- 839 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR DÜŞÜM VAR BENİM
Kristof Kolomb’un 1492 yılında Amerika kıtasını keşfetmesiyle, kan, sömürü ve kölelikten oluşan bir coğrafyaya da ilk adımlar atılmış oldu.
Amerika’daki Kızılderililerin kökünü kurutan beyaz adam, Bununla yetinmeyip Afrika’nın batı sahillerinden kara tenli insanları Amerika’ya taşımaya başlamıştı. İlk köle gemisi 1518 de Afrika’dan Amerika’ya doğru yol alır.Sıcağa dayanıklı bu çalışkan insanların emeği zamanla Amerika’nın en büyük zenginlik kaynağı haline gelir. Kölelik büyük bir ticarete dönüşür. Üç yüz yıl boyunca on beş milyon siyah insan Amerika’ya taşınmış, bir o kadar da yolda, açlıktan, pislikten, ya da tutsak edildikleri küçük odalarda havasızlıktan can vermişlerdir.
O yıllarda Amerika, Avrupalılar için özgürlük ve yeni bir dünya umuduydu. Siyahlar için ise, açık artırmada satıldıkları bir yerden başka bir şey değildi. Kendi çabalarıyla okuma-yazma öğrenebilen köleler, parmakları kesilerek cezalandırılıyordu. 1920’lerde ise Kübalı siyah ozan J. f. Monzano on bir yaşında şiir okuduğu ve yazdığı için cezalandırılmış ve ağzı dikilmişti.
Uzun yıllar her türlü baskı ile siyahların bir çok alanda gelişimini engelleyen Amerikan lrkçılığı, şiirini, müziğini, sanatını engelleyememiş, sadece geciktirmeyi başarmıştı. Özellikle caz müziği batı dünyasının sınırlarını da aşarak evrensel boyutlar kazandı. Ayrımcılık, ırkçılık ve kara tenli insanların üzerine çöken şiddet tehdit altında şiirin ve şarkıların önünü kesmek olanaksızdı. İşte Sterling Brown’un şiiri:
Bir bir gelmiyorlar
Gelmiyorlar ikişer ikişer de
Ama geliyorlar onar onar
Yargıçları var onların
Jüri üyeleri var
Yasaları var
Bir bir gelmiyorlar
Şerifleri var onların
Şerif yardımcıları var
Gelmiyorlar ikişer ikişer de
Tüfekleri var onların
Urganları var
Bizim adaletimiz var
Sununa değin adaletimiz
Ama geliyorlar onar onar
Amerika iç savaşı sonrasında Özgürlük Bildirgesi yayınlanır. Bu bildiriyle köleler özgür bırakılır. Ama bu kağıt üzerinde kalan bir özgürlüktür. Çünkü güneyde siyahlara uygulanan baskı ve ırkçılık bütün şiddetiyle devam etmektedir. Kara tenli şiirler sözde bu özgürlük ülkesine bir tokat gibi iner . J. M. Whitfield’in şiiri bu öfkeye fırlatılmış bir şarkıdır.
Özgürlüğüyle övülmüş ülke
Ey Amerika sana doğru
Sana doğru fırlatıyorum bu şarkımı
Sen ey kan, cinayet ve adaletsizlik ülkesi
Sana doğru ey doğduğum memleket
Kalkıp uçtu bunca köle satıcı
Karaları memleketinden koparmaya gitti
Ve onları ezmek titretmek için burda
Zincirlerle bağladılar
Kanla sulanmış toprağımıza
Ve bellerini çökerttiler
Zorba bir sulta altında
Kölelik 1865’te Anayasa’da yapılan değişiklikle kaldırılır. Daha sonra eklenen maddeyle,hiç
bir devlet’in yasal olmayan yollarla bir insanı yaşamından, özgürlüğünden, yada malından yoksun bırakamayacağı kabul edilir.
Ama bu sözde kalır. Siyahlar dövülüyor, linç ediliyor,işkenceden geçiriliyor, evleri yakılıyordu. Onlara yalnız alışverişte özgürlük tanınmıştı, Mağazalardan, süpermarketlerden istedikleri kadar alışveriş yapabilen bu insanların, beyazların yemek yediği yerlerde yemek yemeleri yasaktı. Otobüs duraklarında ayrı yerleri vardı, ayrı vagonları, sinemalarda ayrı bölmeleri, ayrı okulları ve ayrı kiliseleri vardı.
Bunlar yetmiyormuş gibi 1900’lü yıllarda Ku Klux Klan adında bir örgüt ortaya çıktı. Bu örgüt değişik tarihlerde yasaklanmasına karşın eylemlerinden vaz geçmedi ve üç bini aşkın siyahı erkek, çocuk demeden linç etti. Siyahları eşit olmayan koşullarda yoksulluğa, ezilmişliğe mahkum eden koşullar 20. yüzyılda da sürdü. Ama Bontemps kara tenli şiirinde, bir gün güneşin doğacağını anlatmaya çalışıyordu.
