- 761 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ÇOCUK KAÇ LİRA EDER HAKİM BEY!
Hazan ile geçti gülşeni bustan
Eyler dertli bülbül zâr garip garip
Haraba yüz tuttu bezmi gülistan
Ağla şimdengeru var garip garip
Hançeri feleğin ucu ciğerde
Gittikçe artıyor yara bu serde
Diyarı gurbette tutuldum derde
Gel tabip yaramı sar garip garip
Emrah bizim elin gonca gülleri
Açılmıştır öter dost bülbülleri
Ben sefil sergerdan gurbet elleri
Gezeyim bir zaman yar garip garip
Ey ata-dede ocağımın dertli EMRAH’ı…
Derler ki bana, ismim senin Koşma’larınla bezenerek okunmuş kulağıma, uzak diyarların garip bir köyünde..
Doğrudur..
Tam o sıra, bu güne değin bana hiç açılmayan Hacet Kapısı açık olmalıymış ki; ne gülşeni bustanda hazanlarım eksik oldu, ne hançerin ucu ciğerimden el çekti, ne sefil sergerdan başka gurbet el tanıdım ben..
Mana aleminde yaşadı ruhum, her gün biraz daha incelerek..
Geçen gün, sarkan elektrik telerine kapılıp hayatını kaybeden iki çocuğun babasına devlet yetkilisi 300 bin lira teklif etmiş! Yani çocuk başına 150 bin lira!
*
Söyle Hakim bey, bir çocuk kaç para eder!
Beş para bile etmez! Görmez misin ki sen bunu! Asgari beş çocuk! emrinden sonra ortalık çocuktan geçilmez oldu! Ana rahmine düşer düşmez gelecekleri garanti altında nasıl olsa! Kendilerini dünyevi çıkarlar uğruna rezilce satanlar, bu masum çocukların hayatlarını satmaz da ne yapar!
*
*Yurtlarda, yuvalarda, Kuran kurslarında kız-erkek gözetmeksizin taciz edilen, tecavüze uğrayan bir ülkede, bu illerden birinin valisi çıkıp da “siz bunları bırakın şimdi! bakın ne güzel çalışmalarımız oluyor, siz onları görün asıl!” diyebiliyorsa…
*Dünyanın en eşsiz dini İslamdır! ve elhamdülillah bu toplumun yüzde doksan dokuzu da müslümandır! sözlerinin arşı alaya ulaştığı bu ülkede, gene nasıl oluyorda, dünyada eşi benzeri bulunmayan her türlü ahlaksızlık, çılgınlık, zulum ve akan kan dünyanın gözleri önünde tarih sayfalarına düşüyor damla damla!
*
Asil azmaz bal kokmaz! derdi rahmetli anacığım..
Şöyle bir bakın bakalım. Ballar ne hale geldi!
Asalet mi! O da ne ki!
*
"Köroğlu aslında eski bir asker ve sonradan dağa çıkan bir Celali eşkıyasıdır" der kitaplar, ki ben böyle eşkiyaya kurban olurum bin kere!
Ne diyor o ünlü, nefis dizelerinin bir dörtlüğünde:
Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır.
Ey benim yıllar öncesinden tam da bu günleri Görebilen KÖROĞLU’m..
O günlerden bu günlere değişen hiçbir şey olmadı gördüğün gibi…
*
Ne zalim beyler, ne sultanlar, ne paşalar, ne de ülkenin başına geçip, kendilerini Yaradan’ın elçisi sanan gözü dönmüşler eksik oldu bu bahtsız topraklarda…
Ve ne de kapı kulları, çanak yalayıcıları, suyunu içip, ekmeğini yediği bu aziz vatana ihanet eden soysuz namertler!
Lakin o yiğitlerden, o mertlerden var gene de bu memlekette. Hem de çoğu gencecik fidan...
*Bir otel odasına kapatılıp diri diri yakılsalar da..
*Ve bu müslüman! canilerin çoğu islamın bayraktarlığını yapan meclis koltuklarına oturtularak ödüllendirilmiş olsa da…
*İdam sehpasında bile Onun o servi boyuna karşılık, orantız, kısa urganı boynuna geçirip işkence etmeyi sürdüren şerefsizlere son sözleri “BEN KENDİMİ ÜLKEMİN BAĞIMSIZLIĞINA ADADIM!” deseler de hep bir ağızdan..
*Yaşayan ölü haline gelseler de..
*Devletin polisi tarafından meydanlarda, hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde, annelerinin gözleri önünde, başlarından art arda kurşulansalar da ve cenazelerinin kaldırılmasına bile izin verilmese de..
