- 482 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ekmek Mücadelesi
Elleri çamur ile kaplanmıştı, suratında grimsi bir kaç damla. Pantolonu batmıştı ve bir ayağı çamurdan çıkmadan düşünmüştü bile; yarın ne giyeceğini. Soğumuş havanın, atıştırıp duran yağmurun ve her saniye daha çok ıslanmanın bir önemi kalmamıştı. Etrafında boş boş bakan insanlar, yürüdükçe yürüyenler, yol sonunda kaybolanlar; daha doğrulmadan ayakları ile sıçratmışlardı sıçratacakları kadar çamuru. Sinirleniyordu tabi ama sinirin ne faydası vardı ki; kavga mı edecekti: Dayak yerdi. Laf mı edecekti: Ağzı laf yapan birine çatardı. Çıkışıp, sinirliliğini mi gösterecekti göz korkutmak için: gözleri seyreyecek, elleri titreyecekti. ’Neyse’ dedi içinden kalktı ve sanki temizlenecekmiş gibi paçalarına elleriyle bir kaç sürtme hareketleri yaptı. Az önce, ayakları ile çamur sıçratan insanlara siniri geçmemişti henüz. Sabra yormak istedi, kendini kandırdığını fark etmişti yağmur damlalarının bulanıklaştırdığı görüntü üzerinde. Kendini kandırmak istediğinde; ne kadar sabırlı olduğunu düşünüyor, hoş görülü olduğunu ve insanlara, kendine duyulmadığı saygıyı vermenin daha iyi olacağını düşünüyordu. Fakat kimi kandırıyordu, cevap basit işte: Kendini. O adamların yakalarına yapışmak, ağızlarını burunlarını kırmak, bayıltana kadar dövmek ve biraz saygı için öğütlerde bulunmak istiyordu. Ders verebilmek, öğretebilmek, içlerindeki insanı bir şekilde ortaya çıkarmak istiyordu. Hem onun için illa ki şiddete gerek yoktu. Konuşarak da derdini anlatabilirdi. Bu düşünceleri, ayağa kalkıp fırına doğru ilerlemeye başladığında aklına getirmişti. Öyle kaptırmıştı ki zalimlere, saygısızlara, insanlıklarından nasibini alamamış kişilere yapacaklarını hayal ederken; fırına girip fırıncının suratına boş boş baktığını bile unutmuştu. İçsel bir ses ile boğuk bir şekilde ’üç ekmek’ dedi. Fırıncı, ağzının içine bir dakikadan fazla süredir bakan bu çocuğun ne istediğini sormuştu fakat cevabı ancak alabilmişti. ’Fırıncının bu sorusu da garipsenecek derece komikti. Fırına giren biri senden ne isteyebilir ki; hamur işi. Doğrudan kaç ekmek diye sorsa mantıklı olmaz mıydı? Aslında fırınlar artık eskisi gibi sadece ekmek satmıyor. Fırıncının böyle bir soru sorması da gayet makul.’ Yine düşüncelere dalmışken, fırıncının sesiyle ayrılabildi; hayal dünyasından. ’Al be evlat, üç ekmek istemedin mi? Geleli yüzüme boş boş bakıyorsun’ Fırıncının bu tavrı da çocuğu bir hayli utandırmıştı. Vücudu artık sadece üşümüyor, utanma hissi ile de karıncalanıyordu. Yine olduğu gibi cevap verememiş, yaptığının hoş görülmesi umudu ile gülümsemişti. Parayı derhal adamın eline tutuşturup, bir yere yetişecekmiş gibi yağmurun şiddetine aldırmadan dışarı çıkmıştı. Onun zıddına herkes içeri girmeye çalışıyordu. Bu ekmek kıtlığından değil, yağmurun şiddetinden kaynaklanan bir zıtlıktı. Çocuk zor attı kendini dışarı. Ekmeği ıslanmasın diye üç basamaklı merdivenin başında durup poşetini iyice bir bağlayacaktı ki; içeri girmeye çalışan insanlar habire itekleyip duruyor, çocuğa çekilmesi için bağırıyorlardı. Kendini üç basamaktan öylece aşağı fırlatmış ve bir yerini acıtmadan dengesini sağlamıştı. Yağmurun üzerine değmemesi imkansızdı, fakat çocuğun tek düşündüğü şeyde ekmeğin ıslanmaması gerektiğiydi. Fırının üstündeki balkon çıkıntısının altına iyice yasladı kendini ve elini çabuk tutarak poşetin ağzını sıkıca bağladı. Kendini bir şeyler başarmış gibi hissediyordu. Evet, ekmek ıslanmamıştı, o attığı düğüm sayesinde ıslanmazdı da. Fakat kendisi bu ıslaklıkla bir hafta yataktan kalkamayacak kadar hasta olacaktı. Umurunda değildi; fırına koşarken yere düşmesi, insanlar tarafından çamura bulanması, uğradığı saygısızlık ve bir hafta boyunca yatağında hasta olarak yatması. Onun için ona verilen görevi yerine getirmek önemliydi. Ölüm kalım meselesi değildi fakat bir çocuğun ekmek taşıma mücadelesiydi bu, ekmeği eve ulaştırma mücadelesi, eve ekmeği götürebilme mücadelesi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.