- 715 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
GÖZYAŞININ MUTLULUĞU
Ağlamak bebeklerin dünyasında var olan bir olgudur. Muhammed Enes de bebekken çok ağlardı. Onun ağlaması hiç eksik olmazdı. Onun saatlerce durmadan ağladığını çok iyi bilirim. Sulak gözlü ceylan gibi şıpıradan akıtırdı gözlerinden. Sanki gözlerindeki yaş, bir barajın su bırakmasını bekler gibi siperde beklerdi. Duygusallaştığında anında gözlerinden sicim sicim yağmur inerdi. Yaşlar yanağına süzülürdü. Ardı arkası kesilmeden süzülürdü…
Muhammed Enes, okula ilk adımını ana sınıfıyla attı. Onun kadar okula zor alışan, bir çocuk görmedim daha. Onu ana sınıfına çoğunlukla annesi götürürdü ve ona yolda eşlik ederdi. Ben de aynı okulda çalışmam dolayısıyla her teneffüs onu yoklardım. Onun yanından ayrılmazdım.
Ders başlarken, yanından ayrılmak zorunda kaldığımda:
“Baba! Dur, gitme; yanımda kal. Ne olur babacığım!” diye kolumdan sıkı sıkıya tutardı. Ben yanından ayrılınca da yumurcak gözlerinden yanaklarına, damla damla süzülen yaşlar, coştukça coşardı. Tekrar yanına yaklaştığımda, ufacık gözlerinde parıldayan gülümseme ve bir sevinç yumağı oluşurdu. O zaman kendine güven ve itimat gelirdi.
Ben kendisine:
“Oğlum! Ben senin yanındayım. Şimdi dersime gireyim, teneffüste tekrar yanına geleceğim.” derdim.
O zaman gözlerimin içine bakarak:
“Seni teneffüste bekliyorum. Unutma ha babacığım!” dercesine masum masum bakardı gözlerimin içine…
Muhammet Enes:
“Gitme baba!” diye ufacık parmaklarının aciz kalan gücüyle ve bir evlat şefkatiyle, koluma o kadar sarılırdı ki bu durumda onu bırakıp gitmenin zorluğunu asla anlatamam…
Ufacık boyuyla gölgesi arasında kaybolan Muhammed Enes, gözü sulu ceylan yavrusu gibi ağlardı. Onun göz haznesinde, bitmek ve tükenmek bilmeyen bir gözyaşı havuzu vardı. O kadar duygusaldı ki ondan ayrılıp uzaklaşan her adım, gözyaşının habercisi; ona yaklaşan her adım ise sevinç, gülümseme ve mutluluğa açılan bir pencereydi.
Derse girerken, öğretmeni onun elinden tutardı. Kırmızı ana sınıfı önlüğü, onun sevincinden kümeleşir ve onunla beraber sevinir beraber gülerdi.
Annesi Satı Hanım:
“Enes’i orada bırakıp gitmem, bana o kadar zor gelirdi ki, bu gidişle nerdeyse ana sınıfı öğretmeni olacaktım. Yavrumun sulu gözlerinden akan yaşlar, ben ondan uzaklaştıkça daha da çoğalırdı. Ondan ayrılınca gözyaşları, siyah bulutların kümelendiği gibi beni de sarardı. Sonra sağanak sağanak yağmaya başlardı.” Derdi. Yetişkin bir kadında gözlenmeyen bu hareket beni de etkilerdi.
Muhammed Enes’in bu hali, ilköğretim bir ve ikinci sınıflarda da yine aynen devam etti. III. Sınıfın sene başında aynı durum yine göze çarptı ve devam etti. Üçüncü sınıftan sonra dördüncü sınıfta kendine güven geldi. Okula koşarak, herkesten önce gitmeye başladı. O okula giderken adeta kanatlarını açıp uçuyordu.
Mavi önlüklü çocuklar, gökyüzünün deryasıyla birbirine kavuştu. Muhammed Enes, ilköğretim bir ve ikinci sınıflarda bambaşkaydı. Sağ olsun onun sınıf öğretmeni Talip Alan, onun haleti ruhiyesini çok iyi anladığından, ona çok yardımcı olurdu. Öğretmenine bu özverisinden dolayı çok ama çok teşekkür ediyoruz. Bir baba, ana olarak zaman gelir; eliniz ve kolunuz bağlanır. Elinizden bir şey gelmez. İşte o zaman gönül dostu, öğretmen girer araya ve sizin yapamadığınızı yapar. Sizin ulaşamadığınıza ulaşır. Sizin koşamadığınıza koşar. Sizin bakamadığınıza bakar…
Ödevlerini unuttuğu zaman, öğretmeni:
“Oğlum, ödevini neden yapmadın? Dediği zaman, yanıma gelir, ağlar ve ağlardı. Bunun ezikliğini, küçücük yaşına rağmen hisseder ve huzursuz olurdu. Bunu telafi etmek için, beni mutlaka öğretmeni ile buluşturmak isterdi…
Ben, çocuklarına zaman ayıranlardan biriyim. Kahveye ya da öğretmenevine gidip saatlerce vaktimi masa başlarında heder edeceğime, bu kıymetli zaman dilimimi çocuklarıma ayırarak, onların mutluluklarını paylaşırdım. Onlarla çocuk olurdum. İlk okumayı hecelerdim. İlk kelimeleri beraber yazardık. İlk resimleri beraber yapardık. İlk ödevleri beraber yapardık. Onlarla okuma yazma yapardım. Sırtıma alıp evin içinde köşe bucak gezdirirdim. Parklara giderdim, onlarla salıncaklara binip kayardım. Kar yağdığı zaman kızak veya naylonla beraber kayardık. Beraber ağlardık, beraber gülerdik. Ben onlardan bir parça olurdum.
