- 2676 Okunma
- 25 Yorum
- 5 Beğeni
BİZ DÖRT KİŞİYDİK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BİZ DÖRT KİŞİYDİK
Kapının bomboz rengi üzerindeki silik yazılar, muğber bir tebessümün kenarında sıkışıp kalmış gibiydi. Babamın adının yazılı olduğu ismin rengi, kendi gibi tutuk ve keskindi. Tıpkı kendi gibi, var ile yok arasında hiçlik kokan harfler, yıllara mağlûp düşüp ihtiyarlamıştı. Tahta kapının açılmasıyla birlikte burnumuza vuran nafiz toz ve küf kokusu, ansızın uyanıp kızarmama neden oldu. En son ne vakit buraya geldiğimi hatırlayamamam, başımdan aşağıya doğru bir terin boşalmasına meydan verdi. Utanmış mıydım? Bilemedim. Yâda geçiştirdim. Yanımdaki yabancı ihtiyara utancımı kapalı tuttum ve hole adımımı attım.
****
Ilık bir sonbahar sabahı güneş pencerede asılı duran perdenin ardından yüzüme yansırken, sırtımı güneşe döndüm. Bayram sabahının erken vaktinde başucumda duran yeni pabuçlarımın kırmızı rengi, güneşten daha parlaktı. Rugan ayakkabımın ucunu parmak uçlarımla okşarken, yağmur yağmaması için dua ettim. İçeriden gelen mırıltılar bağırtıya dönüşürken, pabuçlarımı kucağıma yorganın altına aldım. Yükselen babamın sesi kulaklarımda çınlamaya başlarken, kırılan tabakların sesi beynimin içinde korkunç bir raks tutturmaya başladı. Yorganı başıma kadar çekip, rugan ayakkabımı göğsüme bastırdım. Bu gün bayramdı ve ben muhtemelen sokağa çıkamayacaktım. Sevinir gibi oldum. Ayakkabılarım kirlenmeyecekti. Çarpan kapıların ardında annemin cılız ağlama sesi, inleyen kocaman bir tokadın ardından kesiliverdi. Korku yüreğimi hapsederken, kapımın kilidini üç kez kilitledim.
Rengârenk kâğıtlara sarılı şekerleri çok seviyordum, ne var ki bayramlara garez duyuyordum.
_ Banyo biraz bakımsız kaldı. Arzu ettiğiniz gibi değiştirebilirsiniz. Kiradan düşeriz.
_ Hım! Evet. Olur.
Banyonun sararmış fayanslarının arasına sıkışıp kalmış küfler, utancımı alt etmek üzereyken mırıldandım.
_ Uzun zamandır burada değildim. Biraz bakımsız kaldı ev.
Tavanın kireci gibi beyaz olan adamın yüzü, kasılır gibi oldu. Gülümsemeye çalışırken kırışık yanakları seğirmeye başladı. Bir şey söyleyecek sanırken, cümlesini yuttu. Boğazını temizlemekle yetinip, başını anlayamadığım bir şekilde ileri geri çevirdi. Seğiren mor damarlı ellerini kır saçlarına götürüp, hemen yanımızdaki diğer odaya yöneldi.
Duvarın pembe boyası sararmış tavanın solukluğuna çelişik, daha canlı gibiydi. Evin en hareketli ve ucube odasını, yıllarca ablamla birlikte paylaşmıştım. Ta ki o evlenip çok uzaklara gidince, bu odanın kahrını çekmek bana kalmıştı. Bu odanın bir dili olsa, neler anlatırdı diye düşündüm. Aynı anda irkildim.
Hemen şuracıkta pirinçten karyolam ve üzerinde sarı tülden dikilmiş eskitme güvertür, yanı başında duran iki kapılı ceviz gardırop, küçük bir ahşam sehpa üzerinde romanlarım, pencerenin önünde mor menekşelerim, duvarın dibine dizili duran bir iki oyuncak bebeklerim, yere serili olan renkli bir kilim ve kapının arkasında kilitte asılı duran paslı bir anahtar...
