- 1500 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Hz.NUH'UN KAZANI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
-Bir kase Zehra Hanım’a, bir kase de kuyumcu Agop Efendi’ye götür.
-Aman anne, niye hep ben götürüyorum?
-Oğlum, kim götürsün? Ercan daha küçük, tepsiyi taşıyamaz, Selim okulda, biliyorsun.
Yavuz, isteksiz plastik tepsiyi kavradı, yola koyuldu. Kaşlarını çatmış, çilli yanaklarına ateş basmış, kumral saçları terden yapış yapış olmuştu. Bilmem kaçıncıydı bu taşıdığı aşure kaseleriyle dolu tepsiyi.Muharrem’in onuncu günüydü. Mahallede tatlı bir telaş... Hanımlar birbirlerine aşure tarifleri vermişti.Fatma Hanım da aşuresini, pilavlık fıstık, fındık, ceviz, kuşüzümü, nar, tarçın, çörekotu ile süslemiş komşularına göndermişti. Yavuz’un işi bitince eve dönmüş, bir kase aşure de o yemiş, sonra da Selim’ in yanına gitmişti. Önce Selim’ in oyununu bozmuş, arabasının tekerleklerini sökmüş, Selim bağırınca da onu tekmelemişti. Selim, yüksek sesle ağlamaya başlayınca, Fatma Hanım, bir koşu gelmiş Yavuz Selim’i itmiş, Selim’in kafası somyaya çarpmıştı.Fatma Hanım "bıktım" diye bağırmış Selim’i kucaklayıp başını yoklarken Yavuz ’a ters ters bakmıştı.Yavuz, umarsız, kapıya yönelmiş, kapıyı çarparak kapatmış, Selim’in ağlayan sesini geride bırakmıştı.
Selim henüz birinci sınıfa gidiyordu.Sevimli, topaç gibi bir çocuktu.Ağabeyi Yavuz’la hiç anlaşamazdı.Zaten onunla kimse anlaşamazdı.Yavuz, kaba kuvvet kullanarak kendini ifade ederdi.Diğer çocuklar Yavuz’la zoraki oynardı.Yoksa dayak yiyeceklerini bilirlerdi. Annesi, o henüz altı aylıkken ölmüş; babası, tekrar evlenmek zorunda kalmış; daha sonra Selim ve Ercan adında iki erkek kardeşi olmuştu.Baba Osman Bey, geç saatlerde ancak evde olur, erkenden de işe koyulurdu. O geldiğinde, çocuklar çoktan uyumuş oluyordu.Osman Bey, çocuklarının üstünü örter, öper, koklar, öyle uyurdu.Yavuz’un üvey annesi Fatma Hanım, mülayim, şefkatli, Yavuz’ a karşı hassas bir kadıncağızdı; ama Yavuz’ la nasıl başa çıkacağını bilemiyor,kendini çaresiz hissediyordu. Defalarca okula çağrılmış, Yavuz’ un vukuatları anlatılmış, mutlaka, rehberlik servisiyle sıkı ilişkide olması konusunda uyarılmıştı.
Selim okuldan dönmüş, anne sofrayı hazırlamış, yarı beline kadar sarkmış, Yavuz’a sesleniyordu.Yavuz nihayet eve gelmiş, huysuz huysuz sofraya oturmuş, masanın altından Selim’ in ayak parmaklarını, ayaklarıyla ezmiş, Selim’den birden bir feryat kopmuştu.Fatma Hanım kararlı bir ses tonuyla Yavuz’u uyarmış psikolojik danışmanın ona öğütlediği şeyleri aklına getirmeye çalışmış çaresiz Yavuz’a bağırmak zorunda kalmıştı.
Ben, Yavuz’ un dördüncü öğretmeniydim.Geleli , yaklaşık, bir ay olmuştu.Yavuz elinde bir kase:
-Öğretmenim, annem size aşure gönderdi, dedi.
-Hııımm , teşekkür ederim. Yavuzcuğum biliyor musun , bu benim en sevdiğim tatlılardandır.Sen aşure hakkında bir şeyler biliyor musun?
-...!?