*Benim polisim görevini en iyi şekilde yerine getirdi! Deyip, karşılık olarak verilen yüksek maaşlarla onları cinnet sınırlarına getirseler de..
Ve Onlar Ki:
Bir an bile olsun onursuz, namert ve başı eğik yaşamaktansa, ölüme, koşa koşa
giderler en yüksek mertebelerde!
**
Hatırlıyorum bu gün gibi:
Beş yaşlarındaydım.
Hatay’ın Altınözü ilçesine bağlı Kabeyaz köyündeydik. Ramazan ayı olmalıydı ki, gecenin bir vakti bir pirinç pilavının mis gibi kokusuna uyanmıştım. Yanında üzüm hoşafıyla birlikte yemiştim bayıla bayıla. Sonra da her sabah nereye gittiklerini çok merak ettiğim için, ev sahibimiz Keleş teyzem ve kızı Suna ablamın yanına katmıştı, meleklerden de melek annem beni de. Uzun bir yol yürümüş koskocaman yemyeşil bir yere ulaşmıştık sonunda. Beni bir ağacın altına oturtmuşlardı. Onlar yığın insan olmuşlardı birden. Hepsi iki büklüm sıra sıra dizilmişlerdi. Bitmek bilmez bir gün aç susuz çalmışlardı.
Orucu bile orada açmışlardı.
Dönerken beni sırtına almıştı Keleş teyzem. Ben de kendimi hemen yere atmıştım. “Siz ne kadar çok çalıştınız. Hiç yorulmadınız mı Keleş teyzeciğim? demiştim de..
“Hiç yorulmadan, çalışmadan, terlemeden iş olur mu güzel kızım. Biz buralarda böyle çalışmasak, ter dökmesek, yediğiniz ekmekleri, daha başka şeyleri nasıl bulacaktınız...”
demişti canım Keleş teyzem de bana..
**
Geçenlerde bir şare hanımın, şair bir beyin şiirine yaptığı birbirinin benzeri samimiyetsizlik kokan yorumlardan birine rastlayınca, bu çocukluk anımı hatırladım yüreğim göz göz..
“Bu ne emektir! bu ne muhteşem bir eserdir!” diyordu..
Ve bu tür yorumlara o kadar sıkça rastlanıyordu ki..
"Ne emeğinden söz ediyorsun!" demek geldi içimden..
Bir insan yaptığı işte, ilgi duyduğu uğraşta ne kadar mahir ve başarılı olsa da. Bilgisi, tahsili, dünyayı gezip görmüşlüğü ve hayat deneyimleri ne denli geniş de olsa, -özellikle günümüzde- o ateşten gömlek denilen İnsanlık gömleğini giyememişse sırtına eğer, her şey nafile..
Beğeniler, güzellikler görecelidir bilindiği gibi..
Yaradan, gün olur verdiklerini geri alır bir bir..
İş odur ki; isanlık adına verdiğin emekler, çektiğin acılar, güzel ahlakın ve geride bıraktığın önemli, değerli ayak izlerin olmalıdır gene de…
Yoksa mezara bonservis olarak götüremezsiniz onları!
Kibrin, riyakarlığın, menfaatin, sahte kimliklerin yarış halinde olduğu bir dönemde bu tür kimselere her yerde rastlanıyor maalesef.
Hemen herkesin bilip tanıdığı ve hocaların hocası olarak tanınan bir üyemiz, bu durumu fark etmiş olmalı ki, bir tarihte yazdığım bir yazıya şöyle bir yorum getirmişti, ki hala duruyor...
"Değerli Arkadaşım.
Yaşın, mevkiin, statün ne olursa olsun ellerinden öpüyorum...
Bir sürü vıcık vıcık komedi ya da salya sümük ağlamalı magazin aşklarını( Kendi yazdıklarım da dahil ) okuyan ve sayfalarca yorumlar yazan ehl-i kalem arkadaşları da bu yazıyı atladıkları için kınıyorum.
Teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle. "
YORUMLAR
Değerli dost sevgili bilge şairem, insanı insan yapan değerler vardır
Bunlar Ahlaki ve vicdani değerlerdir, bunları izahı ancak ufku geniş, yani ufuk çizgisine ulaşan bir izanla açıklana bilir
Yolu insan olmaktan, medeniyetten geçer ,buda insanın geninde var
Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil, farklılıklarımız zenginliğimizdir
Lakin burada önemli olan husus, bizim gibi düşünmeyenlere, kibir ve zan ile iftira, yalan dolan kumpaslarla zarar vermemekten geçer, yani içimizdeki öfkeyi asaletimiz, özümüz, medeniyetimizle çürüğe çıkara bilmek, çok ehem niyet teşkil eder Vicdanın, cüzdana esir düşmemesi gerekir
Affınıza sığınarak anlatmak istiyorum, içimizdeki insanlık düşmanı olan hayvani duyguları yenmek gerek, bunu da vicdanımız, izanımızla aydınlık menzilimizle gerçekleştirmek mümkün
Bunu başaramadığımız sürece çirkinlikleri, acıları yaşamaya devam ederiz
İnsan içindeki hayvani öfke, insana ve insanlığa daha çok zarar verir
İçimizdeki hırs öfke egosu vicdanımızı tesiri altına alır ve izanımızı köreltir, menzilimizi ufuk çizgisinden ayırarak bir fındıkkabuğunun içine hapseder,imanımızıda zayıflatır
Bu tür bir zihniyet bulanıklığı maalesef insanlığı vicdanı, izanı kanatmıştır onuru, haysiyeti, şerefi yerlere çalmıştır
İnsanlık yakılmıştır ve insanlığı yakanlar alkışlanmıştır, vicdan, onur, şeref, haysiyet, asalet, öz, medeniyet, emek, asılmıştır,yani idama mahkum edilmiştir boğazlanmıştır
Bu karanlık ve gözü kara insanlık, bazı mevkii ve makamlara geldiklerinde vicdani konularda ketum sonuçlar doğura bilmiştir ve halen doğura bilmektedir.
Bu acı süreç halen tam gaz devam etmekte, tavan bile yapmıştır
Geçmişte yaşanan vicdani kararlarda işte bu öfke ve kinin insan geninde insan vücudunda büyüdüğü ve beyninde bilinçaltında sürekli beslenerek günü geldiğinde acı sonuçlarının doğmasına neden ola biliyor, insan hayatının değerinin hiçe sayıldığı bir vicdan muhasebesi doğa biliyor, kan kokusu ve gözyaşı bu tür(hayvani) cani insanlığı mutlu edebiliyor
Bir kedi, köpek, fare canı insan canından, daha kıymetli ola biliyor ve paha biçilmez değer biçile biliyor
Bu gerçeklik gerek günlük hayatta, gerek, gerek tarihi fırsatlarda yargı kararlarına vicdan-ı ret olarak ortaya çıka biliyor
Örnek 14 yaşındaki bir yavruya 29 yam, yam tecavüz ediyor ve bu maruz görüle biliyor ve fatura yine bu yavruya çıka biliyor ya da biri, bir ağır suçtan yargılanıyor kalemi kırılıyor idam kararı veriliyor bu karar sanki çok hafifmiş gibi birde yağlı urganla boyuna 3 kez dolanarak ağır, ağır can çekişerek, acı çekerek, ölümü sağlana biliyor sonuç değişiyor mu hayır
Burada aranan vicdan sahibinin, vicdanını firara göndermesi ve içindeki yani geninde geçmişten gelen egonun tatmini tezahürü içinde bulunduğu öfkeye kine kibire yenik düşmesi öne çıkıyor
Sonuçta tabiî ,kibir büyük pişmanlık, rüyalarına çekilen ve beynini hiç terk etmeyen bir huzursuzluk, karar sahibini ölüme kadar kovalıyor ve Allahın huzuruna yüzü kara vicdanı kara olarak toprağa gidiyor ,
Burada onu içinde barındırmak zorunda kalan toprak onu saran cepsiz kefen ve mezarı bile onu, bağrına basmaktan kemiklerini saklamaktan utanıyor
Siz asil yürekle dertleşme fırsatı bulduğum için ,zatı alilerinize ve cesur yüreğinize müteşekkirim
İyi ki varsınız
Saygı ile efendim
Yazının daha başından anlamıştım halden bilen, maldan anlayan olduğunuzu. Sonuna dek okuyunca emin oldum düşüncelerimde.
Fakat fazlac genelliyoruz derim yine de. Genelin içindeki bozulmuşluğu vuralım yerden yere. Kalan iyiliği ve güzelliği de yüceltelim.
En çok yalap şap, şapır şupur yapılan yazı yorumları konusunda kutladım kelimelerinizi. Dibine kadar doğru çünkü söyledikleriniz. Bir kaç kelime biliyor ve onları çok çok sevip kullanıyoruz galiba. Oysa özgün olmak daha yeğ. Hoştu yazı. Şimdi hoşa da hoş denilmeli değil mi? Tebrikle...