- 2698 Okunma
- 15 Yorum
- 1 Beğeni
NEDEN İLLE DE MİZAH?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Benim bir arkadaşım var. Sağ olsun yazdığım yazıları kaçırmadan okur. Lakin hep mizah yazmam ona garip gelmektedir. Ona göre en çok gülen insanlar aslında en çok ağlayan insanlardır.
Doğrudur ama bir eksiği ile. En çok gülen insanlar en çok ağlayan insanlar değildir. Zamanında çok ağlamış, ağlaya ağlaya artık yavaş yavaş hissizleşmeye başlamış insanlardır en çok gülenler.
O insanlar öyle şeyler yaşamışlardır ki artık bu dünyada onları ağlatacak, hüzünlendirecek hiç bir şey yoktur. Hatta Afrika’da açlıktan yürüyemez hale gelmiş bir çocuğu , bir taraftan akbabaların, bir taraftan sineklerin yiyip bitirdiğinin fotoğrafları bile artık o kişiyi etkilemez. O kişi otuz beş şehidin tabutunun taşındığı bir günde kızgınlıkla ‘’ Anasını avradını sin- kaf… Köpekleri ‘’Der sonra bir başka kanaldaki eğlence programını seyredip anında normal,(ya da anormal ) yaşantısına dönüş yapar.
Bu tür insanların iki hastalığı daha vardır: 1- Herkesin derdini dinlerler, onlara akıl verirler kendilerince ama bir başkasının kendileriyle dertleri ve sıkıntıları konusunda ilgilenmesini istemezler. Bu tür bir ilgi sıkar onları 2- Hep beğenilmek isterler.
Hüzün yazanlar pek de beğenilmez…En azından öyle sanırlar bu tipler. Hem canım bu üç günlük dünyada kim ağlaya ağlaya muradına ermiş ki değil mi ama? O halde ne yapmak lazım? Gülmek ve güldürmek. İyi de bunun da bir mantığı olması lazım değil mi?
O mantığı bulmakta da zorlanmazlar. Çünkü oldukça akıllıdırlar aslında.
Şöyle yaparlar:
Mesela bir Nasrettin Hoca Fıkrasını ele alıp onu değişik şekilde karşınıza çıkarır ve sorarlar? ‘’ Hangisi daha güzel?’’ Yani Felsefe yapmaya bayılırlar.
Şimdi ben de öyle yapacağım ve sonra soracağım ‘’Hangisi daha güzel?’’Diye. Ama Nasrettin Hoca’ya ve Hocalara saygısızlık yapmamak için ismi ve mesleği değiştirelim
Nasrettin Hoca ile evine gönderdiği et ve karısının bu eti eve gelen komşulara yedirip sonra da ‘’Eti kedi yedi’’ Fıkrasını bilmeyen yoktur. O bakımdan fıkranın orijinalini anlatmıyorum.
Şimdi…O fıkra şöylecene hüzünlü bir şekilde anlatılmış olsa:
----------------------------------------------------------------
Maliyeden mütekait Şerafettin Efendi bir gün çarşıda dolaşırken ‘’ Ulan anasını satayım. Biz de insanız da…İki yıldır şu midemize gram et girmedi. Bu gün hazır bizim üç aylıkları almışken bari şuradan 250 gram kadar et alayım da kocakarıya göndereyim…Akşama şöyle güzel bir etli patates yapsın’’ diye düşünür ve kasaba girer.
Şerafettin Efendi’yi hayatında ilk kez dükkanında gören kasap sorar:
-Hayırdır hacı? Bir şey mi bakmıştın?
-Et alacaktım da?
-Bildiğin koyun eti mi yani?
-Başka etler de mi var yoksa?
-Hacıııı..Muhabbet olmasın acı…Sen kimlerdensin, nesin, necisin bakalım?
-Yahu ben Bu mahalledenim. Bilemedin mi? En azından kahvede görmedin mi hiç
-Ne bilem be hacı? Senin dükkana, benim kahveye uğradığımız mı var?
-Neyse..Suradan iki yüz elli gram kuş başı ver. Yağsız olsun.
-Hem iki yüz elli gram, hem de yağsız ha. Büyüksün babaaa.
Neyse efendim Şerafettin Efendi 250 Gram kuş başı alır ve eve doğru yürümeye başlar. O böyle yürürken cemaatten Rüstem Efendiye rastlar. Rüstem Efendi sorar?
-Mirim o elindeki ne?
