- 832 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SON AMANOSLULAR
Sıcak bir yaz günüydü. Henüz kuşluk vakti olmasına rağmen orman sıcak ve kasvetli bir havaya bürünmüştü. Ağaçlarda en ufak bir kıpırtı yoktu. Makilerin arasında gezinen böceklerin ve minik kuşların çıkardığı çıtırdılar da olmasa, orman adeta terk edilmiş gibiydi.
Fakat bu sessizlik sizi aldatmasın. Çünkü ormanın en kuytu köşesinde, önemli bir toplantı yapılıyordu. Toplantıya katılanlar, Amanos dağlarında yaşayan Kaplan, Kurt, Tilki, Ceylan ve Ayıydı.
Bu toplantının yapılmasını Kaplan istemişti. Çözümü imkansız gibi görünen sorunlarına, bu gün beklide bir çare bulacaklardı. Kaplan bu defa umutluydu. Zira Kaplan, Profesör Leylek ve Şahinin yardımıyla iyi bir plan yapmıştı.
Kaplan planı açıklamadan önce, arkadaşlarının en çılgın fikirlerini duymak istiyordu. Bu şekilde, içinde bulundukları durumun vahameti, ortaya konmuş olacaktı. Belki böyle bir ortamda, kendi çığlın fikri kabul görebilirdi. Kaplan söze nereden başlayacağını bilemiyordu, ancak tüm mesele en uygun anı yakalamaktı. Bu nedenle Kaplan sessizce önerileri dinliyor fikrini söylemek için, hiç acele etmiyordu.
Burası ine yapraklı Çam Ağaçları’nın ve Maki’lerin iç içe olduğu derin bir bölgeydi. Burada gözden uzak sayılırlardı. Ancak Ceylan hiç rahat değildi. Her an bir tehlikeyle karşı karşıya gelebilirdi. Aslında Ceylanın, yaşadığı güvensiz ortamdan dolayı, sinirleri iyice bozulmuştu.
Tilki, telaşlı telaşlı bir sağa bir sola yürürken:
“Bu iş böyle olmaz! Bir çare düşünmek lazım diyordu.
Ayı, üzgün bakışlarla arkadaşlarını süzdükten sonra başını öne eğdi ve:
“ bence kendimizi bir uçurumdan atarak hayatımıza son verelim. Hem sevdiklerimize bir an önce kavuşmuş oluruz dedi.
Kaplan, kükremeyle cevapladı Ayı’yı:
” Hey gidi koca Ayı, ayıp sana! Ayıp! Bu sözler sana hiç yakışmadı! Ayı bu sözlere diyecek bir şey bulamadı. O sırada Ceylan, olduğu yerde tir tir titriyordu.
Kurt, her zamanki kararında ısrarlıydı, bir adım öne çıkarak:
“Ordu kuralım! Saldırıya geçelim! Yıllardır kaçtık, saklandık da ne oldu? Çoğaldılar! Güçlendiler! Bizi hiçe saydılar. Yeter artık! Bir an önce harekete geçmeliyiz. Deyince Ceylan, bacakları titrer bir halde:
“Ne olur, böyle şeyler söylemeyin Kurt. Ben çok korkuyorum. Hepimizi öldürürler. Zaten benim peşimdeler. Onların cephaneleri, silahları var! benimse sadece bacaklarım. Fakat onları görünce öyle korkuyorum ki, koşmayı bile unutacağımı sanıyorum dedi.
Şahin, sakin bir tavırla:
“Korkma Ceylan, her şey yoluna girecek deyip onu teselli etmeye çalıştı. Fakat Ceylan, korku dolu gözlerle etrafındakilere bakıyor, çıkacak kararı sabırsızlıkla bekliyordu.
Ayı, Kurda dönerek:
“Ordu nerede söyler misin? Unuttuysan hatırlatayım. Bu dağlarda senden başka Kurt! Benden başka, Ayı yok! Derken Kaplan söz aldı:
“Evet koca Kurt! Bende Amanos’ların son kaplanıyım. Üzülerek söylüyorum, yıllardır saklanarak yaşadığım için, bir kediden farkım kalmadı. Sende biliyorsun! Yıllardır tek amacımız onlardan kaçıp, saklanmak! Sen dahi! Dolunayda yüksek sesle şarkı söyleyemiyorsun. Ayı dostumuz, bir parça yemek bulmak için köye inen eşini ve yavrusunu kaybetti deyince Tilki atıldı:
“Ah! Ne yazık! Hiç hoşuma gitmiyor ama, bende bu ormanda bir taneyim! Suda aksimi görmesem, ne kadar asil bir ırk olduğumu anlamam imkansız! Demesin mi?
Artık Kurt’un sabrı taşmıştı: “Ne olacak peki! Öneriniz nedir? Bizi buraya çaresizliğimizi hatırlatmak için mi topladınız! Diye hırladı.
Ceylan, aniden aklına gelmiş gibi haykırarak:
“Beni de unutmayın! Bende yıllardır çaresizce geziyorum ama kimseyi bulamadım. Aslında annem ve kardeşim vardı ama onları da bir köylü tuzağa düşürdü. Önceleri hapsedildikleri ağılın yakınına gidip seslendiğimde annem:
“Kaç kızım! Buraya sakın yaklaşma! diye bağırırdı. Ceylanın gözleri dolmuştu. Sesi titreyerek devam etti:
“Fakat sonra, günlerce seslendiğim halde annemin sesini duyamadım! Diyerek ağlamaya başladı.
Kaplan:
“Üzülme Ceylan, hepimiz buna benzer olaylar yaşadık. Hem korkmana da gerek yok. Bu sorun çözülene kadar barış içinde olacağız. Öyle değil mi arkadaşlar? Kaplan bunları söylerken Kurt’a ve Ayı’ya bakıyordu. Kaplan’ın, Ceylan’ı uzun zamandır himaye ettiğini herkes biliyordu.
Kurt :
“elbette! Bu kadar sorunumuz varken birbirimizi yemenin alemi yok! dedi.
Ceylan bir nebze rahatlamış görünse de, korkuları içini kemirmeye devam ediyordu.
Kaplan:
“arkadaşlar! Uzun zamandır üzerinde çalıştığımız bir plan var. Bu gün bu planı sizinle paylaşmak için toplandık. Sonra Kaplan, Profesör Leyleğe bakarak:
“Hadi anlat onlara dedi.
Profesör Leylekte, Ceylanın haline üzülmüştü. Kanadının ucuyla gözündeki yaşı silerken gözlüğünü düzeltirmiş gibi yaptı. Herkes Profesör Leyleğe bakıyordu. Bu konuda söz sahibi oluşu, birçok ülke görmüş olmasından dolayıydı. Hem birçok yere gitmiş, hem de gittiği yerlerde hayvan hakları ve sorunları konusunda araştırmalar yapmıştı. Hangi ülkede, hangi şartlarda yaşanıyorsa kayıt tutardı. Yaz boyu konakladığı yerlerdeki hayvanları bilgilendirirdi. Profesör Leylek, elindeki sopa ile hazırladığı haritayı işaret ediyordu. Boğazını temizlemek ister gibi:
“Öhö, öhö" diyerek söze başladı:
“Arkadaşlar, haritadan da anlaşılacağı gibi, durum oldukça vahim. Yok ediciler! Dört bir etrafı sarmışlar. Size geçen yıllarda da bahsetmiştim. Onlar ağaçları! Hatta dağları bile kemirip bölgelerini hızla genişletiyorlar. Size ait olan her şeyi, yok ediyorlar! Siz! Her biriniz, yalnızlık ve açlıkla mücadele ederken, bir yandan da bu, yok edicilerin tehdidi altındasınız. Bu durumda! diyordu ki,
Tilki dayanamayıp söze karıştı:
“Bunlar bildiğimiz şeyler Profesör! Sen bize planını anlat! Şu hep bahsettiğin Amazon Ormanlarına gitmenin, yolunu anlat! Deyince bir kargaşa başladı. Kaplan, bir kükreyişle sessizlik sağladı.