Bakışlarım paslı anahtara kayıyor. Buruşuk dudaklarından kelimeler süzülüyor. ‘ Hoş geldin. Uzun zaman oldu. Yoktun. Unuttun galiba beni. ‘ Sinirleniyorum. Huzursuzca kıvranırken, duvarda asılı duran takvim yaprağına gözüm takılıyor. Yirmi iki ağustos bin dokuz yüz seksen bir. Kulağımda ki figan, duvarları yalayıp geçiyor. Kirli duvarlara resmini çiziyorum. Beğenmiyorum, kolumun yeniyle silip tekrar resmediyorum. Gülen yüzünü yakalamaya çalışıyorum. Beynimin içinde gezinip duruyorum, hatırımda bir yüz canlanıyor.
Yüzünün arkasında saklı kalmış ürkek bir tebessüm. Mahzun çehresinden süzülen göz pınarlarındaki gözyaşları sitemkâr… Lakin sessiz ve itaatkâr... Korku nasıl bir şey… Hapsettiği yüzüne sahip... Yüzüme bakıyor.
_ Neden!? Neden tüm bunlara katlandık?
Başını çeviriyor. Yazmasının altına sıkıştırdığı bir tutam siyah saçı, yüzüne düşüyor. Avucunu yumruk yapıp başına yaslıyor. Bîçare gibi. Veya bana öyle geliyor. Çizik halinde ki ince dudakları kilitli… Kalın kaşlarının ortasındaki iki çizik, savunmasız. İçim sızlıyor. Gözlerime hücum eden yaşları yutkunuyorum. Bir el gelip yüreğimin üzerine gâvurca oturuyor. Mutfağa yönelen ihtiyarın arkasından, ayaklarımı sürüyerek ilerliyorum. Annemin soğuk anlamsız yüzünü, duvarlara teslim ederek.
***
Mutfak dolapların derisinden süzülen küf kokusunu, balkon kapısını açıp dışarıya salıveriyorum. Tezgâhın üzerinde ölmüş hamam böceklerini, elimin tersiyle itiveriyorum. Yaşlı adam beni görmezden gelerek, yerinden çıkmış prizi yuvasına yerleştirmeye çalışıyor. Arsızca mırıldanıyorum.
_ Elektrik ve su abonesini üzerinize alırsınız.
_ Bakalım.
Ne demek istediğini anlamıyorum. Önemsemiyorum da. Ölü toprağı üzerime serilmişçesine bir bıkkınlık üzerimi sarıyor. Kaçmak duygusuyla kavrulurken, balkonda duran siluete gözlerim takılıyor.
Uzun bir boy... Ve dimdik.
Kırlaşmış başının önünde parlayan, capcanlı deniz mavisi delici bir çift mavi göz. Buğday rengini çağrıştıran yanık bir ten... Sol gözünün altında seğiren bir damar. Yeni tıraş olmuş teni sağlıklı ve güçlü. Sabah güneşi vuran çehresi bir heykel edasında canlı... Gece yarısından sonra doyurulmuş bedeni, kıvrak ve mutlu. Doyurulmuş bedenine rağmen, doymamış ruhu aç ve hırçın. Bana yöneliyor gibi. Gayri ihtiyarı bir adım geri gidiyorum. Kalbim hızlıca atmaya başlıyor. Aşamadığım tek duygu bu, diye hayıflanıyorum. Bu sadece bir hayalet diye kendimi teskin ederken, ihtiyar adamın sesiyle kendime geliyorum. Aynı anda babamın silueti balkon zemininde eriyip gidiyor. Derin bir soluk alıp veriyorum. Yorulduğumu hissederek tezgâhın üzerine bedenimi yaslıyorum.
