- 723 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CAN KOLUKISA
Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu
CAN KOLUKISA...
Daha önceki “İstanbul Söyleşi Turu”mda Tiyatro Pera’da Nesrin Kazankaya’nın W. Shakespeare’den çevirdiği “Venedik Taciri”ni seyretmiş, oyunda oynayan bazı sanatçılarımızla (M. Ali Kaptanlar, Nesrin Kazankaya) da söyleşiler (arşivim) yapmıştım. Geçtiğimiz sezon (2010) ise, yine Nesrin Kazankaya’nın Türkçeye çevirdiği ve yönettiği, Anton Çehov’un yazmış olduğu “Vanya Dayı” adlı oyunu seyrettim. Oyundan önce de oyunda oynayan sanatçılarımızdan Levend Öktem, Linda Çandır, Aysan Sümercan ve senelerin usta oyuncusu Can Kolukısa ile sohbet ettim.
Tiyatro Pera, 2011 tiyatro sezonunda 10. yılını kutladı. Nesrin Kazankaya 2001 yılında Tiyatro Pera’yı kurmuş ve sanat yönetmenliğini üstlenmiş. Aynı çatı altında da “Pera Güzel Sanatlar Tiyatro Okulu”nu kurmuş. Ayrıca “Pera Tiyatro Lisesi”nin programını oluşturarak, Türkiye’de ilk kez bir tiyatro lisesi açılmasını sağlamış.
Usta oyuncumuz Can Kolukısa ile yapmış olduğum sohbetime geçmeden önce, isterseniz Nesrin Kazankaya’nın Tiyatro Pera’nın onuncu yıl kutlamasıyla ilgili söylediklerini beraber okuyalım:
TİYATRO PERA 2001-2011
“On yılı ardımızda bıraktık. Oniki erişkin, iki çocuk oyunu sahneleyip, bunun en az yedisini hâlâ oynayabilen bir repertuvar tiyatrosu kurabilmenin; kalıcı bir ekip oluşturabilmenin gururuyla onuncu yılımızı kutluyoruz!
Taksim’in ortasında, yirmi bir yıldır var olan, sanatın hemen her dalında eğitim veren Pera Güzel Sanatlar Kurumu binası, tiyatromuzun da kuruluşunu sağladı. Kurumun genel sanat yönetmeni ve kurucusu Sabahattin Özbakır’ın, sanata ve tiyatroya olan inancı ile bu başlangıcı yapabildik. Onbir yıl önce, binanın alt katındaki mekandan bir tiyatro salonu yapma çalışmalarımız; bugün artık kendini kanıtlamış bir tiyatronun, “Tiyatro Pera”nın, giderek artan yoğunlukta, yeni oyunlar, düşünceler, estetik arayışlar ve oyuncular üretme çalışmalarına dönüşmüştür. Pera Güzel Sanatlar Okulu Tiyatro Bölümü’nden mezun eski öğrencilerimden bir kısmı, artık birlikte sahne paylaştığım meslektaşlarım benim. Tiyatromuzun kalıcı ekibini onlar oluştuyorlar ve biliyorum ki, tiyatromuzun gelecekteki sahipleri de onlar. Sanat yönetimini, kuruluşundan bu yana birlikte çalıştığım dramaturg Şafak Eruyar ve eski öğrencim, oyuncu Zeynep Özden’le paylaştığım; kaynağını dört yıllık okulumuzdan alan “Tiyatro Pera”, bizimle aynı tiyatro anlayışına sahip konuk oyuncularımızın da desteğiyle, aynı sanatsal ve sosyal düşüncenin, aynı oyunculuk ve estetik üslübunun paylaşıldığı bir oluşumdur artık. Tiyatro sanatının haz duygusunu, seyirlik zevkini, estetik açılımlarını unutmadan akademik ve sosyal kaygılar güden, söylenecek “söz”de seçici, bir repertuvar tiyatrosudur. Sahip olduğumuz dünya görüşü, akademik eğitime verdiğimiz önem ve repertuvar politikamız, kimliğimizi belirliyor. Sahnemizin adı, “Eren Uluergüven Sahnesi”. 2004 yılında bir kaza sonucu çok genç yaşta yitirdiğimiz; sevgili asistanım, oyuncu Eren Uluergüven’in adı, tiyatromuz var olduğunca bizimle yaşayacak. Onu hiç unutmayacağız! Bu on yılın içinde ve ardında pek çok kişi, emek ve destek var. Onuncu yılımıza, onların emeğiyle ulaştık. Bir de teşekkür borçlu olduğumuz, her geçen yılla sayıları artan, geniş bir kitle var: İzleyicilerimiz. Seçimlerimizle buluşarak, bizi seçen; eleştiri ve övgüleriyle tiyatromuza sahip çıkan; sorumluluk ve yaratım çoşkumuzun kaynağı, “Tiyatro Pera” izleyicisi. Gururluyum. Ve biliyorum ki, daha nice on yıllar var Tiyatro Pera’nın önünde. Daha pek çok kuşak yetişecek bu mekanda. Türkiye’nin daha aydınlık yarınlara ulaşması için verilen mücadeleye, minik de olsa, hep bir katkısı olacak. Zor ve uzun öfke isteyen bir meslek seçtik. Kendimize güvenmek, şikayet etmeden daha çok çalışmak, daha çok üretmek; uzlaşmalar yapmadan bildiğimiz, inandığımız yolun takipçisi olmak zorundayız. Yapmamız gereken tek şey, inancımızı, aklımızı ve gücümüzü diri tutmak.
