Teyzem
Hiç anlamazdım ne demektir "evvel zaman içinde kalbur saman içinde " ,sadece bir hikâyenin başlayacağı anonsuydu benim için o yaşlarda, teyzemin ayaklarına koyduğu yastığa başımı vurup yatar anlatırken gözlerini büyütüp küçültmesini, ağzının aldığı şekilleri, sesini acıklı halleri anlatırken inceltmesini, masaldaki öcüyü konuştururken kalınlaştırmasını, dişlerini göstermesini heyecanlı mimiklerle iştirak ederek dinlerdim sadece.
Her hikâyede bir kötü taraf ve bir de iyi taraf olurdu fakat teyzem her defasında iyilik tarafın galip gelmesini sağlar, bazen beraber ağlar, bazen de gülerdik.
Sonuç ne olursa olsun sevgili teyzem kaçan uykumu geri getiremez, ısrarla bir hikâye daha anlatmasını, bu hikâyenin son isteğim olduğunu söyler uyumamak için gözlerimi açık tutmaya çalışırken beş altı masal anlattırırdım.
“Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir padişah varmış padişahın çok güzel bir kızı varmış”
Yılardır geçmesine rağmen padişahın bu güzel kızının yaşlanmadığını, aksine her geçen gün güzelliğine güzellik kattığına şahit oldum masallarda. Güzel prensesleri hayal ederek, onu kötü cadının elinden kurtaran "prens" olmayı düşleyerek büyüdüm.
İçimde büyümeyen "beyaz atlı prens" in hala derinlerde bir yerde ruhumun en ücra köşelerinde hayatına devam ettiğini, hala o güzel prensesi kurtaracak kararlılık ve aşk içinde yaşlanmayan atıyla beraber beklediğini hissediyorum.
Teyzem prensesin kendini kurtaran yakışıklı prens ile evlenerek çok mutlu bir ömür sürdürdüklerini ballandırarak, kalbindeki saadeti, kocayı, oturmayı hayal ettiği saray gibi evi ve bütün bu olayların hızlı, çetrefilli akışına makul, anlayışlı yaklaşan bir kral’a olan özlemini bir güzel anlatır ve hayallere dalardı.
Oysa teyzem ne anlattığı kadar güzel bir prensesti, ne de dedem masaldaki kral kadar anlayışlı bir kral.
Anlattığı masallarda yaşayan, adeta nefes alıp veren bir peri kızı vardı sanki. Her masalda olduğu yerden uçarak geliyor ve teyzemin omzuna konuyor, masal bitince de uykulu gözlerle yine yuvasına dönüyordu.
Bazen develerin tellallık, pirelerin berberlik yaptığı ve teyzemin dedemin beşiğini salladığı o masalların anlatılmadığını, o maceraları bizzat yaşadığımı hissederdim.
“Tahtadan temaşa” adlı masalın her harfi, teyzemin anlatırken çıkardığı her sesin tonunu, yüzünün aldığı şekilleri bütün renkleri ve heyecanıyla hatırlıyorum.
Masların tıkanıp kaldığı zamanlarda, biraz daha büyüyüp artık kendi prenseslerimizi mahallemize dışarıdan gelen haramilere karşı muhafaza edebilecek yaşa geldiğimizde teyzemin bizim yaramazlıklarımızı bertaraf eden “bilmece” hafızası çıktı karşımıza.
Baştan büyümüş olduğumuzu kabul ettirebilmek gayesiyle bilmecelere sırt çevirmeyi denemiş olmamıza rağmen “İnsan en yakın ve en uzak olan nedir?” bilmecesinin günden güne artan merakıyla başka bir şey düşünemez olunca, mağlubiyetin cevabı aldıktan sonra mutluluğa sebep olacağı zannıyla teyzemin bilmecelerine teslim olmayı, yenilen pehlivanın rakibinin altında kaldığı zor durumdan “pes” diyerek ciğerlerine canhıraş bir çabayla nefes çekmesi misali rahatlayacağımız umuduyla kabul ettik.
O zaman “üzüntümün sebebi” olarak kabul ettiğim ancak şimdi “şükürler olsun anılarımda var” dediğim ne o bilmecelerin ne de bizim o bilmecelerden sebep çektiğimiz meraklı sancıların sonu geldi.
Lise yıllarımızda teyzemin yasaklarından kurtulmak için arkadaşımıza ders çalışmaya gidiyoruz diyerek evden kaçmaya çalışır, ilkokulun bahçesindeki futbol maçı randevumuza yetişebilmek için bir elimizde kitap defter diğer elimizdeki poşetin içerisinde spor ayakkabım ve eşofmanım olurdu. Birkaç denemeden sonra vaziyetin farkına varan teyzem yazılı dönemi olduğu gerekçesiyle illa ders çalışmak için en çalışkan arkadaşımızın evine gitmemize asla karışmaz fakat spor ayakkabımı ve eşofmanımı saklar evin içerisinde dört dönmeme sebep olurdu.
