Ulaktan Ulağa
Ulaktan Ulağa
Hayata dair tezlerim olmuştur ama sonunda bu tezlerimi ispatlayacak somut kanıtlarım da var...
Hep iyiyiz, hep güzeliz, hep hoşuz… Öyle mi? Değiliz efendim değiliz bırakalım bu kandırmacayı.
Önceden çok önceden… İnancım daha taze ve daha büyükken. İyiliğin bütün kötüleri ve kötülükleri alt edebileceğine sonuna kadar inanmışken. Başka bir dünyayı hissedebilirken… O zamanlarda canımı acıtan herkesi affedebilir, görmezden gelebilirdim. Hatta iyiliğin onların vicdanlarında bir kapı aralayabileceğini sanır, bıkmadan, ısrarla devam ederdim. Kötülüğü yırtıp atacak kadar çok iyiliğin.
İyiliğin umut yitiriş tarihini tam olarak bilmiyorum, ama fark edişim Z’ ile aramızda olanlardan sonraydı.
Z
Bazıları uzak değildir, ama yakın da değildir. Uzak değildir; bir bekçi gibi hep yanınızda aldığınız her kararda, hayatınızı suların bir adayı çepeçevre sarışı gibi çevirip, yalnızlık ve boğulma hissiyle baş başa bırakmayı başarabilecek kadar... Ama yakın da değildir, çünkü yakınlık bir fotoğrafta yan yana durabilmek değildir. Yakınlık uzun uzun konuşarak değil, susarak anlaşmaktır, bakarak anlaşmaktır. Size siz olma şansını vermeyen kişi yakın olamaz.
Hissettiklerim ve düşündüklerimi, boydan boya parçalayıp kendi şeklini vermeye çalışan bir istilacıya tebessüm edebilmek, işte bu ıstıraplı bir şey.
Z’nin Amerika’ya gideceğini duyduğumda içimde birbiri üzerine devrilen zıt hisler. İnandırıcı olmayan bir hüzne karşı garip bir özgürlük ve hafiflik hissi… Ve sahiden öyle geçen koskoca bir yıl.
Sonra Z’nin dönüşü. Kızgın, acıtma, ağrıtma planları kurup da gelen. Onu aramayışıma kızan, aramızda oluşan o kıtalardan daha büyük mesafeyi hazmedemeyen. Önceleri umursamadım, tepkisizliğin en iyi yatıştırıcı olduğunu düşündüm. Fakat aklının sadece bazı bölümlerini geliştirebilmiş Z, öyle teşebbüslere kalkıştı ki, benim umursamayışla bir set, baraj haline getirmeye çalıştığım her şey oluk oluk aktı. O akıntıda tüm kasıtlı kalp acıtanlarımın resmini gördüm, kibar isteklerimi inceliksiz parçalayanları, göz bebeklerindeki bataklıkları görmezden gelmemi isteyenleri, bütün sustuklarımı ve ben sustukça kendine hoyratlık ehliyeti verenleri… Ve benim mecalsiz bırakılmış bütün zamanlarımı.
İşte o an uzaklara bıraktığım her acının hücumuna uğradı yüreğim. Üzerimden attığım, atmaya çalıştığım her ağrıyı bir anda giyinip, hissettim.
İşte Z’yi o anda; her şeyin hesabını sorabileceğim tek kişi olarak gördüm. Kendi hayal kırıklıklarım için, başka kıyılardan medet ummayı bırakıp, ilk kez bir kötülüğe karşı bu kadar cesur hissettim kendimi.
En az Z kadar acımasız ve Z’ninkinden daha kusursuz bir kötülük yaptım. Tereddütsüz hem de. O kötülük, geleceğe çıkma lüksü olmayan bir avuç “dün”ü orada gömdü aciz bir kudretle. Kötülüğün başka sözlük anlamlarını kabul etmese de dil kurumu, eski ve tükenmek üzere olan bir kalemle karaladım sözlük altına. Sonra kapatıp rafa kaldırdım.
Kötülük iyilikten daha geçmez bir iz bırakır.
Üstünden bir zaman geçince, kendi kendini onaran bir alet, bir makine gibi teselli cümleleri kurdum. “Boş ver” dedim “ güzel şeylerin ardından daha çok sızlar insan, kötü olanlarına nazaran” . Hem şimdi daha iyi tanıyor ve birbirinden ayırt edebiliyorum, ufacık da olsa değişme, iyi olma ışığı olanlarla, olmayanları.
“Her kim ki yalnızca kendine yardımı dokunur ve o da sözcüklerle, ona yardım edilemez”( İ.
Bachmann)
Bachmann, ya sözcüklerin dahi yaka silkindikleri ve uğramadıkları?
Sinem Ilgın Omay
YORUMLAR
Zaman zaman ben de düşünmüşümdür, iyiliğin gücü her zaman alt etmeye yetmiyor mu kötülüğü diye... Oysa zaman ispatladı ki, gerçekten iyi olan sonunda kazanır! Tabii, bu sondan ne anladığımıza da bağlı. Bu dünya ile sınırladığımızda bazan yanıldığımızı sanırız. Tüm güzelliğine rağmen iyinin kaybettiğini görür gibi oluruz, ama değildir, işte! İyilik her zaman kazanır: Çoğu kez burada, bazan da "asıl olan "öbür" tarafta... Tabii ki, bu kötülerin cezasını da öbür tarafa bırakalım demek değildir. Yapılabiliyorsa, bu tarafta da hadleri bildirilmelidir, kanaatimce. Artık biçilen ceza neyse...
Çok güzel anlatıldığından mı, duygularımla kesiştiğinden mi bilmem, ama beğenerek okudum yazıyı. Kaleminize, kelâmınıza sağlık, Sinem Hanım.
Selâm ile.
Bir dokunuş değildi yalnızca, Gülüşlerin enginliğine sığınan hüzünlerimin şaha kalkıp kalkıp yüreğimi acıttığı, sanki az ağlıyormuş gibi daha çok gözyaşına boğulduğu, nefesimi yiten yerinden tekrar doğurup acı vermek adına tekrar nefessiz kılan kelamlardı bunlar.
"Yaşadıklarınız unutulur, söyledikleriniz unutulur fakat hissettikleriniz asla unutulmaz. » Adam Fawer
Hislerimin aynasına sözcüklerimin yaka silkindiği yerden sordun, bilemedim...
Tebriğimle..
" Önceden çok önceden… İnancım daha taze ve daha büyükken. İyiliğin bütün kötüleri ve kötülükleri alt edebileceğine sonuna kadar inanmışken. Başka bir dünyayı hissedebilirken… O zamanlarda canımı acıtan herkesi affedebilir, görmezden gelebilirdim. Hatta iyiliğin onların vicdanlarında bir kapı aralayabileceğini sanır, bıkmadan, ısrarla devam ederdim. Kötülüğü yırtıp atacak kadar çok iyiliğin."
İnsanın canı yandığında, hele ki yakan kişi en yakını ise, işte o zaman yaptığı bütün iyiliklere hayıflanır, yaptığına yapacağına pişman olur. İhanete uğradığını hisseder.
Sevgili Sinem, çok güzel ve akıcı bir yazı, yukarıda alıntı yaptığım bölümü çok sevdim. Sen yine de iyiliğe iyilik değil, kötülüğe iyilik edenlerden ol. Kötülük, öykülerde kalsın inşallah:))
Tebrikler, çok sevgimle.