- 1145 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Halim'in dileği
Halim oldukça kilolu bir çocuktu. Yaşıtları boyuna, o enine büyüyordu. Halim bu duruma için, için üzülüyor ama belli etmiyordu. Arkadaşları ona sık, sık takılırlardı. Halim onların şakalarına sabırla boyun eğer, karşılık vermezdi. Yine böyle bir gün Emre ona şaka yapıp eğlenmek istedi. Eğer kendisiyle iki sokak ötedeki markete kadar yarışır ve öne geçebilirse ona koca bir külah dolusu dondurma alacağını fakat kaybederse bu defa Halim’in ona dondurma ısmarlayacağını söyledi. Halim bu teklifi hiç düşünmeden kabul etti. Çünkü dondurmaya bayılırdı.
Çocuklar sokağın başında durdular. Emre ondan geriye doğru saymaya başladı:”on, dokuz, sekiz…”maksadı Halim’i iyice heyecanlandırıp gaza getirmekti. Sayması sona erince Emre yaydan çıkan ok gibi öne fırladı. Uzun boylu ve atletik bir yapıya sahipti. Okulda basketbol oyununda birinciydi. Halim yarı yola gelemeden nefes nefese kalmıştı. Kan ter içinde sürünürcesine ulaştığı yolun sonunda yorgunluktan yere yığılıp kaldı. Arkadaşı çoktan varışa ulaşmış ve onu bekliyordu. Acımasız çocuk kollarını havaya kaldırarak yumruklarını sıkıyor zafer kazanmış komutan gibi sırıtıyordu. Üstelik bir de tekerleme uydurmuştu:”Halim Halim ne olacak senin halin, şişko Halim alınca dondurmayı yerim.”
Zavallı çocuk o kadar bitkindi ki güçlükle ayağa kalktı. Hala hızlı, hızlı soluyordu. Arkadaşına verdiği sözü yerine getirmek için markete yöneldi. Elinde koca bir külah dondurmayla geri döndü. Emre’ye uzattı. Emre dondurmayı elinden kapıp şapırdatarak yalamaya koyuldu. Bir ara yalamasına ara verip: Ooh! Enayi dondurması da ne tatlı oluyormuş. Aptal şişko ne olacak, beni geçebileceğini sandı. O vücuttan olsa, olsa duba olur. Suya da batmaz.”diye kötü sözler sıralamakta bir mahzur görmüyordu.
Halim ona ne diliyle ne eliyle karşılık vermedi. Başı önünde evine gitti. Annesi kapıyı açtığında oğlunun kıpkırmızı yanaklarını gördüğünde endişelendi. Ateşlendi sandı. Elini yüzünü soğuk suyla yıkayan Halim annesinin ısrarlı sorularına dayanamadı ve olanları bir,bir annesine anlattı.Annesi:Canım yavrum o kötü kalpli bir çocuk.Sen ona bulaşma.Sen iyi bir çocuksun.Elbet bir gün bu temiz kalbinin mükafatını alacaksın.”dedikten sonra sofrayı hazırlamaya başladı.Yemek vakti çoktan geçmişti bile.Halim o anda ne kadar acıkmış olduğunu fark etti.İki tabak dolusu kuru fasulye ve pilavı sildi süpürdü.
Yarınki derslerine çalışması ödevlerini bitirmesi gerekiyordu. İlerde iyi bir meslek sahibi olmak istiyordu. Annesi sürekli hastalıklarla boğuştuğu için doktor olmayı kafasına takmıştı. Doktor Halim Bey diyeceklerdi ona. Herkes saygıyla önünde düğmelerini ilikleyecekti. Hem o zaman belki Emre hastalanıp ona gelirdi. Onu bembeyaz önlükler içinde görünce kim bilir ne çok şaşırırdı. O böyle düşünürken annesi odasının kapısını tıkırdattı. Halim daldığı hayallerden sıyrılmaya çalışarak: Gir anneciğim.”dedi. Annesi ders çalışırken yemesi için meyve tabağı hazırlamıştı. Usulca masanın kenarına bırakıp odadan çıktı. Halim annesini çok seviyordu. O mutlaka dünyanın en iyi annesiydi.
