- 1134 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
ZEYNEP
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
’Koş koş koş! Zeynep!’
’Yakalayamaz ki, yakalayamaz ki!’
’Yakalarım, dur kaçma!’
Zeynep, kırmızı mini eteği, beyaz çorabı, kırmızı pabuçlu ayakkabısı, iki yandan örülmüş saçlarıyla diğer oyun arkadaşlarından her zaman daha farklı görünüyordu. Mahallenin en sessiz, sakin çocuğu oydu aslında. Annesi terziydi, babası ise çalıştığı fabrikadan atıldıktan sonra kendisini içkiye, kumara vermiş, kahvelerden çıkmaz olmuştu. Zeynep okul çıkışı mahalledeki arkadaşlarıyla bir araya gelir, türlü oyunlarla yalnızlığını doldurmaya çalışırdı, evin tek çocuğuydu. Annesi çalışmasına rağmen Zeynep’ten ilgisini esirgememeye çalışır, babasının varla yok arası, bir görünüp, bir kayboluşunu, kızının bir kez olsun saçını okşamayışını telafi etmeye çalışırdı. 8 yaşındaydı Zeynep... Ama sanki 80 yıl yaşamışçasına olgundu, ela gözlerine baktınız mı anlardınız o gözlerdeki şefkat eksikliğini, babasına sarılamamanın acısını, bir kez olsun yanaklarından öpememenin acısını okurdunuz gözlerinden.
’Nihal, ama hep oyunbozanlık ediyorsun sen! Oynamayacağım bak bir daha seninle...’
’Aman be Zeynep, babam geldi!’
Nihal elinde hediye paketi olan babasına koşup sarılınca Zeynep sessizce kaldırıma oturdu.
En sevdiği şarkıydı, ‘Bana Bir Masal Anlat Baba’ Babasından bir kez olsun masal dinleyememiş bir kız çocuğu olarak, rüyalarında bile şarkıyı dinler, babasının saçlarını okşamasına izin verirdi. Babasına söyleyememişti, şarkıyı da onun gibi çok sevdiğini...
Nihal’in babası Nihal’in saçlarını okşayıp öperken, Zeynep’in de sağ gözünden bir damla yaş geldi.
’Ben gidiyorum Nihal’
’Aman gidersen git, hep mızıkçılık ediyorsun zaten.’
Arkasına bakamadı bir daha, eve doğru yavaş adımlarla yürüdü. Bakkal’a gidip, şeker aldı, elinde şekeri, ayağında kırmızı pabuçları, gözlerinde ise yaşlar...
’Zeynep, kızım neyin var?’
Bakkal Hüseyin Efendi bile babasından daha ilgiliydi.
’Bir şey yok bakkal amca.’
Dudakları titriyordu Zeynep’in, elindeki şekeri yere düşünce bu kez tutamadı kendisini, hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
’Ağlama kızım, bir şey olmaz, al bak, bu şeker de benden olsun’
’Sağ ol bakkal amca, istemem.’
’Ağlama çocuğum, annene haber vereyim mi? Rıza Abin götürsün seni annenin yanına, olmaz mı?’
’Yok, istemem. Eve gideceğim ben, giderim, sağ ol bakkal amca.’
Bakkal Hüseyin Efendi’ye sarılıp, yanaklarından öptü ve ’Babam...’ dedi birden.
Hüseyin Efendi şaşırmıştı, sesini çıkarmadı, yanaklarından öptü Zeynep’in, ‘Yavrum’ diyerek...
Bakkaldan çıkıp, eve doğru giderken, kahvede babasını gördü. Arkadaşlarıyla okey oynuyordu.
Gözyaşlarını silip, babasının yanına gitti.
’Ne oldu, neden geldin buraya?’
’Seni özledim Baba’
’Hay Allah! Burası sana göre bir yer değil, git, ayağımın altına almayayım şimdi seni. Ananın yanına git’
’Seni özledim Baba.’
