- 1439 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
FELÇLİ KIZ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Herkes gibi yürümenin ne demek olduğunu bile bilmeden yaşıyordu genç kız. Akıllıydı, eremliydi, kendi halinde varlığıda yokluğuda henüz belli bile değildi. Sessizce izliyordu hayatı istemleri vardı beklentileri de, öylesine sımsıkı hayata umutla tutunuyordu yapacak ne çok şeyi varmışçasına.
Okulu henüz yeni bitmişti Üniversite okumak için ne çok çabalasa da, mevcut durum ortadaydı sosyal yapı da henüz çok genç kızın lise sonrasında okutulmadığını biliyordu. O bunu başaracaktı lakin bir çok zorluklar vardı okul 2. si olması, meslek lisesini okuması onun geleceğinde çok etkendi. Başarılı diye hep en yüksek yerler yazıldı, zira tecrübeli insanların bakış açısında onun yetersizliği hiç farkedilemedi.
Ortaokulda bir sakat arkadaşı vardı. değinekle okula gidip gelen ancak çantasını taşıyamadığı için arkadaşının minik adımlarına eşlik etmek için her gün erken çıkardı yola onu almak birlikte gitmenin mutluluğunu yaşardı. Alıp bıraktı bıraktı ve aldı usanmadan 1,5 yıl. Oraokul bitmişti henüz.
Liseye kayıt yaptırırken binbir bahanelerle iyi liseler almamıştı onu ve birçok arkadaşınıda. Olsa olsa meslek lisesinden başka çaresi yoktu. Oysa kimyayı fiziği seviyordu, her ne kadar matematik onu zorlasa da hayatta hep denklemlerin çözümünde kullanıcaktı, elbette kolay değildi yaşam iki kere ikinin dört etmediği evdeki hesabın hiç mi hiç çarşıya uymadığı gerçekliği hep yanıbaşındaydı. Yinede neden olmasın dedi.
Liselerde dahi üçte biri kadar okuyabilen kızlar ne halde gelmişlerdi bu okullara. Anlatsam anlatsam bitiremem ki. Bir çoğu çevre ve toplum baskısından iyi birer anne adayı olmaları dahi düşünülse okutulmalıyken hemde. Bir tuhaf serüvendi belki sıradan algılansada. Okuldki öğretmenler her birinin hikayelerini bilir, bir kısmı bırakıvermişti eğitimi yarıda, bir kısmı diplomalılar kesintili okumalarla, birçok hoşgörülükle.
Bu dönemde Büyük bir ilde bile tek bir dershane vardı. Başarılı öğrenciye talih kuşu konmuştu, okulda öğretmenleri farketmiş ve onu bu dershanede hızlandırılmış kursa gönderdiler.
Dershanenin ilk günü ne heyecanlıydı, sınıfa girdiğinde bir tek o vardı, bir de hemşire olan bir öğrenci tıp okumak için kayıtlıydı. Hafta sonuydu. Sınıfta azınlık tanımlanırsa yalnızlık ve anlaşılmazlık vardı .Neden ordaydıki Fransız kalmak içindi bu lütuf. Koca lise boyunca ortaokul bilgileriyle fizik kimya, matematik görüyordu. Öğlen arası eve gitmekte ev işlerini yapmaktaydı. Farkındaydı, çatır çatır çözülebilen onca sorudan ancak bir kaçtanesini hissiyatıyla çözebildiğinin.
Evet okul bitti, nihayetinde sınav stresi kapıdaydı. Her geçen gün, hazırlanıyordu okuyor okuyor okuyordu tüm vakitlerinde edebiyat onun için en anlaşılır olanıydı. Elindeki tek sermayesiydi.
Sınav öncesi moral depolamıştı. Sınava okuldaki gireceği yeri görmeye gitti. Dönüşünde bir at arabası karşıdan geldiğinde neler yaşayacağını bilemeden at şahlanmıştı. Kükreyerek yakınında gözlerindeki öfke ve kör noktayı gördü. Ayakları üzerindeki tepkileride yaşamın tesine gidip geldiğine etken oldu bir evin havlusuna sığındı o ve arkadaşı.
Çok etkilenmenin verdiği vahametle uzaklaşıyorlardı. O gece hep at şahlandı gözlerinde uyuyamadı. Uyandığında kendini o olayı yaşadığı yerden geçerken gördü ve sınavdaydı sorular ve atın tepkimeleri arasında yaptı elinden geleni.
