Zulme karşı durmak “iyilik”tir -Musa ve çoban kızlar-
KUR’AN-I HAKÎM’İN her emrinin altındaki hikmet insanın tefekkürü hiçbir zaman elden bırakmaması gerektiğini gösterir bizlere. Zira her birinin altında derin hikmetler vardır. Bunlar birer nirengi noktası olarak peygamber kıssalarında tamamen belirginleşir, kendisini iyiden iyiye hissettirir.
Kur’an-ı Hakîm’in her kullandığı lafız veya cümlede, bir hikmetin ve bir hakikatin ipucu vardır. Bazen öyle olur ki o an bize çok "sıradan" görünen bir lafızda bile çok büyük hikmetler bulunuyor olabilir. Bize düşen bunları hakkıyla irdelemektir.
Tam da bu noktada Musa aleyhisselam kıssasında geçen çoban kızlar meseli benim için çok öğretici oldu. Bir insanın –bu örnekte, salih bir insan olarak Musa peygamberin- her zaman, karşılaştığı her durumda yapabileceği bir iyilik niye zikrediliyordu? Belki o Mısır’dan kaçış yolunda çoban kızlara yardım ettiği gibi birçok kişiye yardım etmiş olabilirdi ama neden bu mesele özellikle bahis konusu edilmişti?
Gaye, zulme karşı durarak adaleti temin etmek
Musa aleyhisselam gibi bir insanın bu ve benzeri bir iyiliği her zaman yapabileceğini ve o fıtratta olduğunu biliyoruz. Oysa biraz daha dikkatle baktığımızda, Musa aleyhisselam’ın yardım gayesinin sadece iyilik yapmak olmadığını, aynı zamanda adaleti temin gayreti ve zulme karşı bir duruş olduğunu görüyoruz.
Derken, Medyen’in su kuyularına vardı ve orada hayvanlarını sulayan kalabalık bir gurup insanla karşılaştı ve onlardan biraz ötede kendi hayvanlarını uzakta tutmaya çalışan iki kız gördü. Onlara “(koyunlarınızı burada tutmaktaki) maksadınız nedir?”diye sordu. “Bu çobanlar işlerini bitirip uzaklaşmadıkça biz hayvanlarımızı sulayamıyoruz. Çünkü biz kızız ve babamız da pek yaşlı" diye cevap verdiler. (Kasas, 28:23)
Demek bu ahalide "hak" kuvvetlinin elinde ki, kızlar kuvvetsiz olduğundan sıra onların olduğu hâlde koyunlarını sulayamıyorlar. Ayetin devamında babalarının kuvvet bakımından zayıf olduğunu söylemeleri, bu kavimde adaletin ve hakkın gözetilmediğini açıkça gösteriyor. Bu hal Musa aleyhisselam’ın rikkatine dokunmuş olmalı ki vicdanı harekete geçip bu zulmü önlemeye çalışmıştır.
“Müspet” hareket mümkün; ancak meşru bir zeminde
Yoksa Şuayb aleyhisselam’ın diyarında iyilik sahibi birileri mutlaka vardır. Kur’an-ı Hakîm’in özellikle bu noktayı vurgulamasının "zulme karşı duruş" u ifade etmekte olduğunu düşünüyorum. Zira o ahalide hak kuvvettedir. Musa aleyhisselam’ın bu hakkı temin ederken kullandığı metot da önemlidir. Musa aleyhisselam daha önce yaşadığı ve ölümle neticelenen Kıptî olayının aksine bu sefer meseleyi iyice tahkik etmiş, değerlendirmiş ve ondan sonra harekete geçmiştir. Ancak bu hareketi de vurup kırarak değil, meşru ve daha çözümcü bir zeminde temin etmiştir.
Musa aleyhisselam bir köşeye çekilip bu memleketin sakinlerini irşada çalışmak gibi bir tavra da bürünmemiştir ancak diğer taraftan, eline kılıcı alıp ortaya da çıkmamıştır. Orta bir yol tutarak meşru bir zeminde hem zulme mani olmaya çalışmış, hem de bir nevi irşad vazifesini görmüştür. Zira zulme fiilen itirazını gösterip eliyle bir zulmü engellemiştir. Musa aleyhisselam hak ararken vurup kurmayı ve/ya bir köşede oturmayı değil, hareketi seçmiştir. Ancak müspet bir tarzda hakkını arama yolunu tercih etmiştir.
Burada da Kur’an-ı Hakîm bize adaleti teminde ve zulme karşı alacağımız pozisyonu gösterip, bizi her zaman meselelerin içyüzünü tahkik etmeye ve çözümcü bir orta yol tutmaya teşvik etmektedir.