Tiyatro Pera’nın onuncu yılı kutlu olsun!” Nesrin Kazankaya / Tiyatro Pera Sanat Yönetmeni
Severek izlediğim Vanya Dayı adlı oyunu 1896’da yazmış Çehov. 1897’de tiyatro oyunları derlemesi içinde basılmış ve taşrada sahnelenmiş. Çehov’un hiç beğenmediği oyunu taşra seyircisi tam aksine çok beğenmiş. 1899 yılında Moskova Sanat Tiyatrosu’nda prömiyeri yapılmış. Oyun, doktor Astrov rolünü oynayan Stanislavski tarafından sahnelenir. Çehov, Yalta’da korku içinde haber beklemektedir, sonunda telgraf gelir: Büyük bir başarı! Hastalığı nedeniyle Yalta’da yaşayan Çehov, daha sonraları karısı olacak oyuncu Olga Knipper’e yazdığı 30.10.1899 tarihli mektubunda şöyle der:
“Prömiyerden sonra bütün gece telefon başındaydım. Bu ilk kez oluyor, şöhretim uyumamı engelledi. Oysa bu oyuna hiç de büyük umutlar bağlamamıştım.”
Maksim Gorki’de, Çehov’a şöyle yazar:
“Harika, müthiş bir iş! İşte bu yeni dram sanatı! Halkın boş kafalarına inen bir çekiç bu!”
Oyunu, “Halkın boş kafalarına inen bir çekiç!” olarak yorumlayan Maksim Gorki’ye karşılık, oyunu beğenmeyen başka bir edebiyat devi’nin de görüşlerini sizlerle paylaşmak zorundayım: TOLSTOY...
Tolstoy, oyunu ruhsuz, tutuk, zayıf ve ahlak dışı bulmuş; hiç beğenmemiştir. Çehov bu yargıyı küskünlükten en ufak bir iz taşımayan bir gülümsemeyle dinler. Tolstoy, Çehov’un öykülerini sevmekte ancak tiyatro oyunlarının hepsini korkunç kötü bulmaktadır. Çehov’un tiyatrosu onu öfkelendirir. Bir keresinde Çehov’a şöyle der: “Bence Shakespeare iğrenç şeyler yazmış ama sizinkiler ondan da kötü.”