Mahalenin postacısı bilirdi ösymden gelen belgelerin anlamını hep müjde isterdi ve kağıdı uzattı. Açmak ve açmamak arasında şöyle bir gözattığında tüm ümitlerinin kaybolduğunu umutlarınınsa ötelendiğini biliyordu. İçerledi ve içselleşti bir kez daha yaşam. Başarma ve başarmama arasındaki fark neydi o ince çizgi bir koca hayatta biriken tüm ümitleri nasıl yok edecek bir ana nasıl dönüşürdü. Günlerce konuşamadı hep sustu.
Garip gelen ağrılar acılar vardı anlam veremediği yürek sesi miydi, kabullenemediği yaşam mıydı, düşlerinin yarım kalması mıydı seçemediği. Bir sabah ayağındaki ağrı sancının artık hissedilmez hale döndüğünü gördü kalkmak istiyor kalkamıyordu, bağırıyordu, sadece ağlıyordu, gözyaşlarının nedeni belirsizdi, çocuksu bakışlar kaybolmuş, umutlarsa tükenmişti. Bir dahamı başlamak inanmak uzaklaşıyordu. Üzüldü üzüldü sadece üzüldü. Kolu komşu akraba çevre acıyarak bakıcak aylar yakındı. Sürekli yatmanın getirdiği ek sorunlarla beraber. Kimi zaman sosyal yaşam yatağına geliyor kimi zamansa sosyal yaşamı dahi istemeyen bakış açısındaydı. Ailesine bile normale dönmelerini isterken bazen onu yalnız bırakmaları gerekliliğini anlatıyordu. Artık rol yapıyor ağrısını sızısını söylemiyordu.
Bu nasıl sevgidir aile bağlılığı üzülse de onlara hissettirememek. Sırtlayıp kaldırıyorlar alıp götürüp getiriyorlar. Günde iki kez kaldırılıyordu zira güneş sabah doğarken terastaki yatağından bahçeye, akşamda bahçeden teras katına çıkarılıyordu. Günde iki kez bayılıyordu. Zira her bayılışn da kendi sessizliğinde etrafın sesli çığlıklarında gitti haykırışlarına tanık olmaktaydı. Gidip gelmek arasında bir yerdeydi oysa.
Annesinin yeşl gözlerindeki hüzün ona mevcut durumunu anlatıyordu. Hiç bırkmadan yanında kalması gerekliliğindeki günlerden bir gün annesine biraz gidip açılmasını istemişti. İhtiyaçları tamamlanmış başucuna konan suyu ve elinin altındaki yiyeceğide. Gitmem ısrarına rağmen ikna etmişti. sadece uyuyacağını söyleyerek. Oysa hiç uyuyamadığını hep gamlı kederli düşünceler arasındaki hülyaya takıldığını oda anneside farkediyordu. Bu kez başarmıştı, yengem yalnız kalmasın misafirleri var ayıp olmasın git anne deyişinde.
Annesi gitti ve düşünceler insanlara dert olmak istememesi ağır basıyordu, şeytan hep yokluyordu düzelmeyeceksinle. yarı uykulu halinde bir ses çığlık çığlığa adını kız kardeşinin ismiyle sesleniyordu. O dönemlerde evlerdetelefon yoktu. mahalede anca bir komşuda oda postane gibiydi insanlar üşenmez haber verirlerdi . Gurbetteki hasret çeken yakınlarıyla buluşturma noktasında yine onlardan biri olabilirdi. Zira abisinin tayini çıkmış taşı toprağı altın kente, aklı kalmıştı bu bacısında bulduğu her fırsatta sorardı. Evet omu arıyor diye süründü, diğer odanın camına kadar binbir zorlukla acelesi neydi olsa olsa ona olan sevgisiydi bu gücünde, onun hiç kaygılanmaması gerekirdi. Zira evde yoklar onun anlam vermesini zorlaştıracaktı.
Hadi hadi derken tutundu tırmalarcasına betonu tutundu cam kenarındaki tutunma yerine anca kafasını kaldırdı telefon mu var derken, komşuluk işte küle dahi muhtaçlıkla yükseldi ses kibritiniz varmı diyen küçük kız. Hay senin demeden yok deyip bayılıverdi oracıkta komşunun çocuğu anlamamıştı ne olduğunu dahi ekadar kaldığını bilemedi uyandığında buz kesen ter içinde kalan vede üşüyen yüreğindeki yorgunlukla dinlenme arasındaydı adeta. Acizliğinemi yanmalıydı hafıza gitti geldi bir an neden burdayım kimseyok algı artıkça anlam verebiliyordu ona değer veren abisi değilmiş çok şükür bile dedi.