O sırada Baba Tavşan soluk soluğa geldi:
“Af edersiniz, biraz geciktim galiba dedi.
Şahin tünediği daldan uçarak Tavşanın yanına kondu. Kafasını bir sağa bir sola eğerek:
“Önemli değil sevimli tavşan, benimle gel senin için yeniden özetlerim" deyince Baba
Tavşan bir zıplayışta Ceylanın bacakları arasına girdi ve:
“Tabi önemli değil, siz kaldığınız yerden devam edin lütfen derken, korktuğunu belli etmemek için gülümsemeye çalıştı.
Profesör Leylek:
“Üzgünüm dostlarım Amazon yolculuğu sizin için oldukça zor, hatta imkansız! Fakat, hem özgür ve güvende olacağınız, hem de tehlikeye atılmadan yiyecek bulabileceğiniz bir yer var. Benim size önerim oraya göç etmenizdir dedi.
Ceylan:
“Hayır! Olamaz! Diye haykırdı ve:
“Profesör! Siz ne söylediğinizin farkında değilsiniz. Nede olsa uçabiliyorsunuz. Biz onlara görünmeden ne kadar uzağa gidebiliriz ki? Derken çenesi de, bacakları da korkudan titriyordu.
O sırada Ceylanın yakın arkadaşı meraklı Karga da oradaydı. Yalnız meraklı olsa iyi, üstelik komiklik yapmaya da bayılırdı. Aslında her maskaralığı Ceylanı mutlu etmek, onu biraz olsun gülümsetebilmek için yapardı. Fakat genellikle zamanlaması yanlış olurdu. Karga Ceylanın taklidini yaparak:
“Hayır! Olamaz! diye bağırdı, sonra biraz titreyip kendini yere atarak baygın numarası yaptı. Karganın bu hali, herkesi güldürürken Ceylanı oldukça sinirlendirdi. Ceylan, kendine bir çeki düzen verip Karganın üstüne üstüne yürürken:
“Şapşal şey! Hiç de komik değilsin! Beni yakalamak için ordu kurmuşlar. Neden dersin? Çünkü ben onlar için kıymetliyim. Ya sen! Sen hiç kafese kapatılmış bir karga gördün mü? Karga:
“yooo derken, gerisin geri zıplıyordu. Ceylan öyle sinirlenmiş diki, az önce ki ürkek halinden eser kalmamıştı.
“Tabi göremezsin! Onlar, senin ne etini, nede sesini seviyorlar diye bağırdı.
Karga Ceylanın bu sözleri üzerine küsmüş gibi yaparak:
“Amma da gerginsin! Sadece şaka yaptım. Hani sesimin güzel olduğunu sadece biraz kafiye yapmam gerektiğini söylüyordun, demek yalandı! Dedi. Ceylan etraftaki yırtıcılara bakınca kendine geldi.
“Ooooo af edersiniz, galiba fazla tepki verdim ama gergin olduğum doğru diyerek yerine geçti. Karga hemen uçup Ceylanın kafasına kondu:
“Önemli değil canım seni affediyorum dedi. Ceylan ve Karga’nın çekişmesi, bir an olsun herkesi güldürse de, asıl konuya odaklanmaları uzun sürmedi. Bakışlar yeniden Kaplan’ın üzerindeydi.
Kaplan daha önce Profesör Leylek ve Şahinle bu konuyu ayrıntılı bir şekilde görüşmüştü. Sakin görünmeye oldukça gayret ediyordu. Bu kararı arkadaşlarına açıklamayı tek başına göze alamazdı. Neyse ki bu zor kararı açıklamak için, Profesör Leylek ve Şahinden yardım alacaktı. Şahin uçarak, Kaplanın bulunduğu kayanın üzerine kondu.
Kaplan: “Arkadaşlar sessiz olun ve Şahini dinleyin deyince bakışlar Şahin’e çevrildi.
Şahin:
“göç edeceğiniz ormanı uzun zamandır gözlemliyorum. İnanın bana orda, burada olduğunuzdan daha emniyette ve daha mutlu olacaksınız deyince.
Tilki ukala bir tavırla:
“söyle de bilelim! Hangi ormanmış bu? Ben bu yakınlarda böyle bir yer olduğunu hiç sanmıyorum dedi.
“Evet! Var! diye karşılık verdi Şahin, bundan da oldukça emin görünüyordu.
Ayı: “İyi ama Profesör büyük ormanların dünyanın öbür ucunda olduğunu söylüyor. Hatta oradakilerin bile endişe içinde yaşadığını anlatıyor. Siz bu yakınlarda özgürce yaşayabileceğiniz bir orman var diyorsunuz. Böyle bir orman varsa, neden daha önce bahsetmediniz?
Profesör Leylek’te uçarak Kaplan’ın ve Şahin’in oturduğu kayanın üzerine geldi. Gözlüğünü çıkarıp kanadının ucuyla sildi ve gözüne taktı. Kayanın üzerinde bir sağa bir sola gezindi. Tekrar orta yere gelince durdu. Bu arada Ayı, Kurt, Tilki, Ceylan ve Tavşan’da sessiz bir bekleyiş vardı. Hepsi birer adım daha yaklaşarak kulak kabarttılar.
Profesör Leylek:
“Arkadaşlar, bu yakınlarda göç edebileceğiniz doğala yakın bir orman var dedi. Bunun üzerine her kafadan bir ses çıktı.
“Doğala yakın da ne demek! Diye Kurt en yüksek çıkışı yaptı.
Kaplan yine:
“sessiz olun ve dinleyin diye kükredi.
Profesör Leylek yine haritanın karşısına geçerek anlattı:
“Arkadaşlar! Amonos dağlarını takip ederek, ormanlık alanın bitimine kadar rahatça gidebilirsiniz. Şu nokta, varmak istediğimiz hedef! Ormanlık alanın bitmesi ile bu hedefe üç gecelik yolunuz kalır. Bu yolda büyük koloniler yok. Yine arada küçük ormanlık alanlar ve makiler var. Gündüz ormanlık alanlarda dinlenirsiniz. Çıplak arazileri gece yol alarak geçebilirsiniz. Üçüncü gece aşmanız gereken arazi, biraz zorlu ama bu son kısmı da gece karanlığında geçersiniz ve! hedefe varmış olursunuz!
Hepsi aynı merakla tutuşurken Ayı dayanamayıp sordu:
“Evet! Mantıklı görünüyor ama hala söylemedin! Doğala yakın ne demek? Gideceğimiz yer neresi?
Kaplan cevap verdi:
“Hayvanat bahçesi.
“Hayvanat bahçesi mi! Diye hep bir ağızdan bağırdılar. Kaplan:
“Dinleyin! Ve kararınızı ona göre verin dedi.
