- 573 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Türk Müslümanlığı
TÜRK MÜSLÜMANILIĞI NE OLDU?
Dini açılım yapmayacağız, din adamı da değiliz. Zaten İslam dininde ruhban sınıfı da yoktur. Yani Müslümanlık inancının tanıtımından, korunmasına kadar hiçbir dini eylem, belli bir gurup veya sınıfın yetkisinde değildir. Ancak dinin kültür-kültürün din içinde olduğunu biliyoruz. Bu sebeple şiirlerin refakatinde sadece kültürel analiz yapmaya çalışacağız. İşte seçtiğimiz bazı örnekler;
“Kendi hüsnün hublar şeklinde peyda eyledin,
Çeşmi aşıktan dönüp sonra temaşa eyledin.”
Şair şiirinde Yaradanı ile konuyor. Güzellikler karşısındaki şaşkınlığını, ancak Allahın, güzelliğe olan düşkünlüğü ile açıklayabiliyor. Veya bir başka beyitte bu defa Fuzuli;
“Yarab hemişe lutfunu et rehnüma bana,
Gösterme ol tariki ki yetmez sana bana.”
Bu beyitte şair, Yarab sana ulaşmayan yolu bana gösterme diye yalvarıyor. Yine Fuzuli;
“Yarab bela-aşk ile kıl aşina beni,
Bir dem belayı aşkdan etme cuda beni.
Öyle zaif kıl tenimi firkatinle kim,
Valsına mümkin ola yetürmek saba beni.”
Diyerek, Yaradanı ile halvete giren Müslümanların halini, yani bu Milletin din anlayışını örnekliyor.
Hak ve aşk yolunun bir başka yolcusu Yunus ise;
“Ey Dost senin yoluna, canın vereyin Mevla.
Aşkını komayanın, od’a gireyin Mevla.
Beni sana vereyin, sensiz beni nideyin.
Ben senin huzuruna, ben’siz varayın Mevla.”
Veya
“Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil.
Yetmişiki millet dahi, elin yüzün yumaz değil.
Yol oldur ki doğru vara, göz oldur ki Hakkı göre,
Er oldur ki alçakta dura, yüceden bakan göz değil.
Yunus bu sözleri çatar, sanki balı yağa katar,
Halka mataların satar, yükü gevherdir tuz değil.”
Hatta başka bir mısraında;
“Yunus seni din edindi, din nedir iman edindi.”
Diyerek, dinin özünün, kuru kurallar silsilesi değil, bir iman-inanış biçimi olduğunu vurguluyor. Halk şiirinden, divan şiirine, dinin bir sevgi ve aşk yolu olarak benimsendiği bu anlayış değişmiyor.
Diğer taraftan, Horasan erlerinin hoşgörü ile Anadolu’yu mayalayarak tesis ettiği hayat şeklinde, belki kırsal kesim mektep-medrese de mevcut değildi. Ama onlar gelenek, görenek olarak yerleşmiş yaşam biçimlerinde, haramı-helali, komşu hakkını, yardımlaşmayı ve ibadeti, yani dinimizi, gerek sosyal veçhesiyle, gerekse bireysel olarak, en halisane şekliyle yaşıyorlardı. Böylece dini, hayatın içinde canlı örnekleriyle görüyor, bir irfan sezgisiyle kavrıyorlar ve tatbik ediyorlar, kimseyi de dinli, dinsiz diye ayırmıyorlardı.
Asırlar boyu “senin dinin sana, benim dimim bana” diyen ecdadımız, Cami, Kilise ve Havra’mın yan yana olmasından rahatsızlık duymamış, hatta fetih edilen yerlerde her kilisenin yanına bir cami inşa edip, birlikte ibadet edilmesini sağlamışlardı.
“Yücelerden yücesin,
Kimse bilmez nicesin,
Güzel Tanrı,
Çok cahiller seni gökte arar, yerde ister,
Sen inanmışların gönlündesin.”
Diyebiliyorlardı.
Bu gün ne oldu da, bu anlayıştan eser kalmadı, köylü İslamı veya Vehhabi inanışı tanımlamasıyla anılan bir kısım insanımız dindar, diğerleri ise dinsiz sayılmaya başladılar?
Bu sualin cevabı; dinin politize edilmiş olmasıdır. Evet, bu bir politika olarak en az elli senelik çalışmanın sonucudur. Bu çabanın sonucunda anne ve ninelerimizin çeşitli şekillerde taktıkları şifon ve eşarplar, sempati merkezi iken, şimdi başörtüsü toplumda bölünmenin bir sembolü olmuştur.
Anayasa Mahkemesinin bu hafta açıkladığı Üniversitelerde Türban Yasağı kararının gerekçesinde; dinin siyasete alet edildiği, laiklik ilkesine aykırı bulunduğu, hedefin dini amaçlı örgütlenme olduğu ve nihayet türbanın bir baskı aracı olarak kullanılabileceği” gazete manşetlerine düştü. Ama Ülkede Türban tartışmaları bitmedi. Acaba, yukarıdaki örnek şiirlerde görüldüğü gibi, asırların süzgecinden geçerek rafine olmuş, incelmiş ve yükselmiş “Türk Müslümanlığı” politik mülahazalarla kaybedilmiş olmasaydı, ne milletin dilinde, ne de Anayasa Mahkemesinin gündeminde böyle bir dava olabilir mi idi?
Kaybettiğimiz değerleri tekrar bulabilir miyiz? Bu konuya zaman, zaman tekrar dönmek üzere, şimdilik sözü yine Fuzuli ile bitirelim.
“Gel ağlayalım bu maceraya,
Bir dem koşalım seda, sedaya.”
Cemil ALTINBİLEK
Manisa Denge Gazetesinde yayımlanmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.