Halim dersini çalıştıktan sonra mutfağa gitti. Annesi önünde önlük akşam yemeği için hazırlık yapıyordu. Halim: Anneciğim ben neden böyle iştahlıyım. Sürekli karnım açmış gibi bir şeyler yemek istiyorum.”dedi. Kadıncağız şaşırmıştı. Çünkü daha önce ondan böyle bir söz duymamıştı. Halim’e:”Yoksa iştahlı olduğun için memnun değil misin evladım?”dedi. Halim:”Evet iştahlı olmak güzel ama bu göbek güzel değil.”dedi. Bunun üzerine annesi:”Yavrum, karşı apartmanda Gülşen ablan var ya beslenme ve diyetetik bölümünde okuyor ondan bu konuda yardım isteyebiliriz ne dersin?”diye sorunca Halim:”Tamam hadi gidelim.”dedi. Birlikte Gülşen’i ziyaret etmek için evden çıktılar. Kapıyı tesadüfen Gülşen açtı. Onları buyur etti. Sohbet koyulaştıkça Halim’in annesi yavaş, yavaş konuyu açtı. Gülşen onlara seve, seve yardımcı olacağını söyledi. Onlara bir diyet listesi hazırlayıp verdi. Yanından memnun ayrıldılar.
Halim diyet listesini sabırla uygulamaya başladı. Annesi onun en büyük destekçisiydi. Yalnız arada bir aklına pastalar tatlılar düşüyordu. O zaman küçük bir dilim pasta ya da kek yemesine izin vardı.
Günler bir, bir akıp giderken Halim bir gün dayısını ziyaret etmek için onun iş yerine gitti.Dayısı kimyagerdi.Bir laboratuarda çalışıyordu.Kan ve idrar tahlilleri yapıyor,hastaların kanında mikrop var mı yok mu ona bakıyordu.Halim’in dayısı aslında bilimsel buluşlar yapan bir mucitti.Henüz önemli bir buluşu yoktu ama bir keresinde ona yepyeni bir buluşu olduğundan söz etmişti.Fakat bu nasıl bir buluştu bunu açıklamamıştı.Tamamlayana kadar bunun bir sır olduğunu söylemişti yalnızca.Halim bu sırrı çok merak ediyordu.Acaba dayısına biraz ısrar etse kendisine icadını anlatır mıydı?Halim kafasında sayısız sorularla dolup taşarak dayısının iş yerine vardı.Dayısı kumral yeşil gözlü top sakallı otuz beş yaşlarında genç bir adamdı.Üzerinde doktorların giydiğine benzeyen beyaz bir önlük vardı.Gözlüklerinin üstünden Halim’e bakarak:”Hoş geldin yeğenim.”dedi.Dayısı pek konuşkan biri sayılmazdı.Zaten sürekli çalıştığı için konuşmak için boş vakti bile yoktu.Halim onun bu haline alışkın olduğu için onun yanında sessizce durur onun yaptıklarını izlerdi.
Laboratuarda irili ufaklı kavanozlar, şişeler vardı. Bu şişelerin kimisi ince uzun, kimisinin boynu dar karnı geniş, bazıları da yılan gibi kıvrıktı. İçlerinde değişik renklerde ve kokularda sıvılar vardı. Her birinin üzerine yapıştırılmış etiketlerde isimleri yazıyordu. Bir kısmı kolayca anlaşılıyordu. Fakat yabancı isimli olanlar da vardı. Halim dayısının arka tarafta gizli bir çalışma odası olduğunu biliyordu. Merakını yenemedi ve dayısının dalgınlığını fırsat bilip izin almadan bu odaya girdi. Tavandan aşağıya kırmızı renkli bir ampul sarkıyordu. Yine etraf ağzı mantar tıpalarla örtülü sayısız cam şişe ile doluydu. Etraf ilacımsı ılık bir kokuyla kaplıydı. Halim bu iç bayıltıcı kokulardan etkilendi. Gözleri ağırlaşmaya esnemeye başladı. Gerisini hatırlamıyordu…
Halim gözlerini açtı. Oturduğu arkası yüksek sallanır sandalyeden yavaşça doğruldu. Az ilerdeki masanın üstünde rengârenk kavanozlar ve şişeler vardı. Halim sessizce masaya yaklaştı. Rasgele birini kaldırıp etiketin üstündeki yazıyı okudu. Etikette:”Görünmez yapan iksir.”yazıyordu. Halim nefesini tuttu. Bağırmamak için ağzını iki eliyle sımsıkı kapattı. Sonra titreyen elleriyle şişenin tıpasını açtı ve bir dikişte sıvıyı içiverdi. Halim ellerine baktı yavaş, yavaş görünmez oluyorlardı. Bacakları çoktan görünmez olmuştu bile. Odada bir ayna var mı diye sağa sola bakındı. Hah tamam bir tane asılıydı duvarda. Aman Allah’ım! Tamamen görünmez olmuştu işte. Havada duran tişörtüne ve kadife pantolonuna baktı. Ayakkabıları o yürüdükçe hareket ediyordu ama içleri bomboştu. Halim giysilerini çıkardı sallanır koltuğun üstüne bıraktı. Yavaşça odadan çıktı. Kapalı kapıdan geçerek dayısının çalıştığı laboratuarı geçti. Dış kapıyı açmadan içinden geçti. Sokağa çıktı. Ana caddeden karşıya geçti. Bir otomobil üzerinden geçti gitti. Koşuşturan insanlardan birkaçı kendisine çarptı.
