- 558 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kim Yaptı?
Kim Yaptı?
Bir sistem ve zeka ürünü olan bir şey, bu evrenin kendisi de olabilir.
Kim yaptı? Bu soruyu vicdan sorar, cevap ister!
Bu soru üç ana durumu da netice verir.
1-Tanrıya inanan, tanrıya havale eder, izahını da evreni algılamasına izafi olarak veya nakil bilgilere göre izah eder! Dinsel kaynakları delil gösterir, mantıken de “Bir şey var ise onun sahibi vardır!” şeklinde akıl yürütüp; o halde sahibi dinsel kaynaklarda belirtilen Tanrıdır şeklinde bir sonuca varır. Bu sonuç inancın ürünüdür, inancını destekleyecek her delil bilinç olacaktır! İnancını içselleştirecek vicdani delilleri anlayamaz veya bulamaz ise taklidi olarak inançta kalacak! İster inançta kalsın, ister bilinçlensin sorusuna cevap bulduğunu düşünerek huzurlu olacak!
2-Evrende bir Tanrının var olmadığına inanan kişi ise bilimsel veya felsefi olarak; bilim ve felsefenin ilerlediği kadar, Tanrı tarafından yapılmadığını savunur! O halde kim yaptı? Sorusunu da cevaplamak adına; kendiliğinden veya doğal seyirle olduğuna inanır. Bu dahi inanç durumudur! Bilinç olması için bunların kendi vicdanında kabul görmesi gerekir! Yani ispat etmeli ki bilinç olsun. Kendiliğinden veya doğal seyirle olduğuna vicdanı kanaat ederse huzurlu olur, etmez ise arayışı sürer!
3-Tanrının var veya yok olması durumunun izah edilemeyeceğine inanan ise nötr kalır?
Yani algılanan o şeyin sahibinin bilinmezliği Tanrının yaptığı anlamına gelmediği gibi Tanrının yapmadığı anlamına da gelmeyeceği; bu durumun somut ispatının yapılana dek şüpheli olacağı konusunu savunur! Bilimsel ve ilmi, felsefi algılamalarının bu dengeyi bir taraf lehine bozmasını bekler! Kim yaptı? Sorusuna cevabı o da veremez!
Kişinin “Kim yaptı?” sorusuna vereceği cevap durumunu belirler! Cevabı, kişinin vicdani kanaatidir! Ne cevap verirse versin, vicdanı rahat ise kendiyle eşit olan diğer insanlar açısından her hangi bir üstünlük veya alçaklık söz konusu olmaz! Bu üç durum da inançtır. Soyut bir durumdur, somut ispatı yoktur. İnsanın yaşadığı maddi ve manevi algılara izafi boyutta… Her üç durumu da ispat adına gösterilen çabalar vicdanın rahatlatılması açısından önemlidir!
Uçuk bir cevap; “Kim yaparsa yapsın; sen “İnsan” olarak bulunduğun ortamı verimli kullan, mutlu ol, insan onuruna ve haysiyetine uygun bir yaşam için elinden ne geliyorsa yap, çalış, kimsenin hakkına girme, kimseye zulmetme, kimseyi aşağılama, insanlar arasında üstünlük taslama, hak ve adalete riayet et!
Birinci şıktan başlayalım; “Tanrı yaptı” cevabını verenler için diğerlerine inancında yanılması konusunda şiddetle tepki vermesinin sebebi ne olabilir? Yani kendisi “Doğru” yolda olsun, diğerlerinin yanlış… “Uçuk cevap” ekseninde düşünelim; ona ne zararı var? Şöyle bir savunma kaçınılmaz; Tanrının yaptığına inananlar, uçuk cevaptaki sayılan insani değerleri önemser, ikinci şıktaki Tanrının yapmadığına inanan veya üçüncü şıktaki nötr olanların insani değerleri önemsemeyeceğini çünkü Tanrı’nın ceza ve mükafat (Cennet, Cehennem) vaadinin kendilerini doğru yola eriştirdiğini söyleyecekler!