Şerafettin Efendi asabi adam. Aksi mi aksi bir ihtiyar. Patlatır cevabı:
-Sana ne ulan...Ne varsa var.
-Ama mirim sizin eve doğru gidiyor.
-Sana ne dedik ya bre adam…Sana neeeee…
Rüstem Efendinin alt dudağı titrer önce…Sonra üst dudağı da titrer. Ve nihayet titreye titreye ağlamaya başlar Şerafettin Efendi’den yediği bu azar yüzünden. Tabii ki Şerafettin hiç oralı olmaz ‘’ Ağlarsa ağlasın Deyyus.’’ Der ve yoluna devam eder.
Evin yolunun daha üçte birini gitmiştir ki bu sefer de bir karga peydah olmasın mı? Namussuz F-16 gibi dalar..Dalmasıyla da Şerafettin’in elindeki paketi kapması bir olur. Şerafettin her ne kadar ‘’ Lan oğlum pişirmesini bilmezsin, yemesini bilmezsin. Bana geri ver. Ben pişirteyim sonra hep beraber yeriz.’’ Dese de karga ‘’ Pışşşşııııkkk, Naniiiik’’ diye sinir eder. N’aapsın Şerafettin Efendi? Yerden bir taş kapıp fırlattığı gibi kara karga ‘’küüüüt’’ diye yere yapışır.Şerafettin Efendi karganın gagasındaki paketi alır. Bu arada yerde can çekişmekte olan karganın kafasını da elleriyle kopartıp ‘’ Yanlış adama çattın karga efendi..Ben adamın kafasını işte böyle kopartırım.’’ Der
Yoluna devam eden Şerafettin Efendi yolda bir sürü çocuk görür. Onlardan birini yanına çağırarak ‘’ Oğlum al şu kemikleri bizim eve götür. Hanıma söyle akşama bir kemik suyuna çorba yapsın ‘’ der. ( Uyanığa da bakın hele..Pakette et olduğunu söylemiyor çocuk içinden aşırmasın diye ) Ama çocuk ‘’ Naaahhh götürürüm…Sen geçende pazara giderken bana kaval getirdin mi? Hani ne demiştin? Parayı veren düdüğü çalar…Madem öyle ver parayı götüreyim.’’ Der. Şerafettin Efendi çocuğa parayı verse bir türlü vermese bir türlü…Verse bu sümüklü sıpaya para vermek istemiyor, vermese kahvede millet onu bekliyor...Okeye dördüncü lazım…Çaresiz verir.
Şerafettin Efendi Kahvenin yolunu tutmuşken çocuk, aldığı paketi onun karısına verir. Kadın çocuğa ‘’ Bizim herife söyle komşudan aldığımız kazanın doğum sancıları tuttu. Ona göre eve erken gelsin.’’ Der. Sonra açar paketi. Pakette kemik değil de kuşbaşı eti görünce yaptığı diyeti filan unutup hemen etleri kavurur ve Allah ne verdiyse girişir. Fakat öylesine dalmıştır ki ancak tencerenin dibini bulduğunda etin bittiğini fark eder ve telaşa düşer. ‘’ Eyvah…Şerafettin beni önce öldürür, sonra da talak-ı selaseyle boşar . ’’ Diye titremeye başlar.
Akşam üzeri eve doğru yollanan Şerafettin Efendi’nin kafası fena halde bozuktur. Çünkü okeyde fena halde ütülmüştür. O kızgınlıkla eve dalar.
-Hatun yemek oldu mu?
-Oldu oldu…Ellerini yıka gel sofraya.
Şerafettin ellerini yıkar..Sofraya oturur lakin ne görse iyi..Sofrada yemek olarak kabak var. Bağırır tabii ki?
-Ulan tamam kabak cennet taamıdır da bir kez de et yiyelim dedik. Eve et gönderdik. Et nerede?
-Şey…Hık..Mık.
-Ulan angut karı...Hıklayıp mıklama…Et nerede?
-Efendi eti kedi yedi?
-Kedi mi yedi? Getir bana o kediyi bakayım.
-Kediyi de senin karakaçan yedi.
Şerafettin Efendi hemen ahıra koşar…Bakar karakaçan ot yemektedir. Hemen hayvanın ayaklarını bağlar ve kantara koyup tartmaya çalışır. Bunun üzerine eşek ‘’ Yahu ben yemedim. Hanımın kendi yedi’’ Deyince hanımı ‘’ Ayol sen bana inanmıyorsun da eşeğe mi inanıyorsun’’ Der.Bunun üzerine Şerafettin Efendi eline sopayı alır. Allah yarattı demez hanımına girişir.
