- 789 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Aşk Damlıyor Düşlerin Kandilinden
Öyle bunaldım ki, bazen uçsuz bucaksız bir makilik içinde, çıplak ayaklarımı kanatana kadar yürümek istiyorum.
Öyle sıkıldım ki, aşkın külahlara doldurularak satıldığı, renkler ile takas edildiği bir sonsuzlukta çocuklaşmak istiyorum.
Öyle yorgunum ki, kendi mutluluğumun heybelerine şiirlerimi doldurup, bu küreyi defalarca dolaşmak istiyorum.
Öyle seviyorum ki aşk seni, yârin gözlerinde ayılmak, sıkılmış yüreğimi aşkla ferahlatmak ve gövdemi dizlerine uzatmak istiyorum.
Bazen, insan günün bitmesini hiç istemez. Ruhundaki yaşanası bütün güzellikleri başka bir âleme taşır iken. Yavaşça süzülür ışıklar, umut gönlümüzdeki sızı olur ve bir kadın ellerini çenesine dayayarak aşkı düşünür. Bazen, umutsuz bir vakadır sevmek. Kıyılarımızda hüzzam elim sendeler bizden çekip giderken. Sen ise böylesi anlarda güzelliğinin bağbozumlarında beni beklersin, kucağında bir şişe şarapla, dudağındaki o yaşanası hazlarla.
Tuz yaranın kırılgan iklimlerine çöreklenince yeryüzüne zamansız şimaller iner. Yüreğimizi paralayan ve sevdikçe gönlümüzü aralayan sevgi huzmelerinden geceleri dörtnala yılkılar geçer, bakarız arkalarından özgür düşünüşlerle, kaparız gönül kapımızı derin düşünüşlerle ve kepçede sızılı bir dudak gibi bölüşürüz buyruklarla parçalanmış sevda krallığını. Bütün topraklar kendini yeniler er geç, yenilenmeyen içimize batan gerçeklerdir. Bekleyişlerin kandili bu yüzden hep titrektir ve o alevlerle kor düşmüş yüreklerimizi içimize hapsederiz.
Öyle bir yangın artığıydı ki vakit, içimizden atlılar gelip geçerdi dörtnala. Gözlerindeki ışıltıları günle değiş tokuş ederdi an, ben ılıman bir mevsimin hicranlı sırtlarında aşkın atını beklerken, vakit geceye kıvrılan bir yosma gibi kur edip, ıslak tenimizde birbirimizin avuçları kanar iken. Geceler çağırıyorduk serkeş ruhumuza, umutlar besliyorduk korkunun kollarında ve el değmemiş anlar çağırıyorduk loş ışıklı bir odanın gıcırtılı karyolasında.
Umutlar kırık bir dala sürtünüyordu o anlarda. Vakit sevişmelere çağırır iken iki teni ve bedeni. Kadın dudağına uzanır erkeğin, an terli bir fanila olur çıkmazdı tenden ve yırtardı düşleri titrek elleriyle kadın. Hoyrat bir âşık gibi şarapla karıştırdığı hazzı içerken sevdiğinin dudağından, tenlerinden mutluluk sızardı. Ölümsüzlük tabletini yutarlardık birlikte. İşte o anlarda kuşlar konardı bedenimize ve koşardık çocuklar gibi kurumuş dere yataklarında.
Gizlenmiş bir aşkı arardık orada, yüreğimizdeki coşkuları dudaklarımıza sürmek için anları gözlerdik. Bir rüzgâr girmesin diye odaya biz tüm kapıları, pencereleri kapatırdık ve birbirimizin gözlerinde mahpus kalırdık. Ne güzel öpüşürdün ve ben seni her öptüğümde ölürdüm yeniden yaşamak için soluksuz kalırdım. Sonra bir yel seni benden alıp giderdi. Ben ardından üzgün, ben kokunu içime çekerek süzgün kalırdım yapayalnızlığımla. Sonra yıllar geçer içimizden. Her bir yolculuk sensizliğe taşır ikimizi de. Sen gerçeğine sarılırsın, ben senli düşlerin dişlilerine. Yanıp, yakılmak, ağlamak ve her gece birbirimizden habersiz yeniden sarsılmak ve düşlerimizin o mor tepelerinde hayatı arşınlamak.
Az sonra kendi içimizdeki dar geçitleri ne kadar istesek de aşamadığımızı anlardık, üşengeç bir edayla sarılırdık karanlığa ve yırtardık coşkuların peçesini diş izleri gıcırdarken gecede. Bitimsiz ve doyumsuz bir ayine dönüşürdü vakit, iç sesimiz olur çalışan saatler, uçarı ve dakik. Sonrasında yenilenir aynı dokunuşlar, törpülenir yırtılmış bir tenin kasığında seviler ve an aşk olur, aşk sen olur, kollarımın terkisinde doğarken yeni şafaklar.
Tüm bunlardan sonra, ne kaldı geriye diye bakıyorum arada bir. Dikişinden sökülmüş ve bin bir yerinden aşkla öpülmüş bir cümlenin kanla yağmalanan tülbendine yakarılar asmışız mevsimlerce. Güneşsiz derinliklerimizin esmer gecelerinde arsızca soyunmak yetmemiş düşleri yaşamaya. Aşkın ellerine uzanarak coşkularımıza onulmaz hazlar karıştırmak bizi yad etmemiş. Yetim bir iç ağrısının zencefil kokusuna uyanmışız sonra, çığlıklarla dualarımıza yapışan o mutluluk iniltilerini sıvamışız öksüz avuçlarımıza.
Bil ki yar, dalgayla sevişmedikçe deniz, ne öfke kendini bulanık denizlerde görebilir, ne deniz yangınla sörf edip tuzunu arıtabilir. Yosunlu gönlümüzün o aşk ekili girdaplarına her sabah inadına aşk ekeriz biz. Ancak, yorgun gövdemizin musallasına gövdemizi yardan başka hangi har yatırabilir, hangi yangın bizi böylesine asırlardır yakabilir!!!
Hikâyesi: Aşk kendi kabından taşan, kendi krallığını arayan ve o devasa saraylarında bile mutluluğu tadamayan bir düş yolcusu. Sonsuzluk demiyle paralanan yüreklerimizin o kahırlı tortusu. Ne yapsak susturamadığımız, ne etsek durduramadığımız o efsunlu düşünüşlerin yer yatağı. Gövdemizdeki asil dövmeler, gölgemizdeki masalsı dünler... O çocuk bakışlarımızla örselendiğimiz, o çocuksu kaçışlarımızla sarsıldığımız masal ovası..
Her çocuk biraz aşktır.
Yaşadıkça bunun asla farkına varamayacaktır.
Yüreğinizdeki çocuğa iyi bakmanız dileğimle...
Selahattin Yetgin