- 751 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YORGUNLUĞA BULANMIŞ YENGEÇ SÖYLENCELERİ
Gözünün önüne geçmiş uzandığında, dalgaların çıkardığı sesler kulağını acıttı. Büyük taşın üzerinde keyifle güneşlenen küçük yengeç, onun geldiğini görünce hızla kaçtı. Uzaklaşırken kumda bıraktığı izlere baktı Nehir. Onda da böyle izler vardı, birkaç saniye sonra kaybolan…
Martılar, beyaz, kocaman kanatlarıyla suyun yüzünde yiyecek arıyordu. Birden havalanıp ileriye doğru yavaşça kaydılar. Belli ki, ürkmüşlerdi. Sonra gözden kayboldular. Hepsi değil tabii. Ama Nehir böyle hissetmişti.
Kuma, bata çıka yürüdü. Hırsını kumdan alıyordu. Ayaklarının üstünde birikmiyordu çünkü…
“Minicik taneler geldiği yere dönüyor.”
Kederle seyretti. Taneciklerin aksine, geldiği yere dönmek gibi bir düşüncesi yoktu. Babasının ölümü arkasında, o sahilin önünde savrulup gitmişti. Kasabayı çok sevmişti. Henüz başka bir yere gitme isteği oluşmamıştı kafasında.
Yolun sonundaki midye kulübesine doğru yürüdü. Sabahın erken saatlerinden itibaren kadınlar, kırk yıldan beri midye ayıklardı burada. Onlara yardım ediyordu. Dayanıksız elleri nasır tutmuştu. Bıçağın oluşturduğu kesiklere baktı. Kabuk bağlamaya başlamışlardı. İyileşme belirtileri…
“Bazı yaraların üstünü kaplayan örtüye de kabuk mu desem?”
Düşünceli, kulübeye vardı. Orta yaşlarda iki kadın, ellerinde küçük bıçaklarıyla işe koyulmuştu bile.
“Zavallı midyeler… Su dolu leğene atıldıklarında, kımıltısız bir haykırış içinde.”
Kafasına dolan düşünce yumağında midyelerle konuşmak istedi bir an.
O sırada diğerinden daha hızlı ayıklayan Narin kadın söylendi:
“Nehirciğim, yardım etmeye başlar mısın? İki kişiyiz bugün. Ayıklanacak on çuval midye var."
Nehir sıyrıldı metaforundan. Tam suya bir midye atmıştı ki, siyah, parlak bir incinin bir kabuğun arasına sıkıştığını gördü. Çığlık atarak:
“Siyah inci, burada siyah inci var!”
Ayağa fırladı. Kadınların şaşkın bakışları altında leğendeki midyeyi aldı. Arasına sıkışmış inciyi kurtardı.
“Bu da nereden gelmiş?”
Hatice ana Nehir’e bakarak sordu.
“Bilmem.”
“Beyazını gördüm ama siyahını görmemiştim.”
Hatice ananın dudakları hayretle yukarıya doğru kıvrıldı.
Nehir onun nereden geldiğini düşünerek geçirdi gününü. Sevimli inciyi, üstündeki eşyaları alıp, eski, kapağı kırık ahşap masanın üstüne koydular. Hediye almaya alışık olmadıkları için midir nedir, akşama kadar bağlandılar ona. Kaçak bakışlarla seyrettiler onu. Güneş üstünde oyun oynadıkça, ışınlardan mor nokta oluşuyordu birkaç saniyelik. Eğlenceliydi.
Akşam kızıllığı, denizin üzerinde, beyaz bir yansımaya dönüştü. Çuvallar boşalmış, bugünkü kesikler, iyileşmek için, kendilerine bağ dokusundan bir duvar örmeye başlamıştı.
Kulübeden dışarıya çıktığında genzini yakan tuzlu suyun kokusu, burun deliklerinden içeri doldu. Üstü ıslak bir yengeç, kıskacının arasında bir midyeyle yanından geçti. Nehir onu izlemeye koyuldu. Kumu eşeledikten sonra midyeyi oraya bıraktı. Üstünü de kumla örttü. Geriye doğru döndü. Çıplak gözlerini ona dikti. Hızla üzerine doğru geldi.
Kabadayı bir hareketle,
“Çekil oradan!”
Der gibi.
Nehir telaşla kenara çekildi. Kıskaçların onu sıkıştıracağını düşünmüştü. Yengeç istifini bozmadan dümdüz ilerledi. Ötede durdu. Kumu eşeledi. Eşelenen yerden bir midye aldı. Ve hızla biraz önceki yerine geldi. Tam beş kez yineledi durumunu. İçgüdüsel daha güvenilir bir yere götürüyordu hazinesini. Nehir anlamıştı incinin nereden geldiğini. Yengeç… İnci taşıyordu. Nasıl karışmışsa, karışmıştı yengecin incisi bugün midye çuvalına.
Hangi denizin derinliğinden getirmişti?
Kendini hazine avcısı bir korsana benzetti. Kötü olmuştu bir anda. Gerçek sahibi onlarda kalan parçadan habersizdi. Kulübeye döndü. Adamlar ayıklanmış midyeleri almışlar, arabaya yüklüyordu. Çürümüş bir koku burnuna çarptı. Nefret etmişti bu kokudan. Zavallı yengeç! İncisinin bu kokuya bulandığını görseydi, parmaklarını kanatır mıydı? Masadan inciyi aldı. Gömüldükleri yere getirdi. Onu diğerlerinin yanına, kumun arasına karıştırdı. Böylece yengecin çalışkanlığına saygı gösterdi. Çünkü o, yorgun bir savaşçıydı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.