teşekkürlerimle.
Son satırına kadar sanki kendimi annemin memleketinde ( trabzon- Sürmene ) zannettim. Gezip görmediğim ama hiç de yabancısı olmadığım manzaraları, yaşantıları, gelenekleri yaşadım , agzım yavaş yavaş kulaklarıma varmaktaydı hazdan. Düğünde boşaltılan o bir şarjör mermiyi okuyunca da işin doğrusu kızdım sana '' bu saçmalığı ballandıra ballandıra anlatmış '' diye...Sonra...Tüm o gülüşler, tebessümler buz kesti bir anda.
Anlatım, işleniş, tasvirler...Amaaaannnn..Çok da anlarım sanki? Ben çok çok beğendim kısacası. Harikasın.
Selam ve sevgiler
Merhaba dost kalem siz makale yazmıyor hayatınızın içine alıyorsunuz okuyanı
Akıcı duru ve doğru
hikayelerde hep alınacak bir ders var bunu direk değil tatlının içinde bir sunuş var
Hikayelerinizde hiç de yabancı değil bu hikayeler hayatımıza kutluyorum sizi zevk alarak okuyorum yadıklarınızı hoşça kalın boş durmayın yazın
Çocukken dayımın düğünü diye bir hikâye kitabım vardı. Düğündeki damat traşı bu kitabı anımsattı.
Ağaçlar ne çok önemlidir hayatımızda değil mi? Keşke kesmeseler onları, sudan sebeplerle.Ağaçlarla birlikte orada yaşayan kuşlar, canlılar da kayboluyor. Tıpkı kaybolan çocukluğumuz gibi.
Final acı bitti. Diliyorum çocuk en azından yaşıyordur.
Devamında göreceğiz artık.
tebrikler,
selâm ve saygılarımla..
kaleme aldığı her öyküde
hayata dair bir ders ortaya koyan
ve usta bir gözlem yeteneği ile
olayları, doğayı nakış nakış işleyen
usta kaleminizi gönülden kutluyorum dostum..
keyifle okunurken öykü bölümün sonu yarım ve kan düşürdü gönlümüze
ve ülkemin bir gerçeğine takılı kalırken yüreğimiz
yitik bir canın telaşı ile çaresiz kala kaldık...
saygılarımız bırakırken sayfaya
silaha hayır diye haykırıyorum bütün dünyaya...
Silah farklı bir şey..Yerine göre kullanılırsa güzeldir elbet..
Ama hiç hoş görmediğim bir icat..Buyrun işte bir küçücük hayat söndü gitti..
Değdi mi? Sen hava atmak için şarjör boşaltacaksın diye bir hayatı söndürmeye ne hkkın var.
Baştan iyi giderken hüzünlendirdiniz beni..
öncelikle yaşayan ve yaşatmasını bilen kaleme selam olsun..
Hayatın getirisinde güzellikler içinde çirkinlik olduğunu bir bilebilseydik insanca yaşamak diye buna denilirdi güzel arkadaşım..oynamak güzel ve eğlencelide lakin herşeyle oynamak güzel değil.güzel gördüğün bir anda kabusa dönüşebiliyor....silahın sıkışında duyulan o özgürlük güzelliğinin bir başkasının özgürlüğünün önüne geçtiğini eden düşünemeyiz ki ...ama ,malesef
çok şeyler yazmak bu güzel yazıya hakaret olur düşüncesiyle çekiliyorum...tebriklerim bu güzel kaleme ve yüreğe bir mühendisin kalemi ölçülü ve açıları yerli yerinde.....
saygılarımla herdem
GÜLESEN SANCAR tarafından 10/19/2013 10:55:35 AM zamanında düzenlenmiştir.