“...Tiyatro Pera’da izlediğim “Vanya Dayı”, Nesrin Kazankaya’nın çevirisi, yönetimi ve Şafak Eruyar’ın dramaturjisiyle “farklı” diyebileceğim, ama her zerresine Çehov sıcaklığı, Çehov hüznü, Çehov gülümsemesi sinmiş, üzerinde titizlikle çalışılmış, çok özenli bir prodüksiyondu. Selçuk Yöntem (Astrov), Nesrin Kazankaya (Yelena), Aycan Sümercan, Can Kolukısa’nın oyunculuklarıyla taçlanan; Levent Öktem’in (Vanya) alışılmışın dışındaki yorumuyla beni şaşırtan bir prodüksiyon… Nitelikli bir Çehov oyunu izlemek isteyenler kaçırmasın…” Zeynep Oral /Cumhuriyet 12.11.2010
“Rus edebiyatının etkili ve güçlü sesi, öykü ve oyun yazarı, gerçekçi edebiyatın kendine has öncüsü Anton Çehov’un ‘Vanya Dayı’ adlı oyunu Tiyatro Pera’da seyirci ile buluşmaya devam ediyor. Tiyatro Pera Sanat Yönetmeni Nesrin Kazankaya’nın çevirisi ve sahne yorumu ile ilk gösterimi Uluslararası 17. Tiyatro Festivali’nde ilk gösterimi yapılan Vanya Dayı’nın bu sezon da Tiyatro Pera’nın Sıraselviler Caddesi’ndeki sahnesinde gösterimi başladı. Nesrin Kazankaya’nın yönettiği oyunun dramturjisi Şafak Eruyar’a dekor tasarımı ise Başak Özdoğan’a ait.Yüksel Aymaz’ın ışık düzeni ve Fatma Öztürk’ün kostüm tasarımı ile yorumlanan oyunda deneyimli oyuncular Levend Öktem, Seçuk Yöntem, Nesrin Kazankaya, uzun yıllar sahnelerden uzak kalan Can kolukısa, Aysan Sümercan, Linda Çandır ve Zeynep Özden gibi oyuncular görev alıyor.
Tiyatro Pera toplumsal ve sanatsal sorumluluğu, verili gerçekliği sorgulayan ve eleştiren tavrı ile ciddi sanat üretmenin bilincine dönüştürerek seyircisini önemli tiyatro yapıtları ile buluşturmaya devam ediyor. Sahneye taşıdığı oyunlarla insana, topluma ve içinde bulunduğumuz toplumsal ve siyasal yapıya yönelik eleştirel tutumunu sürdüren topluluk Vanya Dayı ile bir kez daha insanın içinde bulunduğu sıkıntılı durumu ‘geçmiş, bugün ve gelecek’ bağlamında irdeleyerek insanın kendine, içinde bulunduğu yapıya ve kültürel kodlarına yabancılaşmasından oluşan bunalım ve karamsarlığını neden sonuç bağlamında tartışmaya açıyor.
Anton Çehov Vanya Dayı’yı Rusya’nın çalkantılı bir döneminde kaleme alır.(1896)
Rusya da bu yıllar yoksulluk, açlık ve zenginlik ve şatafat içindedir. İnsanlar içinde bulunduğu durumdan rahatsızdırlar ancak çıkış yolu arama konusunda atalet içindedirler. Bu durum onları umutsuzluk içinde karamsarlığa sürükler. Çehov bu insanların iktisadi, sosyal ve kültürel durumlarını gerçeğe yatkın bir tarz ve yaklaşımla irdelerken aynı zamanda onların içinde bulunduğu psikolojik çöküntüye de dikkat çeker.
Bir yanda emeği ve namusu ile geçim derdi yaşayan Vanya ve yiğeni Sonya diğer yanda hazıra konarak, üretmeden, hayatını gösteri ve şatafatla sürdüren profesör Serebryakov ile onun genç ve güzel karısı Yelena arasında yaşanan çatışma oyunun temel sorunsalını oluşturur. Çehov bu sade ve yalın çatışmayı toplumsal ve sınıfsal bir çatışmanın lokal bir alanı olarak belirler.