Kurt:
“Bu delilik! Esaret altında yaşamaktansa savaşarak ölürüm daha iyi! diye haykırdı.
Ayı da duyduklarına inanamamıştı.
“hey gidi Kaplan hey! Şimdi sana bu sözler yakıştı mı? Bu ne saçma bir fikir böyle! Kafeslere kapatılmak için kendi ayaklarımızla gidelim öylemi! Diye bağırarak şaşkınlığını belli etti.
Profesör Leylek:
“Hayır! Hayır! Sandığınız gibi değil. Beni dinleyin! Bu hayvanat bahçesi, bir çeşit orman!
Tilki:
Amma da yaptınız Profesör! Sandığımız gibi değilmiş! Onlara yakın olduğumuz için bile birçok sıkıntı ve tehlike yaşıyoruz, gidip teslim olunca ne değişecek! Bizi sağ bırakırlar mı sanıyorsun!
Şahin de onları ikna etmek için gayret ediyordu:
“Bakın dostlarım! Aylardır sizin için bu hayvanat bahçesini gözlemledim! Oradaki hayvanlarla konuştum! Aralarında sizin gibi ormanda yaşarken yakalanıp hayvanat bahçesine götürülmüş kişiler vardı!
Şahin, kimseden itiraz gelmediğini anlayınca, sesini yumuşatarak devam etti:
“Hepsi de orada yaşadıkları için şanslı olduklarını düşünüyorlar ve sizleri de, aralarında görmek istiyorlar dedi.
Ceylan:
“Ne! Gerçekten orada benim ırkımdan kimseler var mı? diye şaşkınlık içinde sordu.
Şahin:
“Tabi, hem de onlarca. Üstelik onlara sizden bahsettim. Ormanda yalnızlık çektiğinizi, zor şartlar altında yaşadığınızı anlattım. Sizin bir kahraman olduğunuzu düşünüyorlar. Sizinle tanışmak için sabırsızlanıyorlar.
Ceylan ağzı açık halde şahini dinlerken:
“Yaaa…. dedi ve hayallere daldı.
Ceylan hayvanat bahçesine giriyordu. Kapıda onlarca Ceylan, onu karşılıyor ve onu saygıyla selamlıyordu. Hele o ağzında, beyaz papatyalardan taç olan yakışıklı Ceylan, yanına gelip tacı kafasına koyarak hoş geldiniz güzelliğiniz gözlerimi kamaştırıyor demesin mi? Bu hayaller Ceylanın üzerinde pembe kalpleri uçuşturdu. Tabi yüzüne de geniş bir gülümseme yayıldı.
Kurt iyice sinirlenmişti. Şahin’e bakarak:
“Sen bu saçmalıklarla ancak Ceylan gibi saf birini kandırırsın! Demir parmaklıklar ardında yaşamak, eminim hiçbirinin hoşuna gitmiyordur! diyerek Şahin’e çıkıştı.
Profesör Leylek araya girdi:
“Lütfen arkadaşlar! Biraz dinleyin. Bu hayvanat bahçesi hepinizin kendini evinde hissetmesi için oldukça geniş ormanlık bir alana kurulmuş. Oradaki tek fark, insanların sizin yok olmanız için değil, mutluluğunuz için çalışıyor olmaları. Orada yaşarsanız kafeslere kapatılmazsınız. Size ayrılmış özel alanlarda özgürce yaşarsınız. Üstelik en sevdiğiniz yemekleri insanlar sizin için hazırlayıp ikram ediyorlar dedi.
Tilki:
“Ne yani! Orada kümeslerin kapısı yok mu? Saldırgan köpekler, yaygaracı horozlar yok mu? Yok mu?
Profesör Leylek başını sallayarak:
“hiç biri yok deyince Tilki, yelkenleri indirmeye başladı:
“sahiden mi? Yani burada bize düşmanca davranan insanlar, orada bize dostça mı davranıyorlar? Ama neden! dedi.
Profesör Leylek:
“Aynen öyle Tilki, İnanması zor ama bizi korumak isteyen insanlar da var. Bu insanlar, bizimde yaşama hakkımız olduğunu biliyorlar. Hatta bizi çok seviyorlar. Böyle insanların sayıları oldukça az ama neslimizin tükenmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Şu durumda, onlara sığınmaktan başka çareniz yok! Dedi.
Kısa bir süre sessizlik yaşandı. Hemen ardından büyük bir patlama ve sarsıntı oldu. Ceylan aniden sıçrayıp kaçtı. Biraz koştuktan sonra arkadaşlarının hala aynı yerde olduklarını gördü. Telaşla arkadaşlarının yanına dönerek:
“Ne oluyor! Bu korkunç seste neydi? Neden kaçmıyorsunuz? Diye haykırdı.
Kaplan:
“Sakin ol Ceylan. Yakında değiller. İnsanlar bunu bir süredir yapıyor. Galiba bu defa kayalarla kavga ediyorlar. Bu saldırının bizimle bir ilgisi yok. Onlara yaklaşmayalım yeter!
Profesör Leylek kafasını sallayarak:
“Hep aynı şey, her şey insanların rahatı için. Sanki dünya yalnız onlar için var dedi.
Ayı:
“Ne demek istiyorsun Profesör, daha önce böyle durumlarla karşılaştın mı?
Profesör bir iç geçirmeden sonra anlattı:
“Evet, daha önce görmüştüm. İnsanlar bölgeleri arasındaki mesafeyi kısaltmak için dağları parçalıyor ve ağaçlarımızı kesiyorlar. Hemen ardından orayı dümdüz edip, demir atlarıyla rahatça koşuyorlar. Buralara da hızla yeni koloniler kurmaya başlıyorlar ve! Sonrasını biliyorsunuz daha öncede söylemiştim. Tekrarlamak istemiyorum, derken Profesör’ün gözleri dolmuştu.
Kaplan:
“İyi düşünün! Kararınızı verin! Ya burada kalıp açlıktan ve ya insanlar tarafından öldürülmeyi bekleyeceğiz ya da! Hayvanat bahçesinde kendi soydaşlarımızla, bir arada ve emniyet içinde yaşayacağız! dedi.
Son birkaç yıldır insanların ormana ilerlemesinin bir son bulacağını düşünmüşlerdi. Şimdi böyle bir ümitleri yoktu. Onlar için yaşam gittikçe zorlaşıyor, çember daralıyordu. Artık bir karar verilmeliydi.
Bir gün sonra aynı saatte bir araya gelmek üzere ayrıldılar. Ertesi gün aynı yere gelen Kaplan, Ceylan, Tilki ve Tavşan uzun süre beklediler. Ancak Kurt ve Ayı gelmedi. Bu şekilde beş gün aynı yerde toplanan hayvanlar, Ayı ve Kurt’un gelmemesi üzerine iyice sinirlenmeye başladılar.
Ceylan:
“biz gidelim. Gelmezlerse! Gelmesinler! dedi.
Tilki yine bir sağa, bir sola giderken:
“ hah! Hah! Hah! Güleyim bari. Özgürlükmüş! Koca Ayı, burada kalınca özgür olacağını sanıyor. Bir gün seni yakalar ve burnuna halka takıp oynatırlarsa görürsün özgürlüğü. Ya o Kurt bozuntusuna ne demeli! Sanki biz savaşmayı bilmiyoruz. Kaplan kardeş, sen benim atalarımın ne kadar savaşçı bir ruha sahip olduğunu duymuşsundur. Zaten şimdide insanlara nasıl kafa tutuğumu biliyorsun. Allah aşkına söyle, hangimiz daha cesur, Kurt mu? Ben mi?
