- 1330 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİLGE İLE SEYYAH
Ülkenin birinde yaşamın amacını sogulamaya başlayan bir adam zenğinliğine rağmen
neden mutlu olamadığına dair,cevapsız sorulara cevap aramaya başlamıştır.Okuduğu kitaplar,danıştığı kimselerden aldığı yanıtlar onu tatmin edememektedir.Birileri ceva
bını alabileceğini umduğu bir alimi ona tavsiye edince uzak şehirdeki bilgenin yanına ulaşır.Fakat,umarsız davranışları,zenğiliğin verdiği rahatlık,insanlara tepeden bakma alışkanlığı gibi tavırları artık onun doğal davranışları haline gelmiş ve hareketlerinde kontrolsüz lekeler olarak kalmıştı.Sadece varlarının hatırına onun bu davranışlarına katlanmak zorunda kalan insanların katlanmaktan yüksünmedikleri hoyrat ve incelik
ten uzak davranışlarının farkında değildi. Üstelik onu uyaracak gerçek bir dost da edinemediğinden bu kabalıklarının farkında bile olmamıştı.Ama içindeki ses ona mutlu
olması gerektiğini emretmekteydi.Zenğinliğinin sağladığı sınırsız olanaklar ona huzuru sağlamamakta aklının ve yüreğinin bir köşesi nasıl gidercekse o şekilde huzur ve mutluluğu arattırmaktaydı.
Alim, onun yontulmamış ve hoyrat bir adam olduğunu anlamasına rağmen derdini sorar.
Tüm servetine ,iki karısının olmasına,üstüne üstlük,ticaret yaptığı her yerde metres tutmasına rağmen,mutlu olamadığını,nasıl mutlu olacağını bilmek için de yanına geldiğini söyleyerek,ona hediyeler sunar.
Alim,onu anlamıştır.Ama hediyeleri görünce adamdan ümitvar olunabileceği hükmüne vararak ona bir öykü anlatmaya başlar.
" Antik Yunan bilgelerinden biri, artık Sokrates veya bir başkası, öğrencileriyle birlikte
Atina limanın kenarında ’ Mutluluk nedir,nasıl mutlu olunur ?konulu bir ders işliyorlarmış,
Sokrat,mutluluğa ulaşmanın yolları olarak,içhuzuru,seyahat,eğlence,zenginlik gibi
çareler öneriyormuş.Öğrencilerin birisi sormuş :
_ Peki demiş hocam ,bunlar mutluluğu sağlıyorsa şuraya bakınız.
Diye bir ticaret gemisinin güvertesinde sıkıntılı sıkıntılı dolaşan bir adamı göstererk.
_O, çok zengin.Üstelik pek çok sarayı, pek güzel eşleri,metresleri var.Bir çok gemisiyle her hafta bir limana gidip geliyor.Onun mutsuz biri olduğunu bilirim.Bakın yine gemisinde
sıkıntılı sıkıntılı dolaşıyor. Peki o neden mutsuz ?
Bilge, öğrencisinin yüzüne bakarak :
_ Cevabı çok basit demiş , çünki her gittiği yere kendisini de götürüyor."
Alim,bu seyyaha iyi bir mesaj verdiğini düşünürken,adam alimin önüne bıraktığı hediyeleri geri alarak,
_ Seni bir şey sanmıştım,verdiğin cevaba bak,ne huzur gördüysem seyahat ederken
gördüm.Sen benim en mutlu olduğum şeyi kötüledin,sana nasıl inanabilirim ki şimdi?
Deyince bilge hediyelerden olmamak için :
_ Dur demiş hediyeleri bırak.Sana bir yer ve orada bir bilge söyleyeceğim.Seni,senin
isteklerine ancak bengisu ulaştırabilir.Onun yerini yeryüzünde bilen tek bir kişİ var.
ama onun yeri buradan çok uzak ve ancak yayan gidersen sonuç alabilirsin.Kolay
yoldan gideyim dersen hem ona ulaşamazsın hem de ulaşsan bile o bileceği için sana yardımcı olmaz.Bu şartla gitmeyi göze alabilir misin.Yoksa ölümsüzlüğe de diğer
ödüllere de ulaşamazsın.