Ertesi günkü tüm gazeteler: ‘’ Kadına şiddete bir yenisi daha eklendi. Çevresinde Şerafettin Efendi diye tanınan bir kişi eşekten kıskandığı karısını ahırda döve döve öldürdü…Pişman mısın diye sorulunca da Namusumu temizledim. Pişman değilim dedi.’’Diye yazarlar.
Şu anda üç aylık ağırlaştırılmış ev hapsi cezası almış olan Şerafettin Efendi kendisini ziyarete gelenlere ‘’ Tamam ben suçluyum ama onun hiç mi suçu yoktu.’’ Demektedir.
--------------------------------------------------------------------------
Şekilde de görüldüğü gibi sonu hüzünle biten fıkranın bu şekli hiç kimseyi mutlu etmedi. Peki… İlle de insanları mutlu etmek mi gerekir?
Elbette ki hayır ama
Seher vakti garip garip
Ötme bülbül, ötme bülbül.
Benim derdim bana yeter.
Bir dert de sen katma bülbül
mü daha güzel ve insanlar için faydalı. Yoksa
Pencerenin perdesini
Aç bana göster yüzünü.
Görmek için gül yüzünü
Dağları aştım da geldim
Mi?
Bir pencere açtırıp bir gül yüz, bir çift gülen göz görmek mi daha güzel? Yoksa Tüm perdeleri kapatıp ‘’ Derdimi ummana döktüm…Asumana inledim’’ Diye inlemek mi? Nasrettin Hoca olmak mı yoksa maliyeden mütekait Şerafettin Efendi olmak mı?
Her halde en doğrusu ‘’ Dertler benim, çile benim, mutluluk senin olsun .’’ Diyebilmek.
En azından benim için öyle.
YORUMLAR
sevgili hocam kurdelenizi kocaman tebrik ediyorum..
her yazı ağlatabilir..
lakin..
her yazı güldüremez..
sizin kaleminize pek çok yakışıyor..zevkle okuyorum..kaleminize sağlıkve devam yürü kulum diyorum...
naçizane..
selam ve sevgi ile...
sami biberoğulları
(Resmine göre konuşuyorum ) O güüzel gülen yüzünden tebessüm hiç eksik olmasın.
Seni sayfamda görmek her zaman bana mutluluk veriyor.
Çok sağ ol, var ol.
Selam ve sevgilerimle.
Bugün "bana bir harf öğretenin.." değil de "bir kez güldürenin kırk yıl kölesi olurum.." sözü daha anlamlı geliyor sanırım. İlim her yerde, isteyene elbette fakat gülmek o kadar kolay değil. Ve mizah da çok kolay kaleme alınabilecek bir tür değil kanımca. Son derece ehemmiyet gerektiren bir mesele..
Mizaha merakımdan mıdır gülmeye merakımdan mıdır tartışılır ama yazıya merakla geldim. Fakat okurken, öyle akıcı deyip de son satıra gelemedim. Yarısına geldim, tekrar ilk satıra geçip yeniden okumaya çalıştım. Espiriyi kaçırmış olabilirim deyi...Kaçan bir şey yokmuş hâlbuki. Diğer yazılarınız için de aynı şey söz konusu ama evvela şunu söylemeliyim ki bu eleştiri sizin kaleminizden çok daha iyisi olabilir diyedir..
Hâdiseleri daha ılımlı daha önemsiz yâhut hayâtı çekilmez kılan mevzuuları daha farklı bakış açısıyla görebilmeye dâir mesaj bâbında sanırım çalışmalarınız... Bunu başarabildiğinizi de düşünelim diyorum ama mesele böyle uzatılmazsa daha mı iyi olur acaba..
Az sözle çok mânâ... Bu tüm yazın eserleri için geçerli olabilir fakat mizah için kuraldır. Okur 2000 sayfalık bir romanı, ansiklopediyi okur ama gülmek için uzunca bir sayfa okumayı zor görür. Onun derdi kendine yetiyordur zâten, bir de yazarın nazına kalsa...
Burada Şerafettin Bey'i okurken öykü okudum sanki, fıkranın aslı öyle mi.. Satırlar zâten kısa okumaya başlamadan gülmeye hazırlıyoruz kendimizi ufak bir mesajla başlıyor kahkaha..