Kaplan Tilkiye vereceği cevabı düşünürken bir gürültü koptu. Kuşlar hızla kanat çırpıp uçmaya böcekler feryat figan bağırmaya başladılar. Çok geçmeden Ayı, paldır küldür atladı ortalarına:
“koşun! Koşun! yangın çıkmış hepimiz cayır cayır yanacağız! çabuk olun diye feryadı bastı.
Kaplan “birbirinizden ayrılmayın! Bizi takip edin! diyerek koşmaya başladı.
Ayı ve Kaplan önde gidiyorlardı. Ceylan bir süre olduğu yerde dona kaldı. Kaplan geri dönerek:
“haydi Ceylan! Buradan uzaklaşmalıyız. Korkma, beni takip et diyerek Ceylanı iteledi. Neyse ki Ceylan hemen kendini toparladı ve hızla koşmaya başladı.
Kaplan koşarken Ayıya “ Kurt’u gördün mü? o nerede diye sordu. “ hayır, bugün görmedim diye cevapladı Ayı.
Rüzgarın da eseceği tutmuştu, yangın hızla yayılıyordu. Yoğun duman tabakası yüzünden etrafı görmek, hatta nefes almak bile zorlaşmıştı. Bir an önce uzaklaşmaları gerekiyordu.
Fakat Baba Tavşan, onları takip etmeyip evine doğru koşuyordu. Oysa eşi durumu anlayınca çocuklarını alıp kaçmıştı bile. Pofesör Leylekte, Baba Tavşan’ı takip ediyordu. Onun yangının içine doğru koştuğunu görünce oldukça telaşlandı. Baba Tavşan yuvasına gelip yavrularını ve eşini göremeyince çılgına döndü. Profesör Leylek dumandan dolayı öksürerek Baba Tavşan’ın yanına geldi. Baba Tavşan eşine ve çocuklarına sesleniyor bir oyana bir bu yana koşturuyor alevlerden dolayı çalıların arasına giremiyordu. Profesör bağırarak “gel buraya eminim eşin ve çocukların buradan uzaklaşmıştır dese de Baba Tavşanın bir şey duyacak hali kalmamıştı.
Alevler Baba Tavşanın dört bir etrafını sarınca Profesör onu pençeleriyle yakalayarak yangından çıkardı. Baba Tavşan: “bırak beni! Karımı, çocuklarımı kurtarmalıyım diye debelendi ama neyse ki yangından uzaklaştılar.
Bu arada Kaplan ve diğer arkadaşları hızla koşarken yangının çepeçevre sardığı bir alana girdiler. Buradan çıkmaları için henüz tutuşmaya başlamış bir gurup maki’nin üzerinden atlamaları gerekiyordu.
Ayı çabuk davranıp karşı tarafa geçmişti. Tilkide zıplayarak geçti. Ancak Ceylan, yine ürkeklik edip vakit kaybetti. Alevler iyice yükselmişti. Kaplan Ceylan’ı iteledi. “haydi! Bunu yapabilirsin dedi. Fakat Ceylanın atlamaya cesareti olmadığı belliydi. Kaplan, önce kendi atlayarak onu cesaretlendirmek istedi.
Atlayarak karşı tarafa geçti. Fakat Ceylan hala tereddüt içindeyken daha korkunç bir şey oldu.
İki insan! Belli ki onlarda yangından kaçıyorlardı, yönleri az aşağıdaki köye doğruydu. O tarafta henüz geçebilecek kadar yer vardı. Bunlar orta yaşlarda iki avcıydı. Ceylan olduğu yerde donakalmıştı. Avcının biri Ceylanı fark etti. Diğer arkadaşına bakarak:
“ hey! Bak burada ne buldum. Biliyordum! Biliyordum! Bu dağlarda Ceylan olduğunu biliyordum dedi sevinçle.
Diğeri: “çıldırdın mı sen? Çabuk olup buradan gitmezsek yanacağız dedi.
Diğeri üsteliyordu: “bu gün eve eli boş gitmeyeceğim. Evdekiler birkaç kuşa razıydı, ben eve ceylan götüreceğim, diyerek silahını Ceylana doğrulttu.
Kaplan olanları görüyordu. Daha fazla dayanamadı. Geriye doğru çekildi. Tüm gücünü toplayıp koşmaya başladı öyle yükseğe zıpladı ki, buna zıplamak değil uçmak denebilirdi. Hedefi avcıydı ve! Tam isabet, avcının üzerine düştü. Birlikte yere yuvarlandılar. Ceylan olduğu yerden fırladı, sonra yanlış tarafa koştuğunu anlayarak aynı hızla geri döndü ve ateşin üzerinden zıplayarak geçti. Kaplanda vakit kaybetmeden toparlandı şimdi o da karşı taraftaydı artık.
Yere yığılan avcı da, kendini toparlamaya çalışırken arkadaşı kolundan tutup onu kaldırdı. “ peki bu dağlarda kaplan olduğunu da biliyor muydun? Diye sorarken ateş çemberinden çıkmışlardı.
Ayı ve Tilki az ötede durup, Kaplan ve Ceylanı bekliyorlardı. Hepsi bir araya gelince yine hızla koşmaya başladılar. Bir süre sonra Profesör’de onlara yetişti, Baba Tavşanı onların yanına bıraktı. Baba Tavşan iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Ceylan onu teselli etmek için “ üzülmeyin, karınız ve çocuklarınız benden bile hızlı koşuyorlar, eminim buralarda bir yerdedirler dedi.
Biraz dinlenmek için durmuşlardı ama alevler hızla yayılırken burada uzun süre bekleyemezlerdi. Daha uzağa kaçmaları gerekiyordu. Yıllarca içinde yaşadıkları evleri, ormanları gözlerinin önünde cayır cayır yanıyordu. Diğer küçük hayvanlar onlar kadar şanslı değildi. Bir çoğu kurtulamamıştı.
Kaplan: “hadi oyalanmayalım, birazdan insanlar bu bölgeye geleceklerdir. Yangını söndürmeye çalışacaklardır. Dedi.
Ceylan “yangını çıkaran da yine onlar değil mi? Diye sordu. Sesi hem ağlamaklı hem kızgındı.
Ayı hadi, konuşmayın harekete geçin dedi ve koşmaya başladılar. Baba Tavşan koşmadı, olduğu yerde durdu. Kaplan onu ikna edemedi ve yoluna gitmek zorunda kaldı. Bu arada Profesör Leylek, Baba Tavşan’ın ailesini arıyordu. Anne Tavşan ve yavrularını Kurt’la birlikte koşarken gördü. Hemen yanlarına gidip olanları anlattı. Sonra Baba Tavşanın yerini gösterdi. Birlikte oraya gittiler. Doğrusu, tavşan ailesinin kavuşması görülmeye değerdi.
Anne Tavşanda kocası için endişelenmişti. Neyse ki korktukları başlarına gelmedi. Vakit kaybetmeden diğerlerine yetiştiler.