Halim çocuk parkına gitti. Salıncaklar tamamen doluydu. Sallanmakta olan bir çocuğun kucağına oturdu. Çocuk:”Birden üstüme bir ağırlık çöktü nedense.”diyerek salıncaktan indi ve uzaklaştı. Halim bol, bol sallandı. Arkadaşları sen şişkosun salıncağı kırarsın diye onu bindirmek istemezlerdi. Şimdi onun acısını çıkarmalıydı. Pamuk şekerci geçiyordu. Halim uzanıp bir tanesini aldı. Yemeye başladı. Elma şekerci geçerken elma şeker, dondurmacı geçerken dondurma aldı. Haftalardır diyet yaptığı için sıkı bir rejime girmişti. Yasak olan tüm yiyecekleri yemek istiyordu. Parktan çıktı kaldırım boyunca sıralanmış pizzacılar, hamburgerciler, dönerciler hepsi bir olup onu çağırıyorlardı. Hepsinden yemek istiyordu. Doya doya yedi. Kola içti.
Biraz ilerde en sevdiği pastaların dizili olduğu pastane vardı. Annesi zaman, zaman onu bu pastaneye getirir pasta ısmarlardı. Ama garson gelip de ne istersiniz diye sorunca bir türlü karar veremezdi. Çünkü çilekli pasta istese aklı çikolatalıda kalacaktı. Muzlu yese vişneli mi alsaydım diye hayıflanacaktı. O böyle düşüne dursun çoğu kere annesi garsonu daha fazla bekletmemek için alelacele bir pasta sipariş eder durumu kurtarırdı. Halim pastaların görüntüsüne bayılıyordu. Neler yoktu ki. Araba şeklinde uğur böceği şeklinde futbol topu biçiminde bile pasta vardı. Bazılarının üstü çikolata sosuyla kaplıydı. Halim bazen kendi kendisine:”keşke görünmez olsaydım da şu güzelim pastaları saatlerce seyretseydim.”diye düşünürdü. Garson siparişi almak için yanına geldiğinde:”hepsinden hepsinden!”dememek için kendisini zor tutardı. Halim’in dileği gerçek olmuştu sonunda. Tezgâhın arkasına geçti. Pastanenin mutfağına inen merdivenlere yöneldi. Merdivenleri indiğinde duyduğu mis kokular aklını başından aldı. Upuzun mermer bir tezgâhın üstünde fırından yeni çıkmış pasta kekleri duruyordu. Aşçıbaşı ocakta çikolatalı krema pişiriyordu. Çırağı pastaların üstlerini meyvelerle kaplıyordu. Tezgâhın en ucunda duran pasta olağanüstü görünüyordu. Pandispanya katlarının arasında dağ çilekleri görünüyordu. Kremalar aralarından fışkırmıştı. En üstü çikolata rendesiyle kaplanmıştı. Pasta öyle baştan çıkarıcıydı ki Halim artık daha fazla dayanamazdı. Pastayı elleriyle yemeye başladı. Artık bir lokma daha yiyemeyecek kadar doyunca:”Çok yersem ayıp olacak.”diye söylenmeye başladı. Pastaneden ayrılma zamanı gelmişti.