Burada yazar diyor ki:
"Okur, benim de derdim çok en az seninki kadar ama gel sen boş ver dinle beni. Çivi çiviyi misâl söyleşelim, ben fıkraları değiştirerek anlattayım sen fıkra başlamadan gülmeye başla.. "
Maksat hâsıl oluyor mu, oluyor bence ama ya okurun derdi yazanın derdi kadar çok değilse ? Bütün olasılıkları göz önünde bulundurmalıyız.
Önemli bir nokta daha... Birçok fıkra her duyulduğunda aynı tepkiye sebep olabilir, dakikalarca güldürür. Bâzıları vardır:
"hehe"
dedirtir ve olay orada biter.. Bir sonraki dinleyişte:
"yâhu işim var de get, kafamı şişirme.."
Bizim isteğimiz uzun ömürlü olabilmektir değil mi. İnsan uzun ömürlü olur mu, yâni ecel birkaç gün ya da yıl gecikebiliyor mu? Evet insanın ömrü uzar, buna inanıyorum ama bu ecelin vaktinde bir değişiklik olacağı anlamı taşımaz..
En sevmediğim kelime "kalite" demek istiyorum ki daha faydalı zaman geçirerek ömür uzar. Bereketini artırmak için zamanın, misâl duâlar bile vardır.. Yazılan çalışmalar da okur için en az "hapşırmak" kadar can katabilmeli gülüşlere..
Çok uzadı, sanırım. Son bir şey daha: Kımız, ayran, rakı.. Orada herkesten bir yanıt vardı ya o yazının o kısmında güldüm hakikaten ama bir tek o kısmında.. Satırların boyuna diyorum, hacmi görünene değil de etkiye giydirsek?
Güne gelen eserin kalemini kutluyorum. Yazı kurallara uykun dikte edilmiş en azından, seçkiye de bu anlamda dikkat edebildikleri için teşekkür etmeli mi.. Etmeli elbette, günün yazısı sayfasında yazı deyi şiir olduğunu hatırlıyorum ben.. Şükür hani..
Sevgiyle kalınız.
sami biberoğulları
Bu sitede uzun zamandır hem şiir, hem de çeşitli yazılar yazıyorum.İlk başladığım günlerde bir Hocam beni noktalamar ile ilgili uyarırdı ve ben de hocamın uyarılarını dikkate almaya çalışırdım elimden geldiği kadar. Sonraları o çıktı bu siteden.
Daha sonraları yazılarımı okuyan değerli arkadaşlar sizin yaptığınız tarzda bir eleştiri değil hep beğenilerini dile getirdiler ya da anlatılanları yaşanmış şeyler zannederek o yönde ya aferin, ya vah vah, ya da '' Aaaa hayret '' filan dediler. Eleştiri gelmeye gelmeye artık kendimi baya baya usta sanmaya başladım. Hatta ben eleştirmeye başladım bazı şiirleri, yazıları. Bu sefer de '' Sen sanki çok mu biliyorsun?'' '' Ben senin öğrencin değilim'' '' Benim kaç tane basılı kitabım var. Sen kendine bak.'' Türünden cevaplar aldım. Öyle olunca ben de başladım hep beğenmeye.
Uzun bir aradan sonra ilk defa gerçek bir eleştiri ile karşılaşıyorum.
Haklı olduğunuz pek çok husus var.
Yazılarımın uzun olması sanırım yazmaya başlamadan önce hiç bir plan yapmamamdan kaynaklanıyor. Oturuyorum ve o anda aklıma ne gelirse...Bu arada tabii ki '' Yahu şunu da yazayım..Aman şu da eksik kalmasın '' derken konu uzayabiliyor.
Bakın gördünüz mü? Aslında sadece '' Bu yapıcı eleştiriniz için çok çok teşekkür ederim '' Diyerek tek cümlede toparlayabileceğim bir minnettarlığı bir alay cümle kullanarak ifade etmeye çalıştım yine.
Çok çok teşekkürler arkadaşım. Belirttiğiniz hususları nazar-ı dikkate alacağım.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Sayfama şeref verdiğiğniz ve bu çok güzel, onurlandırıcı yorumunuz için çok çok teşekkür ediyorum
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
İnanın bana yazmak içşin oturduğumda aslında kafamda oluşmuş her hangi planla oturmuyorum masa başına...Yazdıkça kendiliğinden geliyor .. Onu da yazayım, şunu da ekleyeyim derken bazen ayağımızı frenden çekmeyi unutuyoruz.