Sonra oturup anlaştık, ben derslerime çalışacağım o da bana “maç” için izin verecekti.
Birkaç yıl sonra teyzemi isteyenler gelip gitmeye başlayınca yüzündeki tebessümler değişti, sesi eskiden anlattığı masallardaki prensesin beyaz atlı prensin kollarında saraya giderken söylediği şarkılardaki havasını buldu.
O da prensesin kavuştuğu kadar mutlu olmayı, sevdiğine kavuşup sonsuza kadar mutlu olmayı hak ediyordu doğrusu.
Prens ona sihirli öpücüğü kondurunca gözlerini açıp yeni bir hayata başlayacak, beyaz atın yelelerini okşar gibi prensin sarı saçlarını narin parmaklarıyla kavrayıp gözlerinin içine bakarak “seni seviyorum prensim” diyecekti.
Birkaç ay sonra taliplerden en münasip olanı şartları tekrar görüşmek ve “çocuğun adını koymak” maksadıyla ( söz yüzüğü kastetmişti dedem) tekrar davet edilmişti.
Ben ilk defa görüyordum damat adayını. Burada şunu izah etmeyi elzem görüyorum; sakın çocuklara bu durumlarda fikrini sormayın. Zira onlar kıvırmadan, lafı eğip bükmeden ne görüyorlar ise pat diye söylüyorlar. Kim kırılır, kim bozulur, mahçup olan var mı? Asla düşünmezler.
Damat adayı salonda elleri dizlerinde ayaklarını sandalyenin arkasına doğru çekip birleştirmiş vaziyette otururken dedem bana “ nasıl buldun damadı bakalım?” dediğine vereceğim cevabı duyunca bin pişman oldu fakat iş işten, söz ağızdan, doğrusu ok yaydan çıkmış hedefin en münasebetsiz yerine saplanmıştı.
Hacı hanım teyze Osmanlı işlemeli uzun feracesi ile dikkatleri üzerinde toplamış olmanın verdiği kibir ile bir oğluna bir kendi üstü başına bakıyor, sonra o gök gözlerini teyzemin kızarmış yüzüne tutup, onu iyice baskı altına alıp, gözlerini baygın bir eda ile örterken başını diğer tarafa çeviriyor, karşıdaki komodinin üzerindeki aynada kendini gözünce gözlerini tekrar açıp başörtüsünü çekiştiriyordu.
Bu tavırlar teyzemi yerin dibine sokarken bir eli annesinin ellerine kenetlenen damat adayı durumdan aldığı hazzı etraftakilere hissettirmek için kaşlarını yukarı kaldırıp çin dudağının bir kenarını yukarı çekerek sinir bozucu bir tebessümle kafasını sağa sola çevirip duruyordu.
Dedemin sorusuna “Damat adayımız hem kel hem de bir tarafta boynuzu var diğer tarafta yok, olsaydı daha iyi” deyince Hacı hanım teyzenin suratı birden değişti. Damat önce ne dediğimi anlamadı, sonra elini sıkan annesine bakıp “Annem bayıldı galiba” dedi.
Birkaç gün sonra benim için alınan karar tebliğ edildi “Bir daha eve gelen misafirler hakkında konuşmam yasaklandı, özellikle damat adayları hakkında asla!”
Oysa damat adayının saçları dökülmeye başlamış alnının iki yanı epeyce açılmış ve kel bölgelerin oldukça uzun bırakılan yanlardaki saçlarla kapatılmaya çalışılmış olduğu fark ediliyordu. Alnının sağ tarafında oldukça iri bir şişlik vardı. Davetten birkaç gün evvel arabayla gezintiye çıkmış, önüne çıkan köpeği ezmemek için direksiyonu kırınca uçurumdan aşağıya düşüp ufak tefek sıyrıklar ve alnındaki şişle atlatmış kazayı.
Olayın tanıkları köpeği görmemişler sadece otomobilin uçurumdan düşerken bir bayanın “Salak!” diye haykırdığını duymuşlar.
Bir ay sonra beni köye gönderip damat namzedine söz yüzükleri takıldı.
Teyzemin kendini aşağılayarak bakan Hacı Hanım teyze ile daha samimi olduğunu, damadın bir dediğini iki etmediğini, oturacakları muhitin seçimini kendisine bıraktıklarını anlatıyormuş.
Düğünde erkenden uyumam için bolca yoğurt ve süt içirilip eski evin üst katındaki odalardan birinde yatırdılar beni.
Büyüklerimin çabalarını takdir ettiğim için, bir de teyzemin hatırı için derin bir uykuya dalmış gibi hırıltılarla ve ara sıra istem dışı parmak oynatıyormuş gibi yaparak emeklerinin karşılığını almış olduklarını hissettirdim.