_Kabul der seyyah bana yerini söyle .Alim cevabın şeklinden de ses tonundan da
hoşlanmadığı halde.
_Yol çok uzak ve türlü tehlikelerle dolu göze alabilecek misin ?
_ Niye burdayım der kaba bir şekilde.Tüm kabalığına rağmen alim seyyahın kararlı
oluşundan çok hoşlanmıştır. Seyyahın kulağına doğru eğilerek:
_ Bilgenin biri:" Denizin dişlerinden korkan dalgıç derinlerdeki inciye ulaşamaz" demiş.
Ohalde sana söyleyeceğim yere gidene kadar niye bu halde olduğunu düşün ve onu bul.
O,sana bengisunun nerede olduğunu söyleyecek.Eğer ona suyun yerini söyletebilirsen
aradığın mutluluğu ve uzun yaşamın sırlarına kavuşabileceksin.Ama servetinin yarısını köyümdeki yoksullara dağıtmalısın.
Adam, şartları yerine getirerek ,söylenen ülkeye ve bilgeye doğru yola çıkmış.Başına
gelen onlarca çeşit belaya ve maceraya rağmen yoluna devam etmiş.
Yollar boyunca tanıdığı onca fakirin hep güler yüzlü ve neşeliyken kendisinin neden
hiçbir şeyden haz duyamadğını sorguluyor ama cevaba ulaşamıyormuş."Kendisi neden
fakir ama mutlu olan insanlara özenirken,fakir ama mutlu olan bu insanlar da neden
ona gıpta ederlermiş "sorularına cevap araya araya o ülkeye ulaşmış.Sonunda bilgenin
izini ve yerini öğrenmeyi başarmış
Yedi çeşmeli pınarın başındaki bilgeye:
"İhtiyar,sır sende diye ta uzaklardan geldim.Sırlı sularından kalkıp bana bir kaç tas su ver.Bilge kalkıp kalkıp defalarca suyu verirken sen niye almıyorsun bile dememiş.
Seyyah, bu suda diğer sulardan hiç bir farklılık görmediği gibi daha lezzetli sulardan içtiğini düşünüp,suyun bir özelliğinin olup olmadığını sorgulamaktayken Bilge:
_Biliyorum ki aradığın su, bu değildir "demiş "bunca yolu geldin amma ne bulduğunu söyle bana."Seyyah, suda bir farklılık görmediği gibi bilgede de bir özellik görememiştir. Onda hayalindeki bilgeye hiç yakıştıramadığı pek çok kusur görmektedir.İçinden böyle basit
bir adamın sorularına cevap vermeyeceğini düşünmekte bunca yola ve belaya böylesi murdar ve garip bir adama ulaşmak için katlandığına inanamamaktadır.içinden döndüğünde onu boş yere bunca zahmete ,ziyana ve cezaya sürükleyen bilgeyi
öldürmek planları kurmaya başlamıştır.
Bilge bunları anlamış gibi der ki:
_Aradığın kişi ben değilim.Ben de senin aradığın hiç bir şey yok.Bak bende çok kusur göreceksin.Burnum yamuk,gözlerim bozuk,dilim her daim hatasız dönmez,özeneceğin şeylere dair bende hiç işaret yok.Üstelik senin bilip de benim bilmediğim pek çok şey var.Ama senin neyi aradığını, buraya neden geldiğini bana söylediler.SENİN ARADIĞIN
BENGİSU DEĞİL, SEN ASIL KENDİNİ NASIL BULACAĞINI ARIYORSUN.Üstelik buraya
kadar boşuna geldin.İç huzurunun sırrını bulmak için bunca diyar gezmek,bunca dili
bilmek gerekmezdi.Evrendeki her dilin kendi bilgeleri vardır.Her dilin bilgeleri bir başka
dilden başka yöntemle farklı farklı şekillerde aynı manayı söylerler.Şimdi ülkene dön.Su mecazdı sen buraya bunun mecaz olduğunu öğrenmeye geldin.Seni ancak kendi ülkenin dilinden anlatan bilgenin öğretileri huzura kavuşturabilir.Gittiğinde de öğreneceksin ki ölümsüzlük suyu iç huzurudur.Ona nasıl ulaşacağını sana anlatırlar.Çinliysen Konfiçyus’u
Yunanlıysan Sokratesi,Türk’sen kedi dilinden diyen alimleri oku.Onların dilleri farklı ama anlatıkları şey aynıdır."