Uyarınızı nazar-ı dikkate almaya çalışacağım diyim. Ama söz veremem maalesef.
Çok Çok teşekkürlerimle birlikte selam ve sevgilerimi yolluyorum.
''NEDEN İLLE DE MİZAH'' Ahan da işte bunun için ille de mizah...Kaptım yine kurdelayı.
Yazımı günün yazısı seçen Seçki Kuruluna, Yazılarımı okuyup yorum yazarak ya da sadece okuyarak bana destek olan tüm site sakini arkadaşlarıma, dostlara kucak dolusu, gönül dolusu sevgi ve saygılar.
Tebrik ederim Sami Bey Hocam.
Hiç yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Rabbim yüzünden tebessümü eksik etmesin inşallah.
Selam ve saygılarımla.
Akıllı, zeki insanların işidir mizah. Herkes istese de yazamaz.
Bu sizde size ayrıcalık veriyor.
Gülmeye öyle ihtiyacımız varki.
Ve aramızda ille de bir güldüren çıkıyor.
Sözgelimi çocukluk arkadaşım Seval geçenlerde bizi öyle güldürdüki.
Cem Yılmaz onun yanında çırak kalır:)
tebrikler,
selâm ve sevgiler..
sami biberoğulları
Çocukluk arkadaşınız Seval ile tanışmak isterdim...Bana baya bir malzeme çıkartırdı eminim ki
Selam ve sevgilerimle.
glenay
İyi geceler..
Tebessüm etmek bir ömür, ettirmek iki ömür...
teselli" diye bir kelime var bizde, morali bozulanı, kaybedeni görünce aklımıza gelir.
ağlayan birine, kederinizi anlatmak onu daha da vahim duruma sokmak değil midir.
neyse küçük bir enstantane anlatayım konu üzerine
iki kadın karşılaşmış uzun aradan sonra
karşılıklı dertleşmeye başladılar
biri anlattı anlattı.. öteki dinledi
sıra geldi ötekine
-e gardaşım biraz da sen anlat
ah gardaşlık ahh, seninkiler yazılmış okunuyor benim başım tomar mürekkebe batmış okunmuyor ne anlatayım
:)
keyif alıyorum sayfanda hocam
dinleniyor kafam
sevgi saygılarımla
sami biberoğulları
Bir nebe tebessüm oluşturabiliyorsam ne mutlu.
Selam ve sevgilerimle.
hocam neden mizah herhalde gülmek için neden hüzün oda gülmek şekerse hüzünde tuz gibi birşey bence kaleminiz çok güzel yazıyor her daim siz okumak benim için büyük keyf gülüyoruz eğleniyoruz bilgileniyoruz hem mutlu olup hem öğreniyoruz buda sizin kaleminizin ustalığı ve becerisi emeğinize sağlık saygılarımla selmlar
sami biberoğulları
Seni hep yanımda görmek de beni mutlu ediyor. Allah razı olsun
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Aslında üzmek istemiştim ama becerememişim demek ki...N'aapayım beceremiyorum işte.))))))))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.
derimya bu sitenin tadı tuzusun....ne yazarsan yaz kabulümüzdür. canım hocam saygılar
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler benden.
Bu sıkıcı günlerde bir şeyler olmalı,
Soğan doğrarken mutfakta inat,
Gözlerin yaşına bakmadan.
Mırıldanıp gülmeli ..
Tebrik ederim hocam saygılarımla.
sami biberoğulları
Mutfakta soğan keserken, gözümüze sabun ya da toz kaçtığında, fazla tv seyrederken ya da bilgisayar başında uzun otururken, hep yaşarır bu güzler nedense...O kadar çok sebep var ki böyle.
Dediğin gibi yine de mırıldanıp gülmeli.
Selam ve saygılarımla.
Haklısınız hocam. Az biraz kulağımı kendimde çektim, neden bende az gülmeyeyim de güldürmeyeyim, dedimde.
Yarası olan gocunurmuş.. :)
Sevgim çokça..
sami biberoğulları
Gülmek denilen fiilin en çok yakıştığı insansın. Gül ve güldür elbette.
Yazımda hitap ettiğim kişi hemen bir altında yorum yazan arkadaştır. Sen epeydir yazmayı kestin maalesef.
Hüzünlü ya da değil, yazılarını okumak güzeldi...Yenilerini bekliyorum.
Selam ve sevgilerimle.
destina*mltm
Sami hocam,
Sen çok ayrısın...
Aleykümselam diyor, kucak dolusu sevgi yolluyorum..