Önce yatağına geçti ağlayarak, konuştu kendi kendiyle tanrısıyla yardım istedi, isyan etti, tepkilerini seçemiyordu bir an mutfağa gitmeliydi üzüntünün gücü vardı bu kezde evet gitti tezgah eski insanların boyuna göre yapılmış zira yüksekti, bulaşık yıkayanlar için dahi kürsü konarak üzerine çıkılıyordu. Bir kez daha yükselmeye kalktıki başaramadı yine bayıldı. yığılmıştı yorulmuştu, acının kederi artık yüreğine de sığmıyordu ayıldığında.
Ayıldığında biraz daha kendini sarstı başarısızlığını kabul etti artık vakitte kalmamıştı çok sevdiği annesi onu öyle görmemeli düşüncesiyle gerisin geriye yerde serili yatağına yetişiverdi üstünü örttü ve kapı tıkırtısında gözlerini yumdu. içeri giren annesi onu böyle uyuyor görünce sevindi ve kısık sesiyle uyandırmayın diyordu. yüzündeki görüntü gözlerindeki şişkinlik geçinceye dek bekledi. Akşam yemek saatinde yavaş yavaş uyandırıldı. Çok uyudun yüzün şişmiş dendi adına bu durumun. Günler garip geçiyordu. hızlı desen değildi, avaş desen de değil her gün tarih ve saat kavramlarındaki gereksizlik dikkatini çekti. Sadece duvardaki saatin saniye tıkırtısı vardı. Bakmakla görmek, görmekle bakmamak gibi...
Günlerden kurban bayramı evlerde şenlik var sabah uyanılmış evin önüne kadar silinmiş kapıların önü şafak vakti sokaklar tertemizdi. Evler mis gibiydi sabah seinliğinde bahçede uyuyan güzel gibiydi oda. Herkes uyansada onun ayrıcalığı vardı toplanmayan bir yatak. ona anlatılan masallar vardı düzeleceksinle başlayan, bugün daha iyisin değilmi cümlesine artık evet yanıtları ise onun bu durumu artık kabullenişini anlatıyordu.
Annesi her gün ara holdeki sedirde yatırıyor önünde açılan kilimin üzerinde tüm yapacaklarını yapıyordu. Dolmalar sarmalar, turşular, salçalar, kışlık zahireler, konserveler, annesinin yapacakları izliyor vakit geçiyordu adeta.
Bayramda kurban etlerini yine bu kilimin üzerinde açılan sofra üzerinde kurulan et kürsüsünde parçalıyordu annesi ki!
O arada komşu bağırdı teyze oğlunuz arıyor sizi telefonda binbir coşkuyla koştu ve dış kapıyı da açık bırakmıştı. Yüzü koyun yatıyordu, sadece yüzünün bakan tarafı annesine doğruydu görüş açısında artık kıpırdamaları da azalmıştı. Yavaş yavaş gelen bir kediyle karşı karşıyaydı kedi eti alıyordu gözlerinin önünde büyük parçaları ama hiç tedirgin kaçamak değildi nedense.
Önce bağırdı hışt pışt diyerek, bir kez daha bağırdı sonra çığlık attı kimse yok mu diye ama kedi gidip geldi etin büyük bir kısmı gitmişti. Kedinin bile hesaba almadığı bir nesne olduğunu gördü, bağırdıkça bağırdı ağladıkça ağladı çığlıklara döndüğünde içeriye giren komşu kızı şaşkındı neden neden diyordu. Anne sadece annem kedi kedi demekten alamadı kendini.
Anne koşup gelmişti, lakin şaşkınlıkla ne oldu ne oldu desene den sonra anladı durumu önemli değil diyordu sarılıp kafasını bağrına bastı ve en garip şeydi çocuksu telkinlerden geriye ama anne birşey yapamadım daki ses alçalıyordu içselleşen hıçkırıkla. Kaldırıp yüzünü yıkamaya götürdüklerinde ellerinde yığılırken annede onunla ayılıp, bayılıyordu. Bir kez gördü annesinün üzerinde ağlayışını dayanamıyordu belli edemiyordu sustu sadece. Uyanınca annesının kolunda bir sinir krizi geçirdi ve annesinin omuzlarını ısırdı. Canı acımadı annenin çaresizliğin son demindeydiler. Yatağına aldılar uyudu bitkince anladı ki iki yol vardı kediyle başa çıkabilmenin. Ya kabullenecekti yürüyemeyeceğini yada yürüyecekti.