Kaplan: “hedefimiz şu karşı tepeyi aşmak olsun. Umarım insanlar yangını daha fazla yayılmadan söndürürler dedi. Bulundukları yükseltinin en üstüne çıkınca durup yanan bölgeye baktılar. Kaplan doğru söylemişti. İnsanlar var güçleriyle yangını söndürmeye çalışıyordu. Ancak şiddetli rüzgar işlerini zorlaştırıyordu. Kaplan ve arkadaşları içleri acıyarak baktılar yanan ağaçlara ve içinde yok olan canlılara. Ceylan hıçkırarak ağlıyordu.
Kurt’ta: “ olanlara inanamıyorum! Biz insanlara bir şey yapmadık ki, neden sürekli bize zarar vermeye uğraşıyorlar? Neden! dedi.
Fakat bu sorunun cevabını onun gibi arkadaşları da bilmiyordu.
Durdukları yer, bir dağ köyü yakınlarıydı. Burada da uzun süre kalamazlardı. Karşılarında Amanosun yüksek ve ormanı sık olan bir bölümü duruyordu. Şimdilik tek çare o tarafa gitmekti. Bütün gün yürüdüler. Koşmak içlerinden gelmedi bir türlü. Çünkü ormanın hiçbir köşesi tam olarak onlara ait değildi. Bu dağlarda nereye giderlerse gitsinler huzur bulamayacaklardı.
Uzun zaman sessizce yürümüşlerdi ki Tilki, Tilkilik yapmadan duramadı:
“umarım insanlar oraya da küçük bir köy yapmıştır dedi.
Kurt: “ne dedin sen! Yangın sinirlerimizi bozdu ama bu kadarda saçmalanmaz ki! deyince.
Tilki: “ ben saçmalamıyorum. küçük bir köyün bize zararı olmaz. Gerektiğinde gidip tavuk yada yumurta alacağım birkaç kümes olsun yeter dedi. “
Ayı: “tabi tabi almak için, yoksa çalmak için değil” deyince bitkin hallerine rağmen hepsi birden gülmeye başladı.
Akşam karanlığı çökerken emniyetli gördükleri bölgeye gelmişlerdi.
Burada küçük bir dere vardı. Dereyi görür görmez hepsi birden serin dere suyuna atladılar. Bir güzel yıkanıp serinlediler. Ayı balık tutup arkadaşlarına ikram etti. Sonra kendi de karnını doyurdu. Tavşanlar ve Ceylanda karınlarını doyurup dinlenmeye çekildiler. Birkaç saat dinlenen kafadarlar, parlak ay ışığı altında konuşmaya başladılar. O sırada bütün gün ortalarda görünmeyen Şahin geldi.
Kaplan: “ neredeydin Şahin, iyi misin? Yangını söndürebildiler mi? Diye sordu.
Şahin: “ben iyiyim oldukça yorgunum ama olsun. Sizi de iyi gördüğüme sevindim. Evet, zor da olsa yangını söndürdüler dedi.
Tilki: “neden yorgunsun? Yoksa yangını söndürmek için insanlara yardım mı ettin? Diye sorunca,
Şahin gülümseyerek: “bilemedin Tilki, ben zavallı sincap ve farelerimin hayatını kurtardım dedi.
Tilki: “sen mi? Diye şaşkın bir ifadeyle sorunca Şahin: “karnım acıkınca bir kaçını atıştırdım ama çoğunu kurtardım. Sonuçta ben onlarsız yaşayamam dedi.
Anne Tavşan kaşlarını çatarak Şahine bakarken yavrularını arkasına aldı. Baba Tavşan da sinirlenmişti:
“çocukların yanında nasıl konuşulacağını bilmiyorsan! Gaganı açma tamam mı? Diye çıkıştı Şahin’e.
Şahin’in uykusu gelmişti bu nedenle lafı uzatmak istemedi:
“şakaydı canım, sadece şakaydı diyerek ortamı yumuşattı sonra bir ağacın dalına dinlenmeye çekildi. Diğerleri bir arada sohbete devam ettiler. Profesör Leylek tek ayak üzerinde dinlenmeye devam ederken söz aldı. Hayvanat Bahçesinden uzun uzun bahsetti.
Sonra:
Söyleyin bakalım, Kaplanın önerisini düşündünüz mü? diye sordu.
Henüz hiç birinde çıt yoktu. Kaplan sakin bir tavırla, arkadaşlarını tekrar ikna etmeye çalıştı:
“arkadaşlar belki bir gün, insanlar hata yaptıklarını anlayıp ormanları istila etmekten vazgeçecekler. Biliyorum böyle bir şey olsa da bizim ömrümüz bunu görmeye yetmez diyeceksiniz. Evet, haklısınız. Biz bunu göremeyiz. Fakat neslimizin devamını sağlamak ta bizim görevimiz değil mi? Bu ormanlar bir gün özgürce yaşanılacak hale gelirse, burada bizim çocuklarımız, torunlarımız yaşasın istemez misiniz? Şimdi söyleyin bana, kararınız nedir? Bu kaçışta beraber miyiz? Diye sordu.
Ayı bu kez hiç düşünmeden:
“ben seninle geliyorum dedi.
Ceylan:
“size güveniyorum nereye isterseniz gelirim dedi.
Tilki: Düşündüm taşındım ve sizinle gelmeye karar verdim. Bende kümeslerden tavuk çalmaya bayılmıyorum. Madem orada insanlar kendileri ikram ediyorlar, gitmemek olmaz dedi.
Tavşanlar zaten oldukça istekliydi . Baba tavşan:
“Bizde geliyoruz. Hem biz tünel kazarak hayvanat bahçesine girmenizi sağlayabiliriz dedi.
Kaplan Kurt’a bakarak:
“Ya sen dostum! Bu maceraya var mısın? Kurt biraz düşündü ve pençesini Kaplan’ın pençesinin üzerine koyarak:
“Varım dostum! seninle her maceraya varım dedi. Ve gökyüzüne bakarak:
“Amanoslar sizin olsun. Biz gidiyoruz uuuuu uuuu diye ulumaya başladı ki Ayı, Kaplan ve Profesör Leylek aynı anda şişşşt…… diye işaret ettiler.
“Yakınlarda insanlar olabilir, yerimizi belli etmek mi istiyorsun diye Kurt’u ikaz ettiler.
Profesör Leylek:
“Arkadaşlar gözlerim eskisi gibi değil, gece yolculuğunuzda size eşlik edemem. Fakat gündüz sizinle beraberim. Akşamüzeri hızla uçup gece alacağınız mesafenin sonunda sizi beklerim. Size, gece kaçışınızda Şahin eşlik edecek. Geçiş güzergahınızı kontrol ederek, size güvenli bölgeyi gösterecek. Bir tehlike anında sizi ikaz edecek. Onun uyarılarını dikkate alın lütfen dedi.
***Böylece Son Amanosluların Kaçış Serüveni Başladı.***
Amanos sıradağlarının büyük kısmında tehlikesiz bir şekilde ilerlediler. Amaçları çabuk davranıp ormanlık alanı akşam olmadan geçmekti. Akşam saatlerinde Ormanlık alanın bitimine yakın bir yerde, dinlenip geceyi bekleyeceklerdi. Gece, ormansız alanda hızla yol alacaklardı. Ancak hiç hesapta olmayan şey vardı. Dağın tepesine kurulmuş bir köyün etrafından geçmeleri gerekiyordu. Bu köyün bir tarafında yol çalışması vardı. Bir hayli kalabalık işçi grubu, geniş bir alanda çalışma yapıyordu. Köyün diğer tarafına doğru ilerlemeye başladılar. Bu arada köydeki köpeklerin dikkatini çekmekten korkuyorlardı. Sessizce sürünerek, köyün diğer tarafına geldikleri zaman onları kötü bir sürprizin beklediğini gördüler. Köyün bu yanında da bir kısım köylü ağaç kesiyordu. Hemen yanlarında ağaçsız, geniş bir düzlük vardı.