İkinci şıkka bakalım; evrende bir Tanrının olmadığına inananlara. “Doğru” inançta olduklarını sayalım; bunlar açısından birinci durumda olan ve üçüncü durumda olanların yanılgısı, (uçuk cevaptaki insani ilkeler açısından) neden önemli olsun ki?
Üçüncü şıktakilerin; “Tanrının varlığı veya yokluğunun ispatı yapılamaz” şeklinde inananların durumunu faraza “Doğru” kabul edelim; birinci ve ikinci şıktakilerin yanılgısı (uçuk cevaptaki insani ilkeler açısından) önemli midir?
Şimdi asıl soruna gelelim:
Aslında sorun “Kim yaptı?” değildir. Buradan nereye çıkılır, oraya bakalım! Evreni veya bir şeyi bir Tanrı yapmış ise yarattığı şeye hükmetmek için aracılara ihtiyacı var mıdır? Aracılara ihtiyacı olan bir Tanrının varlığı üzerinde insanların didişmesi ne yarar sağlar? İnsanlar “Var” dese ne yazar, “Yok” dese ne yazar. Tanrı açısından bu ne gibi bir sonuç doğurur? Her şeye müdahale edebildiğine göre bu duruma da müdahale edebilir!
Tanrının varlığı üzerinden yapılan tüm tartışma ve kavgalar Tanrının aracılarıyla gelir!
Yani insanlarla Tanrı arasında haber getirenlerin açığa çıkardığı bir mücadele var! Bakınız bunu çok kapsamlı düşünelim! İlk insandan başlar bu süreç, insanlar çoğaldıkça içlerinden birileri kendini “İlah” ilan eder, süreç içersinde “Yarı insan yarı ilah”, ilahlar göğe çıkar ve putlar yerde onları temsil eder! Sonrasında meydan tamamen aracılara kalır. Bu durum tüm batıl dinler ve inanışlar açısından geçerlidir. İşte bu bozukluğu gidermek için gelir Peygamberler… “La ilahe illallah” (İlahlar yok, Allah var) der, bozulmuş inanç algısını tamire çalışırlar…
Günümüzde ise bambaşka bir durum vardır! Tüm dinsel ve inanç, mezhep kavgalarının ardında menfaat yatar! Çünkü dinin de inancın da kavgası olmaz! O halde görünen tüm din ve iman kavgalarının menfaat için yapılması durumu gözlemlenir. Günümüzde tüm Dünya’da “Uçuk Cevap” ta sayılan insani değerler geçerlidir ve hukuki açıdan uygulanabilirliği vardır. Zaten bu insani değerlerin sadece inançla olabilirliğinin de inandırıcılığı kalmadı! İnsanlar neye nasıl inanırsa inansın, insani değerleri hukuk koruyor ise fark etmez! Toplumsal adalet, özgürlük ve hukuk alanında gelişme sağlanmışsa her insanın diğerine karşı hak ve hukukunun korunduğu bir ortam oluşur. İşte o zaman “Senin dinin sana, benimki bana” hakikati açığa çıkar!
Son tahlilde; “Uçuk bir cevap” ekseninde, kim ne yaparsa yapsın; sen “İnsan” olarak bulunduğun ortamı verimli kullan, mutlu ol, insan onuruna ve haysiyetine uygun bir yaşam için elinden ne geliyorsa yap, çalış, kimsenin hakkına girme, kimseye zulmetme, kimseyi aşağılama, insanlar arasında üstünlük taslama, hak ve adalete riayet et! Başkalarına da “Gölge etme! Başka ihsan İstemez!”
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Muhteşemdi. Gerçekten muhteşem... Düşünen sorgulayan ve tarafsızlık ilkesiyle sosyal etik değerleri ön planda tutan, egosundan sıyrılmış fikir yazılarınızı beğeni ve takdirle okuyorum.
Yazık ki sahip olduklarıyla diğerlerine üstünlük taslayİp baskı oluşturanlar aradıkları huzuru kendileri bozanlardır. Bu bireysel ya da toplumsal hep bOyle olmuştur.
Maalesef Tanrı bile sahiplenmeye çalışılıyor. Oysa evet o Firavun'un bile tanrısı.
Yazdıklarınız mutlaka okunacaklar arasında olmalı.
Saygımla Ahmet Bey.