Yönetmen Nesrin Kazankaya sade bir dille çevirerek anlaşılır kıldığı Vanya Dayı’nın sahne yorumunda Çehov’un geçmişle gelecek arasında sıkışmış fakat bir türlü çıkış yolu bulamayan bu insanların hayat algılarını ve kültürel durumlarını yaşama biçimlerini ve psikolojik gelgitlerini tüm yönleri ile ayrıştırarak sahneye taşıyor. Bu insanların her birinin dramla dolu yaşamlarını, hüzünlü yaşantı parçası olarak pastoral bir tablo gibi sahneye asıyor. Oyunda her sahne doğru ve dengeli bir gerilimle kurgulanırken oyuncular bu yorumun en önemli anlatımcısı olarak öne çıkıyorlar. Oyuncuların her biri sesleri ve tavırları ile metnin anlamına uygun özel bir oyunculuk örneği ortaya koyarken aynı zamanda melodrama kaçmadan ölçüsü iyi ayarlanmış bir duygu yoğunluğu da yaşatıyorlar. Deneyimli oyuncu Levend Öktem Vanya Dayı’nın her halini iyi düşünülmüş, özenli bir oyunculuk örneği ile abartıya kaçmadan yaşayan bir figür olarak seyircinin beğenisine sunuyor. Doktor Astrov da izlediğimiz Selçuk Yöntem sahnede rahat tavırları ile dikkat çekiyor, yorumladığı rolü sürekli canlı tutarak seyirciye hem kendini izletiyor hem de Astrov’un hallerini izleyicinin takip etmesini sağlıyor. Sinemadaki mütevazi oyunculuğu ile göz dolduran Can Kolukısa sahne de bu ölçülü oyunculuğu büyük bir ustalıkla devam ettiriyor. Yansıladığı Profesör rolü ile bütünleşmiş oyunculuğu ile sesi ve tavrına yedirdiği Profesörün içsel çelişkisi ve gündelik yaşantısındaki sıkıntılar gerçeğe yatkın bir üslupla sahneye taşınıyor. Profesörün genç ve güzel karısı olarak izlediğimiz Nesrin Kazankaya yorumladığı Yelena karakterini tüm yönleri ile ayrıştırarak canlı tutuyor ve yaşadığı değişimin her aşamasını inandırıcı bir oyunculuk örneği ile yorumluyor. Yelena’nın hayal kırıklığı, hüzünleri, umutsuzluğu ve arayışları Kazankaya’ dan önemli fotoğraflar olarak sahneye yansıyor. Oyunun en masum en içten ve ne saf figürü olarak her iki kuşak arasında köprü işlevi gören Sonya da izlediğimiz Linda Çandır Tiyatro Pera’da görev aldığı her oyunda aşamalı aşamalı oyunculuğunu geliştiriyor ve kendini dönüştürüyor. Sempatisi ve tavırları ile göz dolduran Çandır, Sonya’nın yer yer romantik yer yer hüzünle bezenmiş taze yaşamını yaşadığı bütün acılara rağmen yaşama sevincini yitirmeyen anlayışını yansılarken özenli bir oyunculuk örneği segiliyor. Oyunun yönetmen yardımcısı da olan Zeynep Özden, Aysan Sümercan, Volkan Aktan, İlker Yeğin, Ömer İvedi, Oğuz Turgutgenç ve Evrim Artut da Kazankaya’nın rejisinin ve görsel anlatımının önemli bir unsuru olarak öne çıkıyorlar.
Onuncu yılını kutlayan Tiyatro Pera şimdiye kadar sergilediği oyunlarla İstanbul’un yerleşik tiyatrosu olma yolunda önemli yol kat etti. Bir dünya klasiği olan Vanya Dayı Tiyatro Pera’nın doğru repertuar, ciddi yapım, nitelikli gösterim, sorumluğu olan bir sanat anlayışı ve duyarlı bir grup olmanın son örneği olarak tiyatro tarihine yazılmayı hak ediyor.” Tiyatro Dünyası / Metin Boran
Bu arada ben sizlere bir durumu itiraf etmek istiyorum: Şu okuduğunuz satırları daha önce hizmet ettiğim gazete veya dergiye yazmış olsa idim; çoktan söyleşi yazım bitmiş olacaktı. Çünkü bu kadar detaylı olmazdı, olamazdı da. Ancak bu şekilde beni sınırlayan yok!. “Yazını şu kadar satır yazacaksın!..” diyen yok. Dolayısıyla ben de yazımı çeşitli alıntılarla hem daha detaylı yazmış hem de daha renklendirmiş oluyorum. Fakat bu söyleşiler kitap olacağı zaman kısalmak zorundalar; birinci kitabım “Yaşamlarını Tiyatroya Adayanlar”da olduğu gibi. Yoksa bir kitaba ancak 8-10 söyleşi sığar...