Bu düzlükte bir çoban inek sürüsünü otlatıyordu. Dağın daha aşağı kısmından yola devam etme imkanları da yoktu. Çünkü orada da ağaçlar daha önce kesilmiş yerini zeytin ağaçları almıştı. Burada da zeytin bahçesinde çalışan işçiler vardı. Bu manzara karşısında paniğe kapılan Ceylan ve Ayı:
“Dönelim artık! Burayı kimseye görünmeden geçmemizin imkanı yok dediler.
Kaplan:
“Bir çaresini buluruz hemen vazgeçmek yok dedi.
Neyse ki Kurt’un bir planı vardı.
Kurt:
“Burada sessizce bekleyin çoban köpeği Karabaş eski dostumdur, onunla konuşup döneceğim dedi.
Sonra Kurt sürünerek çoban köpeğine yaklaştı. Karabaş eski dostunun kokusunu almıştı. Çobana belli etmeden çalıların arasında bekleyen Kurt’un yanına gitti. Kurt Karabaş’a durumu anlattı. Karabaş:
“Ağaç kesenleri dert etmeyin onlar kendi işleriyle meşguller. Fakat Çoban sürünün etrafından gözünü ayırmıyor ama ben onu buradan uzaklaştırırım. Zeytinliğe doğru koşup Çoban’ı o yöne çekerim. Siz de o sırada sürüye karışarak ağaçlık alana kadar gidersiniz dedi.
Kurt:
“Peki inekler bize yardım etmeyi kabul eder mi? Diye şüpheyle sorunca
Karabaş:
“Merak etme arkadaşım, onları ikna etmem zor olmaz dedi.
Karabaş ineklere durumu anlattı onlarda Amanos’lardaki son yırtıcıların ebediyen gidiyor olmasına sevindiler. Yardım etmeyi kabul ettiler. Kurt’unsa Ceylanı ve Ayı’yı ikna etmesi hiç kolay olmadı. İnekler çobana fark ettirmeden yavaş yavaş bizim kaçakların yanına yaklaştılar. Karabaş’ın havlayarak koşması üzerine Çoban’da merak ederek Karabaş’ın arkasından koştu. Çoban sürüden uzaklaşınca planı uygulamaya koyuldular. İnekler bir çember oluşturarak bizim kaçakları aralarına aldılar. Ağaçlık bölgeye doğru ilerlemeye başladılar. Özellikle ağır adımlarla gidiyorlardı. Çünkü acele hareket ederlerse ağaç kesenlerin dikkatini çekebilirlerdi. İneklerin başı olan Sarı boynuz, Kaplan ve Kurda bakarak:
“Demek Karabaşın bahsettiği yırtıcılar sizlersiniz, pekte çelimsiz görünüyorsunuz. Zaten ben sizin zavallı, sefil yaratıklar olduğunuzu biliyordum deyince, Kara dana da ondan geri kalmadı:
“Karabaşın ricası olduğu için size yardım ediyoruz. Sakın sizden korktuğumuzu sanmayın dedi burnundan soluyarak. İnekler de bu tür laflar ederken bizimkilerden hiç ses çıkmıyordu.
O sırada ağaç kesen işçilerin arasında bir genç, işten sıkılmış etrafı seyrediyordu. Gözü gurup halinde ağır adımlarla giden ineklere takıldı. Yanındaki arkadaşına:
“hey! Benim gördüğümü sende görüyor musun? Sanki ineklerin arasında farklı ayaklar görünüyor dedi.
Arkadaşı gülerek: “nasıl faklı? Diye sordu.
Genç: “sanki ineklerin arasında Ayı, ve Kurt, ayakları görüyorum, sanki tilkide var dedi.
Arkadaşı kahkahayla gülerek:
“tabi aralarına ayı, kaplan alacaklar da böyle uslu uslu otlayacaklar çok komiksin dedi.
Genç işçide bu fikrin saçma olduğunu biliyordu zaten, yanlış görmüş olmalıydı, omzunu silkip işine döndü.
Nihayet bizim kafadarlar ağaçlık alana yetiştiler. Bizimkiler ineklerin tavrı ne olursa olsun onlara minnettardılar. Bu nedenle teşekkür ederek hızla koşmaya başladılar.
Ağaçların azaldığı bölgeye geldiler. Çalıların arasında biraz dinlenmeye vakit kalmıştı. Gece karanlığı çökünce koşarak uzun bir mesafe kat ettiler. Bu şekilde ikinci gece yol alırken makilerin bile olmadığı geniş bir düzlükten geçiyorlardı. Bazen uzakta görünen köy ya da kasaba ışıklarına bakıp yaptıkları çılgınlığa kendileri de şaşıyordu.
Bir ara bu düz ve ağaçsız alanın hiç bitmeyeceğini sanarak endişeye kapıldılar. Neyse ki Şahin, önceden belirlediği bir orman olduğunu haber vermişti. Şimdi de bu ormana yaklaştıklarını haber verdi. Şahinin, gece karanlığını delen çığlığını belki bazı insanlarda duymuştu. Fakat onlar anlayamazdı. Şahinin:
“Az kaldı dostlarım, biraz sonra emniyette olacaksınız dediğini.
Nihayet güneş doğmak üzereyken, bizim kaçaklar ağaçların arasına yetiştiler. Yorgun bir halde yerlere uzandılar. Yorgunluk ve açlıktan bitkin düşmüşlerdi.
Şahin onları Profesör Leyleğin beklediği yere getirmişti. Şahin:
“Sabaha az kaldı biraz dinlenip karnınızı doyurun sonra bir yere gizlenip akşamı bekleyeceksiniz. Gece hızla yol alırsanız güneş doğmadan hayvanat bahçesine geçer siniz. Deyince
Tilki yattığı yerden kafasını kaldırıp Şahine baktı. Sonra alay eder gibi:
“Demek hayvanat bahçesine geçeceğiz ha! Bu kadar kolay mı? Oradaki insanlarda bizi dört gözle beklemiyorlar herhalde dedi.
Şahin oldukça sakindi:
“Merak etmeyin insanlar değil ama oradaki hayvanlar sizi dört gözle bekliyorlar. Hatta yarın akşam, hayvanat bahçesindeki yüze yakın tavşan, çitin altını kazarak size geçiş yolu hazırlayacaklar dedi.
Tavşanlar:
“Bu harika! Diye bağırdılar ve sevinçle zıpladılar. Biraz dinlenip vakit kaybetmeden karınlarını doyurmaya çalıştılar.
Ceylan, Ayı ve tavşanlar için yemek bulmak kolaydı. Çünkü onlar ot yiyebiliyorlardı. Fakat Tilki, Kurt ve Kaplan bu konuda onlar kadar şanslı değillerdi. Ne yazık karınlarını doyuramadılar. Akşamı beklemek için bir mağara bulup orada uyumaya çalıştılar. Ceylan, Ayı ve Tavşanlar mışıl mışıl uyurken Tilki, Kurt ve Kaplanı uyku tutmuyordu. Çünkü aç karna uyumak zordu. Gerçi Tilki atıştırmalık bir şeyler bulmuştu. O en çok Kurt’un ve Kaplan’ın halini merak ediyordu.