Tedaviler yanıt vermedi birçok şey denedi yüzlerce iğne yedi, el yordamıyla becerikli insanlar okudu üfledi ne fayda. Artık hastaneye yatacaktı. Bayram sonrasında boyu kısa olan abisi onu sırtında arabaya bindirdi omuzlarını ısırdı yine ayakları yere değiyor canı ne çok acıyordu. Arkadan ayaklarını annesi tutuyordu. Hastane kapısında tekerlekli sandalye ile tanıştı. Onu ordan oraya taşıyordular aynı gün filmler çekildi bir ayağın inceldiği görüldü. Yatırma kararı kesindi. Oda ailede hazırdı anne hep yanı başındaydı.
İlk gece orda bulunan bir genç kız daha vardı ayaktaydı bir elini patozda kaybetmişti dedesine tahtile gitmiş köye, heveslenip yardım edim derken kaptırmış. Kız ortaokulu yeni bitirmişti. Sağ eliydi. Ona göre tecrübeliydi bir gün yatağına gelip dolaştırmak istemişti. Birinin eli diğerinin ayağı yoktu tamamlıyorlardı anneler aldı tekerlekli sandalyeye bense günler sonra hastane balkonuna çıkabilmiştim.
Balkonda kahvesini yudumlayan Dr.Osman bey rahat görünümlü pozitif insan hayat dersleri anlatıyordu terapi gibi şaşkındı dinliyordu. Eli olmayan kıza sol eliyle yazabileceğinden bahsediyordu. Diğerinde aslında başarmanın en büyük gücünün kendisinde olduğundan. Kız mırıldandı nedenini biliyorsun diyerek üzüntüydü kendini bırakmışlıktı. Okuyor musun sorusunda artık çok geç sözcüğüne güldü doktor. Yeniden denemelisin sözcüğünü kendi hiç söyleyememişti ki, ama şimdi duyuyordu doktorundan.
Bize çok farklı ve farkındalıkla bir profili kısaca anlattı, yıllar sonrasına bakın şimdiye değil, gün gelecek sol elinle yazıcaksı kötüde olsa ama başaracaksın hatta sağ elin varkenden daha iyi noktayıa da geleceksin. İyi yerlerde göreceğim sizleri. sana gelince sen hiç pes etme kaldıki gözlerinden yüreğini gördüm aydın bir insan topluma faydalı olacaksın sevdiklerini üzdüğünü düşünme onları en çok sen mutlu edeceksin. Annelerimiz odada laflıyor dertleşiyorlardı. Hastane arkadaşım beni tek eliyle sürdü diğer odalara gittik bana gelen çiçekleri aldık adadan tüm hastalara dağıtıyorduk tekerlekli sandalye onun tek el gücüyle orya buraya çarparak gitti. İkimizin yüzündeki tebessümse bambaşkaydı.
O akşam geldiğimizde üniversite hastanesinin üst katlarında bir hasta yakını hafif bir depremi işitmiş ve diğerleri diğerlerine derken kulak misafiriyim. Deprem olsa ne yapabiliriz ki, kaldık kalacağımız yerde annem yanındayım dedi hiç ayrılmayacam.
Ertesi gün sabah viziti bir sürü beyaz önlükler odada beni iki doktorun ayağıya kaldırmasını istedi asıl hocam. Korku kaygı derken annem birinden ben tutacam dedi hayır dedi ve işaret verdiğinde kendimi yere çakılı buldum ALLAHtan annem arkamdaymış yine tuttu. İlginç olan neydi güvenmek mi, güvenmenin ötesinde bu yaşadığım neydi inanmıyorum dedim bana nasıl bunu yaptınız sorusunda. Bu ilk deneme dendi ölçmüşlerdi koku kaygı mı beni engelliyordu. tahliller tetkiler neden yanıt yok tedavide anlam veremediler yine.
Söz verdi doktorum asla bir daha olmayacak diye. Bir hafta sonrada hastaneden çıktık. Yine ilaçlar ilaçlarla. Artık dayanamıyordum. Bir gün akrabamız olan bir doktorun aklına gelmiş bir yıl öncesinde peynir hastalığı geçiren abim ya dedi neden ortopedi hep, birde tetkik yapalım bu kız o dönemde ona hep baktı. Hiç yanımdan ayrılmadı, bir test istedi ve yaptırdık evet belirtisi vardı. Tedaviyi evde başlattı ve serum ilaç derken toparlandığımı hissettim. Ayağım içinde egzersizler verdi. İşe yarıyordu, yavaş yavaşta olsa. Umutlar yine heybeye girmeye başladı. Oldu olacak derken ağlayan yüzlerde tebessümler.