Adam, artık iyice sinirlenmiştir, ama aştığı yollarda çektiği zahmetler,belalar bir
nebze sabır verdiğinden :
_ Ah der ihtiyar üç beş ay önce olsaydı şimdi seni öldürmüştüm.Bana bilmediğim ne söyledin ki. Ben zaten o saydığın tüm bilgelerin yazdıklarını okumuştum.Şimdi beni
buraya gönderene kinim.Gidip onu öldürmeliyim.Beni bunca ziyana ve külfete
boşu boşuna soktu.Halbuki ne güzel bir yaşantım vardı.Şimdi artık servetini yitirmiş
yoksul bir adam oldum.
Bilge uzun uzun ona hayretle bakar.
_ Hayat tek bir mevsimden ibaret olsaydı günlerin ve mevsimlerin ne hazzı kalırdı.
Hep mutlu yaşasaydık, mutluluğun kadrini nasıl anlardık.Belalar olmasaydı,huzurun
kıymetini hangi sarraf bilirdi.Ozaman bir şeyler aramamıza ,bir şeyler peşinde koşma
mıza ne sebeb kalırdı ki. hayatın güzelliği ve çirkinliği gidip gelen mevsimler gibi olma
saydı seni buralara getiren soruları neden soraydık kendimize.Bu soru aklını kurca
lamasaydı kendini huzursuz,mutsuz hissetiğin o günlerin senin en mutlu günlerin
olduğunu nasıl kavrayabilecektin ki.İnsanın bilinci olmasydı hayvanlardan ne fakımız
kalırdı.Dünya olalı beri aynı hayvanlar gibi hiç gelişme göstermeden yaşamazmıydık.
-Bunların hepsini az çok bende biliyorum ihtiyar.Madem buraya kadar geldik,madem
eski halimi de mumla arar oldum bari bir zahmet o sudan biraz ver de artık hep fakir
olarak da yaşasam bari mutlu ve huzurlu biri olayım.
Bilge ona bakarak:
_ Seni bana gönderen gerçek ve güvenilir bilgeyse sana bunun sırrını demiş olmalıydı.
Göndermeden evvel sana bir şey demedi mi ?
-Bana bengisuyu bulamazsam boşuna gideceğimi söyledi.Birde nereye gidersen git
kendini de götüreceksin.Ben de onun için geldim.O sudan ver de kendimden kurtulup
huzura ulaşayım.
Bilge boynunu eğip uzun bir müddet sessizce akan sulara dalar.Seyyah bu sukunetin ardından bir şey çıkar ümidiyle şaşkın şaşkın bekler.Her konuşmak istediğinde bilge
onu işaretle susturmaktadır. Gerçek bengisunun yerini duyacağına hükmeden
seyyah dasessizliğe iştirak eder.Bir an sonra bir derviş yanlarına sokulup neye
benzeyen bir çalğıyı üflemeye başlar, suyun şırıltısı ve neyin sesiyle akşamın oluşunu,
dolunayın doğuşunu beklerler.
Bir müddet sonra ney susunca bilge sorar.
_Müziği beğendin mi ? Ümidi devam eden seyyah :
_ Çok beğendim der. Derviş çok içten şeyler çaldı.Ezgileri ülkeme götürdü beni
Bilge neyi ona uzatarak:
_ Hadi sen de çal.Özlediğin ülkenden sedalar dinlet bana.
Seyyah şaşkın şakın:
_ Ben çalamam der.
BİLGE:
_ Ama deminden beri okunan bu besteleri sen dinlemedin mi yoksa ?