Acaba Ceylanı ya da Tavşanları yemeği düşünüyorlar mıydı? Tilki bir gözünü açıp diğerini kapıyor göz ucuyla bir Kaplana, bir Kurda bakıyordu. Kaplansa kendi açlığından çok Kurdu düşünüyordu. Onun bir çılgınlık yapmasından Ceylana veya Tavşanlara zarar vermesinden korkuyordu.
Kurt belli etmemeye çalışsa da aklından geçenler onu bile ürkütüyordu. Gözünü her kapayışında Ceylanı kovalayıp yakalamaya çalışıyor fakat bir türlü yakalayamıyordu. Bunun rüya mı? Gerçek mi? Olduğunu anlamadan irkilerek gözlerini açtığı zaman, Ceylanın tam karşısında mışıl mışıl uyuduğunu görünce kulaklarını dikiyordu. Sonra da kendini suçlayarak kulaklarını indirip gözlerini sıkıca yumuyordu.
Kaplan, Tilki ve Kurt bu şekilde akşamı ettiler. Güneş henüz batmıştı. Şimdi yolun kalan kısmını kat etmek için havanın iyice kararmasını bekleyeceklerdi.
Tavşanlar uyanır uyanmaz bitki köklerini çıkarıp yemeğe başladılar. Kurt onları seyrederken Baba Tavşan bir parça kök çıkarıp Kurt’a uzattı. Kendide ağzındaki kökü çiğnerken:
“almaz mısınız Kurt? Bu kökler çok lezzetli dedi. Kurt’un ağzı sulanmıştı, fakat sebebi kökler değildi.
Baba Tavşan, Kurt’un aklından geçenleri anlamıştı. Hemen bir çukur kazıp saklanırken çocuklarına ve eşine de:
“Çabuk saklanın! Diye bağırdı.
O sırada Ayı ve Kaplan Bay şahin ve Profesör Leylekle konuşuyorlardı. Ceylan ve Tilki ise egzersiz yaparak yolculuk için forma girmeye çalışıyorlardı. Karga ise göç etmeye ihtiyaç duymadığı halde sırf merakından katılmıştı onlara. Kurt’un ve Tavşan’ların halini görende Karga olmuştu.
Karga Ceylanın kafasına konarak kulağına eğildi:
“Bana bak, çok dikkatli ol! Bu Kurt’un gözü göz değil. Ona fazla yaklaşmasan iyi edersin dedi.
Ceylan’ın yine bacakları titremeye başlamıştı ki Kaplan:
“Arkadaşlar hazırsanız yola çıkabiliriz. Eyer çabuk hareket edersek gün doğmadan hayvanat bahçesinde oluruz dedi.
Kurt az önce ki davranışına çok pişman olmuştu. Üzgün bir tavırla:
“Arkadaşlar ben yaşlı biriyim ve çok yoruldum. Size ayak bağı olmak istemiyorum. Siz devam edin ben burada kalıyorum dedi.
Sonra arkasını dönerek ağır ağır yürümeye başladı. Kaplan hemen bulunduğu yerden fırlayıp Kurt’un karşısına dikildi:
“Bu da ne demek şimdi! Onca yolu beraber geldik. Tam hedefe varacakken neden vazgeçiyorsun? Buna izin vermiyoruz! Bizimle geliyorsun diye bağırdı.
Kurt çok üzgündü. Ona güvenip birlikte yola çıkan dostlarına zarar vermeyi düşünmüştü. Bu nedenle kendini affedemiyordu. Üstelik açlıktan yürüyecek hali kalmamıştı.
Baba Tavşan, Kurt’un haline üzüldü. Kurtuluşa bu kadar yaklaşmışken onun burada kalmasına gönlü razı olmadı. Baba Tavşan Kurt’un yanına yaklaşarak:
“Arkadaş ben az önce yaşananları unuttum, sende unut Diye fısıldadı. Kurt sessizce beklerken. Kaplan:
“Bunu yapabilirsin Kurt! Sen ne zorluklar atlattın. Birkaç saat daha idare edebilirsin dedi. Sonunda Kurt’u ikna edip yola çıktılar. Bir saat kadar koşarak ilerlediler.
Ceylan, Ayı ve Tavşanlar önde gittikleri halde Kurt, Kaplan ve Tilki geride kalmıştı. Kurt ve Kaplan adeta sürünüyorlardı. Tilki onlara bir şeyler anlatıyordu. Kaplan ve Kurt hayır bu imkansız diye çıkışıyorlardı Tilki’ye. Tilki onlar kadar bitkin değildi bu sebeple bir Kaplan’ın bir Kurt’un yanına sokuluyordu. Onları bir şeye ikna etmeye çalışıyordu. Ayı, Tavşanlar ve Ceylan arkadaşlarının geride kaldığını fark edince durup beklediler. Hepsi bir araya gelince
Kaplan:
“arkadaşlar burada biraz dinlenelim nasılsa az bir yolumuz kalmıştır dedi. O sırada Şahin yanlarına geldi:
“size ne oluyor böyle! Yarım saatlik yolu iki saate aldınız. Böyle devam ederseniz gün doğduğunda enseleneceksiniz. Görevliler tavşanların kazdığı tüneli görüp kapatacak. Biraz acele edin dedi.
Kaplan ve Kurt çok perişan görünüyorlardı. Kaplan, Ayı’ya bakarak:
“siz devam edin şansımız yaver giderse bizde sabah olmadan çitlere yetişiriz dedi.
Ceylan:
“Hayır! Sizi bu halde bırakıp gitmeyiz diye haykırdı. Kurt’un açlıkla mücadele edecek hali kalmamıştı, Ceylan ve Tavşanları görmemek için gözlerini kapıyordu. Tavşanlar durumun ciddiyetini anlayıp gitmeleri gereken yöne doğru koşmaya başladılar. Ceylan Kaplan’ın bu yolculuğu ne kadar istediğini biliyordu. Kaplan’la ilk tanıştıkları günü düşündü. O gün annesinin hapsedildiği ağılın yakınına gitmiş ve annesinin orada olmadığını görmüştü. Henüz çok küçüktü. Ağlayarak saatlerce koşmuş annesini aramıştı. Sonunda bitkin bir halde bir kaya dibine yatıp anne! diye ağladığı sırada Kaplan gelmişti. Ceylan artık sonunun geldiğini düşünürken Kaplan onu yalayıp sakinleştirmek istemişti. Kaplan Ceylan’ı o halde görünce eşinin avcılar tarafından vurulup yavrularının kaçırıldığı günü hatırlamıştı. Onun yavruları da avcıların kucağında giderken anne diye ağlıyorlardı. Kaplan o günden sonra Ceylan’ı her şeyden herkesten korumuştu. Ceylan, Kaplan’ı bu şekilde bırakıp gidemezdi. Kaplan için bir şeyler yapma sırası şimdi ondaydı. Ne yapsam diye düşünürken aklına bir fikir geldi.
Kaplan’ın ve Kurt’un arasına gelip yere uzandı. Gözlerini kapadı ve:
“hadi beni yiyin dedi.
