- 483 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Herşey mübarek göklerden düşen bir su damlasıyla başladı...
Her şey bir su damlasıyla başladı. Mübarek göklerden bir damla düştü toprağa, sonra ardı sıra dizildi ellerinde melekler katreleriyle. Toprak verdi rayihasını dışarıya. Mis gibi, ferahlatıcı bu koku çekildi nefeslerle karışık, uyuyan insanoğlu hafifçe doğruldu yattığı sedirde gülümseyerek. Bir bebeğe birbirinden güzel ruhlar üflendi. Bebek oksijenle tanıştı. Ciğer parelendi. İnsan olduğunu ilk defa hissetti ve ağladı haykırarak, avazı çıktığı kadar. Anne gülümsedi… baba sigarasını söndürdü… doktor şöyle bir evirdi çevirdi nurtopunu ve o oğlan çocuğunun ilk aşık olacağı ve ömrü boyunca gördüğü tüm yüzleri unutsa da yüzünü asla unutmayacağı o kadına, cenneti ayakları altında muhafaza eden kadına...anneye sundu. Alna ilk öpücük kondu.
Gece ellerini gündüze uzattı ve kelepçe giydirildi.. gece ilerledi, alacakaranlığı arkasında sürüklenirken son defa dağlar arkasından göz eden güneşe dönüp bir bakıldı. Yağmur yerini hafif bir rüzgara bıraktı, gökkuşağı lambasında gazı yahut fitili tükenen, titreyen bir alev gibi yanıp yanıp sönüyordu. Bu renklerden de nasibini aldı bebek... ve bebek gözlerini açıp uyuyan anneye tebessüm etti ve o tende kaybolurcasına tekrar kapadı gözlerini. Kapalı olmasına rağmen gözleri akıl almaz bir belirginlikle görebiliyordu herşeyini..
Kendine gelene dek bir ses duyduğunu anımsadı bir an…. Baba diyorlardı, sesi o kadar güven veriyordu ki haksız olamazlardı asla, olsa dahi asla hak iddia edilemezdi ona…. Evet…olsa olsa bu ses ona ait olabilirdi.
Nasıl bir kucaktaydı, sıcacık.. Ne mübarek dudaklar dokunuyordu tenine yumuşacık... Kulakları ziyarete gelen, gönül kapılarını yumruklayan, sanki arşı galeyana getiren bu kalb nasıl bir kalpti. İyi ki gelmişim dünyaya diyordu bebek...
Ne kadar benziyor bu kundak, biraz sonra beni saracakları kefene? Bilmeden ömür boyu peşinden koşturacağımız şeylere verdiğimiz o hassasiyete rağmen bizi nasıl da kundaklayıp göndereceklerdi buradan ?
Ortalığı nasıl da ayağa kaldırıyorum bir feryat ve figan ile ? Anlamıyorum... Hem neden bu sarfedilen çaba ? Ne olacaktı ki bi kaç gün daha tutunsam bu dünyaya ? Gelişim zaten gideceğimin habercisi değil mi ? Kulaklarıma okunan ezanın namazı kılınmayacak mı ki ? Ölüm Seda verince kulaktan içeri, minareden yükselmeyecek mi bir sela ve ezansız bir namaz kılınmayacak mı işte o zaman ? Hadi artık söyleyin nedir bu beyhude çaba ?
Ölmedim... Ölmeden önce mi ölmeliyim gerçekten ? Buraya gelmeden önce hiç de buraya benzemeyen bir yerde böyle birşey söylemişlerdi. Hatırlıyorum... Kendiniz için istediğinizi bir diğeriniz için istemezseniz olmaz diyen bir kudreti sesi hala duyar gibiyim... Ama az önce yan tarafta, o kesif hastane kokusu içerisinde birisi teslim etti ruhunu ? Neden beni birilerine kavuşturmaya çalışanlar ve bana kavuşanlar hiç üzülmediler ? Alışmış olmalılar sanırım bazı şeylere ? Zaten alışamasaydı ve unutmasaydı insanoğlu yitirmez miydi akılcağızını ? Ama işte ben de yoktu bu alışmak ve unutmak istidadı… Zaten ağlayarak ve haykırarak başladığımı düşündüğüm bu hayatın şimdiden nasıl bişey benzeyeceğini tahmin edebiliyordum. En azında zihni bir hazırlık yapmış olacağım ki fıtratıma ve mizacıma uygun olmayan pekçok şeyi yaptıktan sonraki düştüğüm psikolojik durum beni nedense bir intihara sürüklemeyecek. Sürüklemeyecek ama her an ölmek isteği de hiç bir vakit aklımdan çıkmayacak.
Anne karnındaki serüven acaba büyümeye başladığımı mı gösteriyor yoksa ölmeye başladığımı mı ? Bence gelişim, gidişime bir davetiye gibi birşey. Her neyse… Şimdilik biraz büyüyeyim bari, nasıl olsa ölmeyecek miyim eninde sonunda ? Gerçi bu şekilde düşünmek de hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya pek aykırı duruyor ama yapacak pek birşey olduğunu düşünemiyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.