Halim merdivenlerden yukarıya çıkarken aşağıdan bağrışma sesleri geliyordu. Aşçıbaşı pastayı çırağın yediğini zannettiği için zavallıyı merdaneyle kovalıyordu. Halim çok mutluydu. Son bir şey daha yapmak istiyordu. Emre’nin evine gitmeye karar verdi. Ama önce büyük bir külah dolusu dondurma almalıydı. Dondurmacıya uğradı. Adam lavaboda elini yıkarken dondurma kaşığıyla külaha doldurabildiği kadar dondurma koydu. Adamcağız dondurmanın eksildiğini fark ettiğinde Halim çoktan Emrelere varmıştı bile. Kapıyı çalması gerekmiyordu. Evin arka tarafında bir elma ağacı vardı. Dalları Emre’nin odasına doğru eğiliyordu. Halim bir elinde dondurma olduğu halde ağaca tırmandı. Daha doğrusu ağaca dayalı merdivene çıktı. Merdivenden de hop! Emre’nin odasına. Emre kulağında kulaklık müzik dinliyordu. Gözleri yarı kapalıydı. Dondurma havada süzülerek Emre’ye doğru ilerliyordu. Tam Emre’nin karşısına gelince durdu. Emre son anda havada asılı duran kocaman bir külah dolusu dondurmayı fark etti. Bir çığlık atmak üzereydi ki dondurma suratının ortasına hızla yapıştı. Emre korkudan kulaklıkları çıkarıp atmıştı. Dondurmayı yüzünden söküp atmak istedikçe daha fazla sıvaşıyordu. Emre boğuk bir ses duydu:”Ben, en iyi arkadaşın Halim’i kandırarak aldırdığın ve afiyetle mideye indirdiğin dondurmanın ruhuyum!”diyordu. Emre çığlıklar atarak merdivenlerden üçer beşer inerken ayağı takıldı kendisini yerde buldu. Annesi yardımına koştu.
Halim:”Bu kadar gezmek yeter. Annem beni merak eder. Laboratuara gideyim de yeniden görünür olmak için gerekli olan iksiri içeyim.”dedikten sonra gittiği yollardan geçerek dayısının laboratuarına geri döndü. Dayısı hala bir şeylerle uğraşıp duruyordu. Fark ettirmeden gizli odaya girdi. Masanın üstündeki kavanozların üstlerini tek, tek okuyarak iksiri aramaya başladı. Nihayet yeniden görünür yapan iksiri buldu. Şişenin üstünde “Görünür yapan iksir.”yazıyordu. Şişeyi eline alıp tıpasını açmaya çalıştı. Hay aksi şeytan! tıpa sıkışmıştı. Açmak için uğraşırken şişe elinden kaydı yere düştü. Tuzla buz olan şişedeki iksirin tamamı yere döküldü. Halim çaresizlik içinde ağlamaya başladı. Ebediyen böyle görünmez olarak mı kalacaktı. En kötüsü de bir daha annesine hiç sarılamayacak olmasıydı. Korkudan yüreği ağzına gelmişti adeta. Dayısından yardım istemesi gerekiyordu. Halim yalvaran bir ses tonuyla dayısına seslenmeye başladı:”Dayıcığım dayıcığım, ben çok kötü bir şey yaptım. Görünmezlik iksirini içtim. Tekrar eski halime dönemiyorum. Hayal ettiğim her şeyi yaptım. Çok eğlendim ama artık görünür olmak istiyorum. Yalvarırım beni kurtar, yardım et!”diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.
Dayısı Halim’in haykırışını duyunca sesin geldiği yere koştu. Kapıyı hızla açıp içeriye daldı. Halim masanın üstüne kapanmış başı kollarının üzerinde, gözleri kapalı bir halde çırpınıyor, kesik kesik hıçkırıyordu. Çocuk eter gibi bazı uyuşturucu kokuların tesiriyle uyuya kalmıştı demek ki. Kötü bir rüya görüyordu anlaşılan. Dayısı:”Korkma! Korkma! Bir şey yok, geçti, hepsi geçti!”diyor, onu kollarının arasına alarak yatıştırmaya çalışıyordu.
Gülhan Çeliktaş