Evet “ipin ucunu kaçırmadan”, yazımıza (söyleşi için birkaç satır daha sabır diliyorum sizden) devam edelim:
Birkaç gündür geçenlerde yayıncım ve dağıtım evim SAY YAYINLARI’nın gönderdiği Ayşegül Yüksel’in yeni çıkan kitabı “Uzun Yolda Bir Mola”yı okuyorum. Orada Tiyatro Pera ve Nesrin Kazankaya üzerine şunları yazmış Ayşegül Yüksel:
“... ‘Yazar tiyatrosu’ tanımına yaklaşan bir başka çalışmanın altında da Nesrin Kazankaya’nın imzası var. Kazankaya Tiyatro Pera’nın genel sanat yönetmeni. Tiyatrosu için sürekli oyun yazıyor, çeşitli metinleri sahneye uyarlıyor, oyun sahneliyor ve başrolde oynuyor. Kazankaya’nın Seyir Defteri (Julia) ile başlayan ‘yazar tiyatrosu’ eylemini, Dobrinja’da Düğün, Şerefe Hatıralar, Profesör ve Hulahup, Rahat Yaşamaya Övgü ve Quintet izledi. Kazankaya başka yazarların oyunlarını da sahneliyor ve bu oyunlarda görev alıyor. Yazdığı oyunlar farklı biçemleri içeriyor. Araştırmacı bir yazar Kazankaya. Tarihsel olanı toplumsal kırılma noktalarında inceliyor. Özgül bir oyunculuk biçemi peşinde değil. Oyunlarında sürekli bir kadro değil, role göre çağrılmış oyuncular görev alıyor. Bir başka değişle, yapımlara ‘prodüksiyon tiyatrosu’ anlayışı egemen. Kazankaya bu hızla oyunyazmayı sürdürecek mi? Sürdürmesi istenir, çünkü farklı oyuncularla ve birbirinden farklı metinle uğraşıyor. Bu da yaptığı tiyatroyu renkli ve çekici kılıyor...”
Bence Metin Boran haklı; “... Onuncu yılını kutlayan Tiyatro Pera şimdiye kadar sergilediği oyunlarla İstanbul’un yerleşik tiyatrosu olma yolunda önemli yol kat etti...”
Ben de Tiyatro Pera’ya, Türk tiyatrosuna şimdiye kadar yapmış olduğu katkılarına ve bundan sonra da aynı sorumluluk ve ciddiyetle yapacağı katkılarından dolayı teşekkür ediyor nice on yıllar diliyorum.
Eh, artık CAN KOLUKISA ile yapmış olduğum söyleşimize başlama zamanı geldi...
1934 Eskişehir doğumlu olan Can Kolukısa, İstanbul’un Aksaray semtinde büyümüş. Yani Metin Akpınar, Müjdat Gezen, Kemal Sunal gibi birçok sanatçılarımızın büyüdüğü semtin çocuğu. Işık Lisesi’nde okumuş. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde 1954-60 yılları arasında öğrenciymiş. Bu yıllarda edebiyatçılarımızdan Pınar Kür ile evlenmiş. Oğul Emrah Kolukısa da tiyatro oyunculuğunu seçmiş.
Ben, her zaman olduğu gibi aradan çekiliyor; sizleri usta oyuncumuz Can Kolukısa ile başbaşa bırakıyorum:
İstanbul’un Bostan tarlaları...
1934 Eskişehir doğumlu olmakla beraber ben İstanbul’un Aksaray semtinde büyüdüm. Arka mahalledeki komşumuz Şırat Demir ( sesalma cihazımda bu ismi tam olarak çözemedim. A.D) eski tiyatro sanatçılarımızdandı. Bazı oyunlar için bizleri alır götürür, ufak roller vererek bizleri oynatırdı. Tiyatro sevgisini bana ilk aşılayan oydu diyebilirim. Bir de ortaokul ve lise öğretmenlerimiz sürekli bizleri toplu olarak tiyatroya götürürlerdi. O yıllarda okulumuza gelen Reşat Nuri Güntekin’le de tanışmıştım. İlkokul sıralarında ise pek önemli gibi olmayan, ancak tiyatro sanatına olan eğilimimin temeli olan merakın yavaş yavaş başlamasına yol açan karagöz hacıvat oynatmalarını yapardım. Aksaray’da büyük bostanlarımız vardı. Akşamları mahallenin çocuklarına karagöz hacıvat oynatırdım. Bu figürleri kendim yapar ve oynatırdım mahalle çocuklarına.
Aksaray semtinde çok sanatçı yetişti...