Yaşlı adam bir şeyler söylüyor. Duymuyorum. Uğuldayan kulaklarımı parmak uçlarımla ovalarken, tasdik edercesine başımı sallıyorum. Gözüm yeleğinin cebinde asılı duran köstekli saatine gidiyor. Zamanı geri döndürmek istiyorum. Cevabını bilmediğim sorular kafamın içinde tur atıyorlar. Kalabalığın arasından ablama doğru koşuyorum. Yeşil örtünün altında yatan melek yüzlü annemin dur demesine takılmıyorum. Kasılmış bedenine sarılıyorum. Hırçın bir kedi gibi miyavlamasından kan fışkırıyor. Suçlayan bakışlarını babamın seğiren gözlerine fırlatıyor.
_ Onu sen öldürdün. Bizi de!
Kalabalık fır dönüyor. Ablam dönüyor. Babam dönüyor. Tabut dönüyor. Ve benim başım dönüyor...
***
Tahammül sınırımın son safhasındayım. Bu ev duvarlarıyla birlikte beni boğuyor. Yaşanmış kirli hatıralar midemi bulandırıyor. Jean Paul Sartre’nin Bulantı kitabı aklıma geliyor. Kusacak gibi oluyorum. Ne alaka diye düşünüyorum. Can çekişir gibi oluyorum. Panik halinde buradan bir an önce kaçmak istercesine soluyorum.
_ Kira bedeli önemli değil. İhtiyacımda yok zaten. İstediğiniz kadar oturabilirsiniz. Yalnız şu kirli duvarları rengârenk boyayın isterseniz. Rahmetli anneme bir Fatiha okusanız yeterli…
Şaşkın bakışlarını yüzüme diken adamı, umursamadan avucunun içine evin anahtarını bırakıyorum. Bir şey söylemesine fırsat vermeden kendimi evin dışına atıyorum. Merdiven tırabzanına tutunuyorum. Boğazımda düğümlenen hıçkırığım artık serbest. Gözyaşlarım kan kusarken, öğürmeye başlıyorum. Gözlerimin etrafında dört kişi, fır dönüyor. Biz dört kişiydik diye mırıldanıyorum. Hangimize ağladığımı anlamadan, gözyaşlarımı gömleğimin yeniyle siliyorum.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
“Biz dört kişiydik” ne vururduk ama okeyin gözüne gözüne.(Bknz:okeye dördüncü aramak mevzuu)
Ne yalan söyleyeyim böyle bir başlık böyle bir çağrışım uyandırdı bende (ilk başta). Dramdan ziyade daha aksiyon içerikli bir yazı okuyacakmışım izlenimine kapıldım (ilk başta). Biz dört kişiydik Atos, Portos, Aramis ve Dartanyan... Biz dört kişiydik, Ataryemezsporun geri dörtlüsü, sağbek, solbek, bir ön libero bir de stoper... Biz dört kişiydik, Kadıköy-Pendik minibüsünün arka dörtlü koltuğundaki dört kişi...
Kötü anılara sahip bir gayrimenkulün izleri kelepir şekilde elden çıkarılması ile ne kadar silinebilir. Bilinmez.
Genel itibari ile verilmek istenen duygu, dram ağırlığı olabildiğince ağırlığını hissettiriyor. Buna mukabil yetmezmiş gibi daha da ağırlaştırmak için ekstradan çaba sarf edilmiş sanki. Birçok yerde tasvirlerdeki aşırı yoğunluk yazıyı boğmuş. Bazı yerlerde tasvirler tasvir ile abartı arasındaki çizginin tam üzerinde bir yerlerde duruyor. Allahtan çizgi hariç de kurtarıyoruz.
Örnek: “Kırlaşmış başının önünde parlayan, capcanlı deniz mavisi delici bir çift mavi göz.”
Öyle bir çift göz ki;
-Parlıyor
-capcanlı
-delici
-mavi
-hem de deniz mavisi
Bir sıfat daha ekleseydik sanırım abartıya kaçmış olacaktı :-)
Nazar boncuklarını saymazsak, içerik olarak okuyucuda istenilen etkiyi bırakmış, tebrikler hemşerime
Sürçi lisan ettiysek affola :-)
Selamlar, saygılar
Kalem bir kere kesinlikle oldukça iyi, hikayeden çok serüven gibi okudum ve şiir dilinde yazılmış konuların ardı arkası gelmiyor sürekli yinelenen bir yaşam var, ayrıca düşündüren bir anlatım tarzı gördüm, başarılı bir çalışma ve güne yakışmış, tebriklerimi sunuyorum, sevgi ve saygılarımla...