Kaplan ve Kurt’un gözleri kocaman açıldı. İkisi birden neee! Diye bağırdılar. Ayı gözlerini kapayıp:
“Olamaz! Bunu görmeye dayanamam diyerek döndü ve koşarak tavşanlara yetişmeye çalıştı. Kurt, Ceylana şaşkınlık içinde:
“Sen ne dedin bakayım! diye sordu. Ceylan hiç kıpırdamadan gözlerini açıp tekrar kapadı ve yine:
“Hadi yiyin beni ama çabuk bitsin fazla canım yanmasın tamam mı dedi.
Kaplan ne diyeceğini bilemiyor şaşkın şaşkın bakıyordu. Kurt pençesini uzatıp Ceylanı gıdıklamaya başladı.
“Seni gidi şapşal, aklın sıra bize cesaret dersi mi veriyorsun? Tabi senin gibi kemik torbası çelimsiz birini yemeyeceğimizi biliyorsun." Diyerek kahkahayla gülmeye başladı.
Kaplan da:
“Sen bizi ne sandın. Bize güvenip beraber yola çıkan arkadaşımızı yiyecek kadar onursuz muyuz?" dedi.
Kaplan ve Kurt eski enerjilerine kavuşmuş gibi ayağa kalkıp koşmaya başladılar. Ceylan da koşarak onlara yetişti. Kurt’a yakın koşarken:
“Sahiden böyle mi düşünüyorsun? Sence ben çelimsiz bir kemik torbası mıyım? Yani hiç çekici değil miyim?" diye soruyordu. Kurtta gülerek:
“Sadece şaka yaptım bence sen Amanosların en çekici Ceylanısın" dedi. Ceylan bu iltifata önce sevindi sonra:
“Ama bu dağlarda benden başka ceylan yok kiii!"
Onlar gülüşüp, koşarken, Ayı ve Tavşanlarda Şahinden olanları duyup sakinleşmişlerdi. Onlar da dönüp arkadaşlarına katıldılar. O sırada Tilki de az önce olanları düşünürken kendi kendine:
“Az kaldı, hepsi bitecek, iyi ki beni dinlemediler. Eyer beni dinleyip onu yeselerdi kendimi asla affetmezdim" diye söyleniyordu.
Hepsi bir arada koşarlarken Kurt aniden durdu. Arkadaşları da durup merakla:
“Ne oldu! Neden durdun?" Diye sordular. Kurt kulaklarını dikip dikkat kesilmişti. Arkadaşlarına dönüp:
“Duydunuz mu?" Diye sordu. Arkadaşları da hep bir ağızdan:
“Neyi!" Dediler. Kurt kafasını gökyüzüne kaldırıp "uuu uuu" diye uludu. Sonra uzaktan bir ses duyuldu "uuuu uuuu" bu ses hayvanat bahçesindeki kurtların sesiydi. Kurt hayretle arkadaşlarına bakıp:
“Arkadaşlar bu yıllar önce kaybettiğim eşimin sesi. Aman Allah’ım! O ölmemiş" diyerek koşmaya başladı.
Şimdi hepsi de son derece güçlüydüler. Öyle hızlı koşuyorlardı ki, Şahin uçarak onlara yetişmekte zorlanıyordu.
Sonunda tel örgülere yetiştiler. Tavşanlar gerçekten çok iyi çalışmışlardı. Ayı hariç tümü kazılan tünelden geçti. Ayı tünele üzgün üzgün bakarken:
“Ben buradan sığmam" dedi. Tavşanlar:
“Merak etme şimdi hallederiz" dediler. Aceleyle kazıp tüneli genişlettiler. Kaplan:
“Bir dakika bekle" diyerek tekrar dışarı çıktı ve "şimdi geç" dedi. Ayı tünelden geçmeye çalışırken sıkıştı. Kaplan:
“Bunu tahmin etmiştim" diyerek Ayı’yı itmeye başladı. Kurt da Ayının pençesinden tutup içeri çekiyordu. Sonunda Ayı’yı içeri geçirmeyi başardılar ama üçü birden üst üste düştü. Gülerek ayağa kalkarken Profesör Leyleğin sesini duydular.
“Gazi Antep Hayvanat Bahçesine hoş geldiniz."
Kaplan, Kurt, Ayı, Tavşanlar, Tilki ve Ceylan bir araya toplanmış yeni evlerini tanımaya çalışırken sesler gelmeye başladı, kumrular vakit kaybetmeden beklenen dostların geldiğini haber vermişlerdi.
Kaplanlar: “ biz bu taraftayız ahbap!" diye seslenirken, Tilkiler ve ayılarda bulundukları bölgeyi haber veriyorlardı. Kurt hanım, eşinin sesini duyunca sevinçten çılgına dönmüştü. Bizim Kurt’sa eşinin bulunduğu tarafa adeta uçarak gitti. Ceylan yine ürkek duruyordu. Bir kumru ona yol göstermeye çalışıyor “hadi ne duruyorsun herkes seni bekliyor" derken durduğu yerde hızla kanat çırpıyordu. Ceylan bir Kumruya bir Kaplana baktı.
Kaplan Ceylana yaklaşıp:
“hadi artık kendine bir aile kurmanın zamanı geldi dedi ve manevi evladını son kez yaladı.
Kaplan, Ceylan’ın arkadaşlarının yanına gittiğini görünceye kadar bekledi. Sonra o da kendi soydaşlarının bulunduğu tarafa gitti.
Tavşanlarda güle oynaya, kazdıkları tüneli kapatıp onlara ait olan bölgeye geçtiler. Tilkiler de kazma işinde Tavşanlar kadar iyiydiler, bu nedenle tilkimiz de ait olduğu guruba kısa sürede katılmıştı.
Fakat Kaplan, Kurt Ceylan ve Ayı, soydaşlarının yanına güvenlik tellerinden dolayı giremediler. Profesör Leyleğin talimatıyla sakince beklerken soydaşlarıyla tellerin ardından konuştular.
Sabah olup hayvanat bahçesi görevlileri ortalıkta dolaşan buraya ait olmayan hayvanları görünce çok şaşırdılar. Bu hayvanların nereden geldiğine bir türlü akıl erdiremediler. Bu yırtıcıların hiç direnmeden görevlilere teslim oluşu da hayret vericiydi. Görevliler onları ait olduğu bölgeye koyunca onların yalnızlığı da son bulmuş oldu.
Hayvanlar yeni evlerine zamanla alıştılar. Fakat vatanlarına olan özlemleri hiç dinmedi. Amanos dağlarını hatırladıkça hasret türküleri söylediler.
Ne de olsa, asıl vatanları orasıydı.
( Bu öykümü, tüm öykülerim gibi kitaplaştırmayı istiyordum bu nedenle yıllardır dosya halinde bekliyordu. Yıllar önce yine bir orman yangınına üzülerek kaleme aldığım bir öyküydü. Aradan yıllar geçti ve yok edici yanımız aynı hızla iş başında. Elbette kendi cinsini soğukkanlılıkla katleden insanlardan doğaya, hayvanlara acımasını bekleyemeyiz ama ben yinede aklımın erdiği, dilimin döndüğünce onların sesi olmaya çalıştım. Bu öykümü okuduğunuz için şimdiden çok teşekkür ederim. Saygılarımla...Leyla Gülsüren