Aksaray semti çok sanatçı yetiştirmiştir. Zaten bakarsanız Metin Akpınar, Müjdat Gezen ve Kemal Sunal... gibi tiyatrocu arkadaşlarımızın gençlikleri Aksaray, Fatih ve Çarşamba semtlerinde geçmiştir. Benim dönemim, ki 50’li yıllar; Müslüman olan halk genellikle İstanbul’un Fatih, Çarşamba ve Aksaray semtlerinde otururlardı. Gayri Müslimler de çoğunlukla Şişli ve Pera’da otururlardı. O yıllarda zaten İstanbul’un toplam nüfusu 5-6 yüz bin idi.
Üniversite yılları... Gençlik Tiyatrosu...
Işık Lisesi’ni bitirdikten sonra 1953 yılında İst. Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne başladım. 1953-60 yıllarında orada öğrenciyken İstanbul Üniversitesi’nin kültürel faaliyetleri olan Gençlik Tiyatrosu çalışmalarına başladım. Yani 1953 yılından bu yana tiyatro sanatıyla uğraşmaktayım. Avni Dilligil hocamızdı. Benim katıldığım sene Metin Serezli, Nisa Serezli, Erol Keskin, Senih Orkan, İlhan İskender, Avni Bey’in oğlu Erhan Dilligil... gibi arkadaşlar vardı. Onların dışında grupta tiyatro ile uğraşanlar olduysa da daha sonra tiyatro değil de, okudukları branşlarda kalmayı tercih edenler oldu. Bu saydığım arkadaşlar 50 küsur yıldır hala tiyatronun içindeler. Gençlik Tiyatrosu’ndan yazar da yetişmiştir. Bunlardan bir tanesi Asaf Öngören’dir.
Bizden ayrı gençlerin tiyatro grupları...
Bizim dışımızda yine üniversite gençlerinin oluşturduğu tiyatro grupları da vardı. Örneğin Genç Oyuncular: Arif Erkin, Atilla Alpöge, Çetin İpekkaya, Genco Erkal... gibi. Onlar daha çok tiyatro teorisi üzerinde, yani Türk tiyatrosunun geleneksel Türk tiyatrosundan modern bir Türk tiyatrosuna, ya da ulusal bir tiyatroya nasıl gidilir?in araştırmasını yaptılar. Bizler daha çok oyun ağırlıklı, uygulamalı, daha çok yerli yazarlara katkıda bulunabilecek oyunlar oynamaya çalıştık.
Uluslararası festivaller...
Grup olarak birçok yazarın da ilk olarak oyununu sergiledik. Güngör Dilmen’in “Midasın Kulakları” daha su yüzüne çıkmamıştı. Şehir Tiyatrolarında o zaman Max Meinecke vardı. “Kapıların Dışında” adlı antifaşist oyunu bizde oynatmıştı. Bir de başka bir fonksiyonu yerine getirdik: Uluslararası festivalleri başlattık Türkiye’de. 1954-55 Almanya Erlangen Üniversitesi Tiyatro Festivali’ne “Yarın Başka Olacaktır” adlı oyunla katıldık, üçüncü olduk. Ertesi yıl yine davet edildik. Necati Cumalı’nın “Boş Beşik” adlı eseriyle katıldık; birinci olduk. Metin Serezli, Erol Keskin ve Nisa Serezli gibi değerli oyuncular vardı grubumuzda. Büyük bir olay olmuştu; perde 22 defa filan açılmıştı. Ve bu Erlangen Festivali İstanbul Kültür Festivallerinin başlangıcı olmuştur. Yaklaşık 1964 yılına kadar sürdü bu festivaller.
Tiyatro eğitimim...
Konservatuara başvurduğumda oyuncuydum. Hocalardan birinin bana “... senin bizden alacağın bir şey yok; zaten yerimiz de yok...” demesi üzerine Parise gittim. Teori eksikliğimi gidermek istiyordum. O dönemde yazarlarımızdan Pınar Kür ile evlenmiştim. Onunla beraber gittik. O doktorasını ben de önce iki yıl (1964-66) Sorbonne Üniversitesi Tiyatro Enstitisü’nde tiyatro öğrenimi yaptım. 1966-68 yılları arasında da Unesco /Paris Tiyatro Üniversitesi’nde profesyonel oyunculuk kurslarına katıldım. Orada önemli yazar ve teorisyenlerle çalıştım.
Paris’ten dönüş...