’Tövbe estağfurullah... Kızım plağın mı takıldı? Eve git, ananın yanına git, asabımı bozma benim.’
Zeynep aldırmadı babasının söylediklerine, daha çok yaklaştı babasına.
’Seni özledim Baba, çok özledim. Bana bir kere sarılsana...’
’Tövbe yarabbim, çocuğum, git, bak elimden bir kaza çıkacak.’
’Bırak Mehmet, kalsın çocuk, belki o da okey oynamak ister.’
Arkadaşları kahkahalarla gülüyorken kızgınlıktan deliye dönmüştü Mehmet. Zeynep’i kolundan tutup, zorla dışarı çıkardı.
’Bana bak, ayağımın altına almayayım şimdi seni, git ananın yanına! Arkadaşlarıma rezil ettin beni be!’
Zeynep hıçkırıklarla ağlamaya başladı, koşar adımlarla uzaklaştı, gözü hiçbir şeyi görmüyordu.
Çığlıklar, insanların kalabalık bir hâlde toplanması, top oynayan çocukların bile toplarını bir köşeye bırakıp, o yöne koşması, kahvedekileri bile ayağa kaldırmıştı.
Araba çarpmıştı Zeynep’e, babası da koştu hemen, olayın ne olduğunu bile anlamadan...
Kanlar içinde yatıyordu, bütün insanlar silikleşmişti gözünde, babasını gördü yine...
’Baba!’
’Zeynep! Zeynep! Affet beni kızım, ambulans, ambulans çağırın!’
’Annem’e onu çok sevdiğimi söyle baba.’
’Yoo, hayır, buna müsaade etmem, yavrum çocuğum.’
Mehmet, kanlar içinde yatan kızını kucağına almıştı.
’Beni ilk defa kucağına aldın baba.’
Gözleri yaşlı hâlde gülümsüyordu Zeynep babasına...
’Kızım, yavrum, iyileşeceksin.’
’Annem’e söyle, sana hiç kızmasın. Ben kızmıyorum. Sadece şunu istiyorum senden...’
’Dur kızım, kendini yorma sakın. Dur, yetiştireceğiz seni hastaneye.’
Ne yapacağını bilmez hâlde taksi durağına doğru koşuyordu Mehmet.
’Bana bir masal anlat baba... Bana bir masal anlat, çocukların sevgiyle büyüdüğü bir masal olsun bu. Bana bir masal anlat, uykum geldi, üşüyorum.’
’Kızım, yavrum...’
Mehmet hıçkırıklarla ağlıyordu.
’Seni çok seviyorum Baba. Tıpkı bu şarkıyı çok sevdiğim gibi, duyuyor musun? ’Bana bir masal anlat baba, anlatırken tut elimi, uykuya dalıp gitsem bile, bırakıp gitme sakın beni...’
Zeynep gözlerini sonsuzluğa yummuştu. Mehmet ise hıçkırıklarla ağlıyor, kendisine lanet okuyordu.
Bir daha kahveye uğramadı, bir daha kumar oynamadı, evinden dışarı adım atmadı Mehmet.
Evin içinde Zeynep’in hayalini gördü, ona sarılıp, kulağına fısıldayıp, ’Bana bir masal anlat Baba’ diyordu. Bütün masalları öğrenmişti Mehmet, Zeynep’in hayaline anlatıyordu hep, eşi de boşamıştı onu bu olaydan sonra, çocuğunun kaybına dayanamayıp memleketine ailesinin yanına dönmüştü.
Saçlarını okşuyordu kızının Mehmet, yoldan gelen geçen mahalleli pencereden Mehmet’i görünce delirdiğini düşünüyorlardı. Yastığa sarılmış, yastığı seviyordu, kaybının, vicdan azabının yorganını bulamazken, üstüne örtecek şefkat dolu bir yorgan bulamazken yastığı seviyordu Mehmet, gidenin yerine pofuduk bir yastığa masal anlatıyordu Mehmet...
Dilara AKSOY