Biz bu tepelere kılıçlarıyla
Bir savaş vermeye gelmedik
Yaşamı zor bir amaç uğrunda harcayarak
Yitirmek akıllıca da değil üstelik
Ama bazıları gibi ölebiliriz yine de
Bir yol açarken doğacak güneşe
Siyahlar çeşitli örgütler kurmalarına rağmen, birlik sağlayamamışlardır. Onları toparlayacak, birlik sağlayacak bir liderin özlemi içindeydiler.
Martin Luther King ABD’nin güneyinde Atlanta, Georgia’da doğmuştu. On dokuz yaşında sosyoloji bölümünden mezun olmuş, başarılı bir öğrenciydi. Bundan sonraki eğitimine kuzeyde devam etmek istemiş ve Hatip okuluna yazılmıştı. O sıralar Güneye, Montgomery’e rahip olarak atandığında, ileride bir lider olacağından habersizdi.
King,diğer siyah liderlerden farklı düşünüyordu. Gandhi’nin felsefesinden etkilenerek siyahları şiddet içermeyen protestolara yöneltmişti. Önce otobüs protestosunu başlattı. Otobüsün ancak arkalarında durabilen siyahlar, bir beyaza yer vermek zorundaydı. Özellikle bu gibi ayrımcılığa bir son verilmeliydi. King, kiliseye gelen büyük kalabalığı ilk konuşmasında etkilemeyi başarmıştı:
’.....Artık yorulduk. Bu ayrımcılık içinde aşağılanmaktan yorulduk, usandık, baslının ayakları altında tekmelenmeten yorulduk...’
Kalabalık King’in konuşması sonunda tek vücut olmuştu. Artık bir liderleri vardı. Medeni haklarına kavuşmak için sadece bir kaç adım kalmıştı.
King, tehdit mektupları ve telefonlarına,sudan tutuklanmasına hep sevgiyle karşılık verdi. Her fırsatta bu işin şiddetle çözülemeyeceğini söylüyordu. Şiddet içermeyen eylemler birbirini izledi. Hapisaneler siyahlarla dolmuştu. Ama bir gün bölge mahkemesi ve ardından yüce mahkeme ırkçı ayrımının yasal olmadığına karar verdi. Bir yıl sonrada ’Medeni Haklar Yönetmeliği ’ yürürlüğe kondu. Montgomery’deki bu zaferin yankıları tüm Amerika’ya, oradan dünyaya yayıldı. King, beyazların da sevgisini kazanmıştı.
Bir çok eyalette kazanılan zaferler sonrasında, Washington’a bir yürüyüş yapılması kararlaştırılır. Yürüyüşe 250 bin kişi katılmasına rağmen, Amerikan basını bunu 25 bin kişi olarak duyurmaktan utanmaz. King, bu sefer de yüz yıl geciken bir barış için Waşington’daydı. Buradaki konuşmasıyla tarihteki unutulmayanlar arasına girdi.Konuşması
sırasında okuduğu şiirin adı ’ Bir Düşüm Var ’ idi.
Bir düşüm var benim
Öyle bir düş ki,
Bir gün Georgia’nın kızıl tepelerinde
Kölelerin ve eski köle sahiplerinin oğulları
Kardeşlik sofrasında birlikte oturabilecekler,
Bir gün adaletsizliğin ve baskının
Sıcağıyla kavrulan
Missisippi bile
Bir özgürlük ve adalet beldesine dönüşecek.
Bu bizim umudumuz,
Bu inançla döndüm ben Güney’e
Bu inançla biz
Ulusumuzun kulak tırmalayan kargaşasını
Sıcacık bir kardeşlik türküsüne dönüştüreceğiz
Bu inançla birlikte çalışabilecek
Birlikte içeri girebilecek
Ve işte bu inanla biz
Bir gün ona ulaşacağımızdan emin olarak
Özgürlük için omuz omuza verebileceğiz...
Nisan 1968’de, De King eşit ücret isteyen işçilere destek vermek için Memphis’e gitmişti. Kaldığı otelin balkonuna hava almak için çıktığı sırada hain bir namludan çıkan kurşunlarla yere yıkıldı. Yoksul ve utanç dolu dünyaların umudu artık yoktu, Siyahlar isyan halindeydi.
Şiddet içermeyen hareketin sonu yaklaşmıştı artık.Yoksulluk içinde yaşayan siyahların kaderi yine değişmeyecekti.
Siyah çocukların, küçük beyaz çocuklarla kardeş kardeşe, el ele tutuşabilmesi King’in düşüydü. Yaşanan zorlukları, yapılan kötülükleri, işkenceleri, sıcacık bir kardeşlik türküsüne dönüştürmeye hazırdı.
King’in düşü öylesine büyüktü ki, siyahları kölelikten, beyazları ise ilkellikten kurtarmayı başarmıştı...
YORUMLAR
King'in sonunun böyle olduğunu bilmiyordum. Onun sevgiyle yaklaşımına karşın böyle davranılması çok acı.
Amerika kendine yeni köleler buldu, siyahları bıraktı ama..kölelik sürüyor. En acı örnekleri Irak'ta
Afganistan'da ve ülkemizde uygulanıyor. Bu köle zihniyete karşı durmalıyz. Her birimiz Atatürk gibi
hissederek..
tebrikler,
selâmlar..