_ Dinledim ama hem çalmayı bilmem ,hem de o kadar besteyi nasıl çıkartabileyim ?
Bilge,bir müddet tebessüm ederek seyyahın yüzüne bakar ve artık cevap vermenin
zamanının geldiğini hatırlatır gibi bir ses tonuyla
-O bilgeleri okumuşsun ama , bu neyi dinleyip de çalamadığın gibi okumuşsun.
Bak,bu derviş ney çalmayı sadece okumamış,anlamış üstelik ki çaldı.Maheret ney de
değil çalmayı öğrenendeydi.Yoksa bu neyin ne hük mü var?İçi yanık bir kaval.Sen de
bana bakarken benim kaval halimi görüyorsun.Şimdi neyin dediklerini öğrenene kadar
çal,belki dervişin bestelerinin aynısını çalmayı başaramayacaksın ama seninkilerle dervişin bestelerinin nağmeleri farklı olduğu halde analmları aynı olacak yeter ki sen
neyin dilinden anlamaya başla.Zaten aynı fikirler aynı tertiple söylenseydi dimağın ne
tadı kalırdı.Şimdi bu neyi alarak ülkene dön ve seni bana gönderenin yanına git.
Bu neyi onun yanında çal.O zaman buradaki derviş gibi çalabilmeyi öğrenmişsen seni benim gönderdiğimi anlar.Ve o zaman sana bengisunun yerini o söyleyecektir.
Der.
Devam edecektir.
YORUMLAR
Bengisu iç huzuru bencede .Bu yazıdan çıkarılacak çok şey var elbette.Aslında ne kadar okusakta ne kadar öğrensekte işlenmeyen bilginin bizim hamlığımızın göstergesi olması pişmeyince bilgiyle sırf malumat yığını olmamızın bize br şey kazandıramayacağını düşünüyorum.Sonuçta tekrar aynı bilgenin yanına gelip öğreneceği şey bengisunun iç huzuru olduğudur.
Seyyahın hayat yolunda çektiği bela ve sıkıntılar onun olgunlaşması kişi ve olaylara bakış açısının değişmesi için birer aşamadır elbette.Hocam teşekkürler gerçekten dolu bir yazı okudum ve kendimce çok şeyler anladığımı düşünerek ayrılıyorum sayfanızdan .Saygılar sunarım.
Tarih boyunca insanoğlu üretim araçlarına yabancılaştıkça,kendi kendisine de yabancılaşma sürecini beraberinde yaşamıştır.Kıt kaynakların var olduğu yeryüzünde, toplumun ve bireyin ihtiyaçlarının karşılanması, elbette birtakım iktisadi problemleri de doğurmuştur.Bu olgu içerisinde,kendisine yabancılaşan bireyin iç huzuru bulabilmesi ne derece etkin ve sağlıklı olabilir?
Hikayenin kurlumu gelişimi ve sonucu evrensel bir dil kazanmakla birlikte,soran sorgulatan ve sorgulayan bilinci de okura hissetirmektedir.
''Ne yaparsak o oluruz''düşüncesiyle hareket edecek olursak,bir şey olabilmemiz için doğanın en etkin varlığı olan insanoğlunun üreteceği ve üretimini pratikle pekiştireceği bir eylem biçimi olmalı!Haz doyum mutluluk gibi kavramların göreceli oluşu ise,her kişide farklı yaşam biçimlerini oluşturmakta.
Lakin bu farklıllıkları minimize hale getiren bir öyküyü yazmak ise,az buz işlerden değil.
''O bilgeleri okumuşsun okumuşsun ama bu neyi dinleyip de çalamadığın gibi okumuşsun.''
İşte heba edilen emeğin çok somut göstergesi.Bilgimizi ve birikimlerimizi gerçeklerle örtüşür bir düzenekle ,yaşam içinde ortaya koyamıyor isek;soluk alıp vermenin de ne gibi bir anlamı olabilir?
Kalıcı,öğretici,sorgulatan ve akıcılığıyla okuru yazının içine çeken güzel bir hikaye okudum.
En derin saygı ve sevgilerimle.