Doğum günün hiç olmadı, bir gün arkadaşlarımla doğum günü yaptılar, liseden bir arkadaşım hemde en vefalısından hiç bırakmadı beni yalnız hemen hemen birkaç günde bir uğrardı sağolsun hem de çok. Öylesine ki yeni bir gün ve vefalı arkadaşlarım birkaç kişi ailemin de işbirliği ile sürpriz bir doğum günü biranda pastam mumlar vede yeşeren yeni umutlarla beni ayaklarım üzerine kaldırdılar. Sonrasında yeni ayakları üzerinde duran bir kaç adım atabilen biriydim karşıda durup beni kucaklayacaklarmışçasına gelen yürüme serüvenimle yol adım hiç durmadan duraksamadan.
İşin en erzem tarafı sevginin gücüydü, doktorun söylemlerindeki tılsım, kedinin çaresiz bırakışındaki acizlik vede fotoğraf netti artık küçük küçük yaşam sosyalleşmeye başlıyordu. Yapabildiğim herşey mutluluk veriyordu. Artık oturmak nedir bilmiyordum. Yürüyor yürüyordum.
Zamanın döndüremediği unuttuğum saatlerin tarihleri bir ileri bir geri yaşıyordum. Eğitimin tamamlanması için aşacağım onca zorlukla önce elimde olanın değerini öğrenmiştim pahalıya patlasa da. Gerçek sevginin tahammülünü, iradenin çabanın ve gayretin neler kazandırdığını da. Kendimize olan özgüveni ise ne yaşarsak yaşayalım kaybetmemiz gerekliliğini de...
Bu arada uzun yıllar yazıştık, bir yılı sadece sol elle yazmayı öğrendi hastane arkadaşım. O liseyi bitirinceye dek. sonra yazılan mektuplara cevap gelmedi sanırım taşınmışlardı yoksa yaardı elbet izini kaybettim. Ama biliyorum ki oda bir yerlerde benim gibi hayata tutunmuştur. Gökyüzüne baktığımda ne çok şey görüyorum aynı çatı altında. Mutluluğun resmi var orada tüm değer verdiklerimizle mutludurlar. Bizler iyi oldukça onlarda huzurlu bakıyorlardır.
Sevdiklerinizi asla üzmeyin asla onlarla olmaktan vazgeçmemeniz umuduyla.
Yazan/ Hülya COŞKUN
Fotoğraf/ Zülfü AYDIN
YORUMLAR
Yaşanılmışlıklarımıza verdiği değerle bizleri cesaretlendiren seçki kuruluna günün yazısı olmaya değer gördükleri için canı gönülden teşekkür ediyorum
Edebiyat defterime yaşam öykümdeki tüm ağrıları dindirircesine iyiki yazdım dedirttiniz.
Mutluyum hemde çok değerli yazarlar şairler arasında.
İyiki varsınız vede iyiki varlar tüm yazanlar ve okuyanlara sonsuz gönülden teşekkür ederim. Sevgi ve Saygılarımla.
Nasıl yazsak şimdi buraya çok güzel bir yazı diye?
Yazı güzel de, içeriği can yakıcı.
En güzel tarafı, bir şekilde hayata tutunmayı başarabilmesi kahramanımızın...
Dudaklarımıza tebessümler düşürdü bu olay.
Hazin bir hikaye ama,
inanılmayacak önemde derslerle dolu...
Çok güzeldi...(Yine yazdık çok güzel işte...Allah'ım!...)
Hülya Coşkun
Bir yerde kopan filmlerin devamında neler olabileceğini kimse bilemiyor.
Böyle bir çok insan var olduğunu bilmek kendime ait gerçek öykümün daha fazla bana ait olmadığını hissettirdi.
Hayatta sevdiklerimizin en erzem durumda dahi yanımızda olduğunun da en güzel yansımasıydı.
Bir Tutam Hayat değerli yorumuzla anlam kattınız yaşanılanlara. Sizleri üzdüysem affola. Size ve sizin nezdinizde Seçki Kuruluna da gönülden teşekkür ediyoru. Günün yazısı seçilmesinin ayrı bir önemi ve değeri olduğunu da belirtmek isterim. Sevgi Ve Saygılarımla
Hülya Coşkun
Koyu ve gepgerçek bir öyküydü okuduğum. Cesaretin sembolüydü adeta. Kutladım hem yazanı, hem bütün bunları yaşayanı.
Hülya Coşkun
Ayırdığınız değerli zaman ve anlamlı yorumunuz için yazan ve yaşayan olarak çok teşekkür ediyorum. Saygılarımla