Kendime göre kitap okurdum, bilgimi artırmak, öğrencilerime ve çocuklarıma güzel örnek olabilmek için. Kitapların bir parçasıydım. Okuduğum kitapların başında Kur’an’ı Kerim, Hadisi Şerifler, Türk klasikleri, batı klasikleri, romanlar hikâyeler, denemler, şiirler, gezi yazıları, hatıralar, araştırma eserleri, makaleler vb. kitaplardı. Kitap okumadığım gün yoktu. Benim hava ve suya gibi ihtiyaç duyduğum gibi bir olgu haline gelmişti kitap okumalarım. Kitaplar adeta yanıma koşarak gelir “beni oku, beni oku” derdi. Ben de okumadan onları asla geri göndermezdim.
Sigara dumanın zehrinden uzak durmaya çalışırdım. Yarın ki işleyeceğim dersimi ve çocuklarımın dersini düşünürdüm. O kadar yorulurdum ki bir sonbahar yaprağı gibi yığılırdım yatağıma. Bu yüzden çocuklarımın, benimle ders çalışmayı, kitap okumayı ve test çözmeyi o kadar çok sevdiklerini anlatamam. Okuldaki öğrencilerim için de aynısını yapardım. Onlar da benim bir parçamdı. Onları yarınlara hazırlamanın mutluluğunu tadardım. Onlar mutlu oldu mu ben de mutlu olurdum…
Muhammed Enes, anlamadıklarını bana sormak için sorunun cevabını alıncaya dek, başımda beklerdi. Çok inatçıydı. Kafasına taktığı problemi mutlaka çözerdi. Sonucunu almadan ayrılmazdı yanımdan. Bazen onunla ilgilenmediğim zaman ya da hasta yorgun argın olduğum zaman, sorularıma cevap vermiyor diye ağlardı.
Muhammed Enes:
“Baba baba, bu nasıl yapılacak? Bu soru nasıl çözülecek? Diye dakikalarca başımda beklerdi. Onun bu denli ders alma hevesi, beni mutlu ederdi.
Öğretmenleri Muhammed Enes’e çok takılırlardı.
Öğretmenleri:
“Enes, bize neden ceviz getirmiyorsun? Hani bize Goca Osman dedenin cevizlerinden getirecektin ne yaptın? Diye takılırlardı.
O da:
“Tamam, öğretmenim, tamam. Size ceviz getireceğim.” der ve onların isteklerini yerine getirmeye çalışırdı. Babasıyla köylerine gittiklerinde dedesinin cevizlerinden öğretmenlerine ceviz getirir ve büyük bir mutlulukla onlara telsim ederdi. Köylerinin cevizleri ve üzümleri bir başkadır. Pekmezi, bulguru ve etli giliği de öyledir.
Okula başlarken; anne, babaları bir öğrenci sevinci, hevesi, mutluluğu ve heyecanı kuşatırdı. Çocuklarının ellerinden sımsıkıca tutarak, onları okul bahçesinde gezdirmeleri dünyanın belki de en büyük mutluluğudur. O çocukların hepsi de günahsız birer melektir. Masum gözlü çocukların, etrafa ince ince bakışları ve etrafı yadırgamaları, ufacık gözleri, elleri ve ayakları onların kutsal emanet olduklarının birer simgesiydi. Biz öğretmenlerin de bizlere verilen bu emanetleri güzelce yetişimleri gerekir.
Kuşlar kadar cıvıl cıvıl ve arılar kadar özgür yavrularımız, okul bahçelerinde kanatlarını çırparak öyle güzel dolaşıyorlardı ki anlatamam. Çocukların, bu dolaşmaları ve uçuşmaları baharın mutluluğunu haber veren kelebekler gibi rengârenk cümbüşler oluşturuyordu. Okul bahçeleri onlarla canlanır ve mutluluğa uçardı. Sınıflar, koridorlar, konferans salonları, oyun alanları kütüphaneler, teknoloji tasarım atölyeleri, görsel sanatlar sınıfları, müzik sınıfları, bilişim sınıfları, fen laboratuvarları, kantinler, panolar onlarla canlanır ve konuşmaya başlardı. Öğrenciler olmaksızın bütün bunlar boş bir beyhudedir.
Her evlat, anne ve babası gözünde dünyanın en kutsal varlığıdır. Aynı zaman da bizim de en kutsal varlıklarımızdır. Onlar bizim geleceğimizdir. Göz bebeğimizi nasıl koruyorsak, onları da öyle koruyalım. Onların hiçbirini, diğerinden ayırt etmeyelim. Onların daima annesi, babası, ablası ve abisi olalım…
Muhammed Enes, şimdi ilköğretim 4. Sınıfa gidiyor. O, şimdi mutlu sevecen ve duygusal bir öğrenci oldu. Kendine güveni geldi. Kendi başına okuluna korkmadan gidebiliyor. Öğretmenine istediği soruyu rahatlıkla sorabiliyor. Okuldan eve kendi başına gidip gelebiliyor. Onda değişmeyen tek şey vardı. Ağlamak ve gözyaşı. Bu ikisi onu hiç bırakmadı. Onu üzecek bir durum olduğunda, göz çeşmesini boşaltması eksik olmazdı. Belki de Muhammed Enes’i diğer çocuklardan farklı kılan bu duygusal yönüydü. Yine onu sevecen ve tatlı kılan ailesine karşı sarsılmaz bir sevgiyle bağlanmasıydı. Muhammed Enes, seni annen, baban, ağabeyin ve kız kardeşin ve sevdiklerin çok ama çok seviyor unutma…
20.10.2007
Akdağamdeni
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.