-Çocuklar, aşureye yalnız tatlı demiyorduk, değil mi? Aynı zamanda bize başka şeyleri de çağrıştırıyordu, hatırladınız mı?
-Eeeveeett,
-Öğretmenim, aşure kardeşlik ve birlikte yaşamayı çağrıştırıyordu değil mi?
-Aferin sana, başka? Sen söyle Hamza.
-Şeeey, galiba Aşure Gününe , Nuh’ un Bayramı da deniyordu.
-Güzel! Peki , Aşurenin öyküsünü bilen var mı?
-...!?-
-Çocuklar, aşurenin öyküsü "Büyük Tufan" dan sonra başlar."Hz. Nuh un gemisi bir dağa oturmuştur. Dağda yiyecek yoktur. Hz. Nuh ortaya bir kazan koyar ve aç , yorgun düşmüş kavmine seslenir: "Ey kavmim! Elinizde avucunuzda ne varsa, bu kazanın içine atın!" der. Hz. Nuh’a inanıp kurtulan insanlar, peygamberin emri üzerine ellerinde olan bütün yiyecekleri kazana atarlar. Böylece, ilk defa, Aşure yemeği ortaya çıkar.Hz. Nuh, günlerce suda yol almış çok acıkmış susamış perişan düşmüş kavmini, bir araya getirmiş; birbiriyle anlaşamayan sinirleri iyice bozulmuş olan kavminde, bir bayram havası yaratmıştır. "
-Ne hoş değil mi?
-Eveett...
-Çocuklar, tüm insanlar kardeştir.Birlikte yaşamanın tadı, başka bir şeye benzemez.İnsanlar anlaşmazlıklarla, ancak birbirlerini üzer, birbirlerine acı verirler. Kimse, huysuz ve geçimsiz kişilerden hoşlanmaz.Aklıma, eskilerin anlattığı, çok güzel bir öykü geldi.Sizlerle paylaşmamı ister misiniz?
-İsteriz öğretmenim.
Yavuz diğer çocuklar gibi öyküleri severdi.Pürdikkat beni dinlerdi.
-Çok eski zamanlarda, kötü huylu bir çocuk varmış.Bir gün, babası ona, çivilerle dolu bir torba vermiş."Arkadaşlarınla kavga ettiğin her sefer, bu tahta perdeye, bir çivi çak " demiş.Çocuk, ilk günde çok sayıda çivi çakmış. Sonraki haftalarda, kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış. Nihayet, bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası: "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için, tahta perdelerden, bir çivi çıkar." demiş. Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki; tahta perdede hiç çivi kalmamış. Babası: "Aferin, iyi davrandın; ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Çok delik var değil mi? Artık hiçbir şey geçmişteki gibi olmayacak.Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenirse her kötü kelime, bir yara, bir delik olarak kalacak, kapanmayacaktır. Bir arkadaş, ender bir mücevher gibidir.Seni güldürür yüreklendirir. Sen, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler, sana yüreğini açar" demiş.
Yavuz düşünceliydi. Ders boyunca ağzını bıçak açmamıştı. Bütün gün sakin, okulun bitmesini bekledi.Koşarak eve gitti.Fatma Hanım’ın elleri bulaşıktı. Evi temizlemiş, epey yorulmuştu.Yavuz ansızın ona sıkıca sarıldı.Fatma Hanım, sendeler gibi oldu, neye uğradığını şaşırdı.Yavuz hüngür hüngür ağlıyordu. "Özür dilerim." Fatma Hanım iyice telaşlanmıştı. "Allah’ım, kesin bir şey oldu!" diye geçirdi içinden. "N’oldu yavrum, bir şey mi oldu?" Yavuz:
-Bir şey yok anneciğim. Senden özür diliyorum. Bir daha asla seni üzmeyeceğim. Kardeşlerimle oynayıp kavga etmeyeceğim. Söz veriyorum.
Fatma Hanım, ne diyeceğini bilemedi. Şaşkın, öylece kalakaldı.
Çok Kıymetli Seçki kurulu’ na ve Değerli Edebiyat Defteri aileme şükranlarımı sunuyorum.
(not: yazı da geçen öykü alıntıdır.)
gönül gençyılmaz