Çoban kızlar sulamaya geldiği halde, güçlü-kuvvetli olmadıklarından sürülerini en son sulayabilmektedirler. Muktedirler karşısında bir şey yapamamakta ve çaresiz, onların ayrılmalarını beklemektedirler. Musa aleyhisselam ise bu garipliği fark edip zulme maruz kalan çoban kızlara meselenin iç yüzünü sormaktadır. Mesele hak ve adaletin temini olunca, Musa aleyhisselam acaba kızlar tarafında yanlış anlaşılır mıyım endişesi yaşamamış ve kendisi doğrudan iletişime geçmeyi tercih etmiştir.
İşte burada da yeni bir ders vermektedir bize kıssa: tahkik. Musa aleyhisselam bu durumu gördüğünde geçmişte yaşadığı Kıptî olaylarının aksine, meseleyi tahkik etmiş ve ancak ondan sonra yardıma karar vermiştir. Musa aleyhisselam meseleye “bunlar kızdır, güçsüzdür” gibi bir mantıkla da yaklaşmamıştır. Tahkik etmiş, iyice öğrenmiş, sürüyü ondan sonra sulamaya karar vermiştir. Yardım ederken de yine Kıptî olaylarındaki gibi bir sertlikle değil de meşru bir zeminde sürüyü, hakkını arayarak sulama yolunu seçmiştir.
“İsmet” sıfatı terakkiye mani değil
İşte bu kıssada Musa aleyhisselam’ın geçmişteki olaylara muhalif olarak, kendi hatalarını görüp düzelttiği dersini almaktayız. Bu gün peygamberlerin ismet sıfatına takılıp, kendi önlerini tıkayıp, onlardan alacağı dersi zayıflatan bizlerin bu düşünceyi bir kenara bırakması gerekiyor. Zira peygamberler hayatlarıyla bizlere hep aynı halde kalmadıklarını, geçmişteki bir hatada takılıp kalmadıklarını ve bunu tamir ettiklerini gösteriyor.
Mazlum konumunda olan kızları gören Musa aleyhisselam, hamiyet ve vicdan gereği mazluma yardımcı olmuştur. Onların zulme maruz kalmaları ehl-i hamiyet ve ehl-i gayret olarak Musa aleyhisselamı harekete sevk etmiş, o kızların ümit ve desteği olmuştur. Bizlere düşen mazlum olup elinden hiçbir şey gelmeyen kimselere; sükût koltuğuna kurulup, hikmet potasına girmelerini beklemek değil, hikmetin görünmesine ve çabuklaşmasına vesile olacak fiilî duada bulunmaktır.
İyilerce desteklenmek: en güzel iyilik
Kıssadan anlaşıldığına göre, çoban kızlar sürekli bu zulme maruz kalmaktadır. Şuayb aleyhisselam, diyarında süregelen bu zulme karşı duran birini görünce, o -adaleti temin eden- gençle görüşmek istemiştir. Hem ona bir teşekkür, hem bir teşvik, hem de etrafındakilere ümit olsun diye... İşte Kur’an kıssalarının her bir kelimesinde illa ki bir rahmet ve hikmet eseri görülmektedir.
Bunun üzerine Musa onların hayvanlarını suvardı. Sonra gölgeye çekilip; "Ey Rabbim, bana bahşedeceğin her hayra öylesine muhtacım ki" diye niyazda bulundu. (Kasas, 28: 24)
Dikkat edilmesi gereken nokta; Musa aleyhisselam’ın uzun bir yolculuktan sonra, muhtaç durumda olduğu ve oranın yabancısı olduğu hâlde, ayrıca o kavme karşı koyduğunda bir tecride maruz kalacağını bildiği halde onların “suyuna gitmeyip” zulme itiraz etmiş olmasıdır. Kuvvetlilerin tekerine çomak sokan bu gencin istekleri kabul edilmeyeceğinden Musa aleyhisselam tam bir ihlasla, O’nu hoşnut etmek için zulme itiraz ettiği Rabbine teveccüh etmiştir. Cenab-ı Hak bunu öyle bir surette kabul etmiştir ki, -bir rivayete binâen- Şuayb peygamberinin muhatabı kılıp, peygamberine onu tebrik ettirmiştir. Bu bir insanın başına gelebilecek en güzel hayırlardan biridir.
Haddi aşmadan, şükürsüzlüğe düşmeden…
Musa aleyhisselam kuvvetini Kıptî’ye yönelik kullandığında bu, cürüm olmuşken, çoban kızlar için kullandığında ise iyilik ve adaleti temin olmuştur. İşte aynı kuvvet bir yerde hak iken, diğer bir yerde cürüm oluyor. Burada da payımıza düşen hisse, var olanı hayra yönlendirmektir. İşlemiş olduğumuz bir hataya takılı kalıp ne o kuvvetimize küsmeli, ne de Cenab-ı Hakk’ın verdiği o kuvvetimizi kullanmayarak şükürsüzlük etmeliyiz.
Son olarak bu kıssa ile ilgili kendimize sormamız gereken şudur; adalet turnusolumuz kuvvet ile mi yoksa hak ile mi? Ya da kuvvetliden mi yoksa haklıdan mı yanayız?
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.