Paris’ten dönünce sırasıyla Cep Tiyatrosu, Oda Tiyatrosu, Sahne 8, Sahne Z, Küçük Sahne ve Halk Oyuncuları’nda çalıştım. Örneğin, Oda Tiyatrosu’nda Mücap Ofluoğlu, Cahit Irgat ve Altan Karındaş gibi Türk tiyatrosunun değerli oyuncularıyla oynadım. Küçük Sahne’de ise Haldun Dormen’le çalıştım. Halk Oyuncuları’nda Devri Süleyman ve Pir Sultan Abdal, Yaşar Kemal’in Teneke adlı oyunlarda oynadım. M. Keskinoğlu, E. Fosforoğlu ve Kenterler’de de konuk oyuncu olarak çalıştım. Şimdi de Vanya Dayı oyunu için Tiyatro Pera’da konuk oyuncuyum.
Bir iki de oyun sahneledim; 1971’de Ankara’da Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” oyununu sahneye koydum.
Karanlığa gömülen tiyatromuz...ve sinema
Türkiye faşist bir döneme girince, tiyatromuz da bir karanlığa gömüldü. Uzun yıllar tiyatronun dışında başka işler yapmak zorunda kaldım. Sinema ve televizyon çalışmalarım başladı. İlk sinema filmim Zeki Alasya’nın ilk yönetmenliğini yaptığı filmdi. Destek olsun diye rahmetli Turgut Boralı filan oynamıştık. İlk önemli filmim Zeki Ökten’in yaptığı “Kapıcılar Kralı” idi. Rahmetli Kemal Sunal’la oynamıştım. Ondan sonra da en önemli filmim olan “Züğürt Ağa”dır. Bizleri tanıtan bir filmdir Züğürt Ağa. Bu film bana sinemayı sevdiren bir film olmuştur. Sonra da televizyon çalışmalarım başladı. Çok dizide oynadım. Benim için önemli olan “Yabancı Damat” ve “Hanımın Çiftliği” adlı uzun süren dizilerdi. Çoğu dizi de tutmadı diye kaldırıldılar.
Diziler ve devlet politikası...
Diziler çok çabuk tüketliyorlar. Ekonomik olarak güvencemiz yok!. 50 senedir bu böyle! Şimdi çok yönlü bir sendika girişimi var; sadece oyuncular için. Yasanın bu kalıplar içinde başarılı olacağını sanmıyorum. Çünkü iktidarlar istemiyorlar. Başbakan Erdoğan sokakta çelik çomak oynarken biz 50’ler de bu sanat yasalarını hazırlıyorduk.
Tiyatro çalışmaları içinde mutluyum. Film çalışmaları artık pek olacağını sanmıyorum. Yurtdışında genç yönetmenlerimiz var. Belki onların girişimleriyle yeni çalışmalar olabilir. Sinema yaratacak bir heyacan olması gerekli. Entellektüel düzeyde potensiyelimiz yok. Vardı bir zamanlar; onu da kaybettik. Daha doğrusu 40-50 yıl önce vardı bu potensiyel; bir durgunluğa girdi. Belki 30-40 yıl sonra bir savaş filan yaşarsak belki bir şeyler çıkabilir...
Ödüllerim...
1985 - ZÜĞÜRT AĞA - Basın Eleştirmenleri En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü,
1995 - Düş, Gerçek, Bir de Sinema – 8. Ankara Film Festivali En İyi Erkek Oyuncu Ödülü,
1997 – Ev Ona Yakıştı – Ankara Uluslararası Film Festivali En İyi Erkek Oyuncu Ödülü.
Filmlerimden örnekler...
Arabesk, Kapıcılar Kralı, Postacı, Züğürt Ağa, Kuruntu Ailesi, Asılacak Kadın, Selamsız Bandosu, Geçmiş Bahar Mimozaları, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Kurt Kanunu, Tersine Dünya, İz, Kurtuluş, Yaban, İnsan Kurdu, Utanmaz Adam, Yaşar Kemal Belgeseli, Koltuk Sevdası, Asmalı Konak, Abdülhamit Düşerken, Memleket Hikayeleri, Eve Dönüş, Bıçak Sırtı, Kara Duvak, Düğün Şarkıcısı, Hanımın Çiftliği... gibi.
ADEM DURSUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.