Odanın kapısını usulca çekip parmak uçlarına basarak merdivenleri indiklerinde ben eski evin diğer tarafına geçip tahta döşemenin arasından teyzemi seyrettim.
O her zamanki gibi ürkek, ümitli ve zavallıydı.
Hikâyelerdeki pamuk prenses gibi masumdu ve olacakların saadetine sebebiyet vereceğini umarak bekliyordu.
Birkaç yıl sonra annem teyzemlere gideceğimizi söylediğinde heyecanla “boynuzlu damadı da görecek miyiz?” diye sormuştum.
Teyzem biri kucağında, biri mama arabasında diğeri karnında olmak üzere üç kişiydi artık. Pamuk prensesin karnı burnunda, suratındaki o masum ifade ve gençlik izleri silinmiş, gözlerinin altındaki şişlikler ile beyaz atlı prensini mutlu edebilmiş miydi?
Akşamüzeri işten eve gelen kocası bizi masanın etrafında görünce yalancıktan çok sevinmiş gibi yapıp yanımıza oturunca kafasındaki kel bölgelerin diğer kısımlardan temin edilen uzun saçlarla kapatılamayacak kadar genişlediğini, bazı bölgelere yine de ödünç saç uzatarak müdahale edildiğini gördüm. Gözlerime dikkatlice baktığını ve yüzünün kızardığını hissedince başımı diğer tarafa çevirmem için annem bakışlarıyla uyarınca başımı diğer yana çevirdim.
Eski boynuzundan eser kalmamıştı teyzemin kocasının. Şükür hiç olmasa o vaziyetten kurtulmuştu.
Oturduğum kanepeden elimi yana sallayınca yumuşak bir şey hissedip başımı aşağıya eğdim ve kanepenin kenarına sürülmüş mama artığının üzerime bulaştığını görüp yerimden kalktım. Çocukların odası rutubet içerisindeydi. Burada çocuktan ziyade mantar yetiştirilirdi.
Tuvalet taşları çok eski olduğundan oldukça erimiş, takunyaların meşin parmaklığı lime lime dökülüyordu.
Pamuk prenses beyaz atlı prensinin sarayında “şükür” diyerek ikisi mevcut biri vadeli üç şehzade ile sonsuza kadar mutlu yaşamaya çalışıyordu.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
YORUMLAR
Yav ben ne bahtsız adammışım.
Teyzelerimden ayrı yaşadım hep..Varım yoğum arasıra gördüğüm bir tane teyzem vardı o da benden olsa olsa on yaş büyük bir şeydi..Ne masalı anlatacak ki bana. Teyzem değil de dayım anlatsaydı desem..O da olmaz..Dayım da yaşça bir yaş küçüktü benden...Offf offff...Kara bahtım kem talihim..
Selam ve sevgilerimle.
çok şanslıymışsın erolabim....benim teyzem yoktu....bize hiç masal anlatmadılar....sen yaz çocukluğumuzu sayende yeniden yaşıyoruz saygılar sevgiler
erolabi
anam babam çalıştığından önce teyzelerim sonra da dayılarımım eşleri bakmış bize..
selam ve saygı ile değerli ağabey...
sakın bana bu hikayenin gerçek olduğunu söylemeyin.
hala gülüyorum:)
Bir de o bilmecenin cevabı neydi?
öyle bir teyzeniz olduğu için çok şanslıymışsınız ayrıca.
yani ben artık oğluma masal anlatmıyorum
alo masal hattını aramasını öneriyorum.
bir soru daha.
ben nasıl bir anneyim?
Bu sorumsuzluk hangi vicdana sığar?
cevapları bekliyorum.
...ve çok teşekkürler bu güzel yazı için.
saygılar, selamlar erol abi.
erolabi
valla eskiden iyi anne ile yeniden iyi anne arasında farklar var artık.
fakat eksikliklerin var anlaşılan
bu sorumsuzluğun sığacağı vicdan yok....arama.
Selam ve saygı benden...
Bütün suçlu Türk filmleri ve masallar... Ne yapalım hayat bu gerçek yüzünü hep sakladılar bizden.Neden acaba ?Anlatım çok güzeldi .Yinede anlatabilecek bu kadar şey bulabiliyorsak güzel bir çocukluk yaşamışız demektir bunun için ailelerimize ne kadar teşekkür etsek azdır.Allah a da şükredelim:))Bak inançsız değilim:))
erolabi
Her şey yalanın başının altından çıkar aslında.
Adına da kurgu dedin mi...
erolabi
Biz masal olsak ....
at arabası kim olacak...
cadı kim olacak...
prens kaç tane olacak...
kaç pambuktan prensesi paylaşacak prensler..
her şeye rağmen hayat güzel..,
hep beyaz olsaydı veya hep siyah...
ya da her yer kırmızı...
boğulup ölürdük ...
şükranlarımla..
selam ve saygı benden.