Sevgili Sevilay
Öncelikle oldukça hakkedilmiş bir beğeni olmuş. Böyle bir yazının güne gelmesi sevindirici. Gerçekten de bir edebiyat şaheseri. Ben aslında senin çok güzel uzun soluklu romanlar yazabileceğini düşünüyorum.
Geçmişimizde her birimizin yaşadığı ve anlatmakta zorlandığı nice anılar vardır.Bu da onlardan biri. Acı bir hayat o kadar ustaca aktarılmış ki okuyucuya, bir taraftan o acıları yazarla birlikte yaşamak, öte taraftan yazıdaki harika tasvirler...Kısacası her şeyiyle dört dörtlük bir yazı okudum kaleminden.
Kutlarım.,,
Ellerin ve gönlün hüzün görmesin.
Selam ve sevgilerimle.
tavanın kireci gibi beyaz olan adamın yüzü, kasılır gibi oldu. Gülümsemeye çalışırken kırışık yanakları seğirmeye başladı. Bir şey söyleyecek sanırken, cümlesini yuttu. Boğazını temizlemekle yetinip, başını anlayamadığım bir şekilde ileri geri çevirdi. Seğiren mor damarlı ellerini kır saçlarına götürüp, hemen yanımızdaki diğer odaya yöneldi........
.muhteşem....keşke seğiren kelimesini iki defa kullanma saydın ustam...ama kalemine hayranlık duyanlardanım...bilesin saygılarımla
İlginç bir hikaye.
yazarının çok fazla anlatacağı şey var aslında ama,
ancak bu kadarını paylaşmayı dilemiş okuyucuyla gibi geldi bana.
Güzel bir anlatım.
Okuyucuyu kendine bağlayabiliyor.
Keşke,
olaylar biraz daha belirgin olsaydı.
Hikayeyi çözemedi mi aklımız,
ruhu rahatsız oluyor insanın.
Güzeldi.
Hayat içerisinde insan kırabiliyor,dökebiliyor ve geriye dönüp bakmıyor bile. yaşarken yaptığımız eylem ve söylemler,n muhatabın ahirete göç etmesiyle büyük küçük nedametlere ve vicdan azaplarına dönüştüğünü,insanı kahreden birer anı olduğunu yaşayarak öğreniyoruz.
Onun içindir ki kızdığım zaman karşımdaki insan için içimde "Bu adam/kadın yarın ölecek" diyorum.
ve kurtuluyorum bütün dertlerden .
Bütün ihtirasım,nefretim menfaatimle alakalı duygularım siliniyor.
Ölsün ölmesin ben rahatlıyorum.
Yazınızı çok beğendim.
Kullandığınız dil fevkelade bizde.
Bir kaç yerde yazım hatası gördüm fakat önemli değil.
Tebrik ederim depğerli Sevilay Hanım.
Şu anda piyasada kitapları fink atan bir çok yazardan daha iyi olduğunuzu rahatlıkla söyleyebilirim.
Selam ve saygı ile.
Geçmişin içindeki düş kırıklıkları,korkular, acılar ve kaybettiğimiz sevdiklerimiz hepsi kaderin küçük parçaları değil mi sanki...
Her zaman ki gibi betimlemelerinizle okuduğum yazı gözümde canlanıverdi yine. Anıların istiflendiği ve yaşanmışlıkların duvarlara solgun siluetler çizdiği bir evin geçmişinde yaşamış kişileri ve daha nicesi vardı bu okuttuğun yazıda...
Uzun bir aradan sonra sizi yeniden okumak kendi adıma büyük mutluluktu...
En derin saygı ve selamlarımla...