- 1933 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (14)
..... devam
MEKKE’DE GELEN HÜKÜMLER (5)
Enam suresinin 152. Ayetinde “Rüşt çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti”
İsra suresinin 34. Ayetinde “Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir”
Enam ve İsra suresinin bu ayetlerinde Müslümanlara emredilen hükümleri maddeler haline getirirsek,
1. Rüşt çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece iyi tutumla yaklaşın.
2. Ölçüyü tartışı adaletle yapın.
3. Herkes gücünün yettiği kadar sorumludur
4. Söz söylediğiniz zaman tutun.
5. Yakınlarınızda olsa adaletli olun
6. Allah’a verdiğiniz sözleri tutun
Altı madde, sosyolojik açıdan incelenirse, toplumların bozulmasına yönelik konuları ele alıyor. İleride güçlü bir topluluk oluşturacak Müslümanlara bozulmaları engelleyecek kurallar getiriyordu. Altı madde de insanlığın temel karakterleri belirlenmişti. İnsanlar ayetlerin belirlediği kuralları uyguladığında, insanlık açısından mükemmel bir insan kimliğine ulaşacaklardı. Din tebliğinin başlarında emredilen bu kurallar, ileride oluşan Medine (devlet) toplumunun temelleriydi.
Ayetler yetimlerin malına dokunmamayı, bu konudaki adaleti korumayı, eğer yetimler için harcama yapılıyorsa, bunları doğru bir şekilde yazıp hesaplamayı öne çıkarıyor. İnsanlar yetimlerin mallarına, mülklerine el koyarak çıkar sağlayamazlar. Bu yönde çok dikkatli olmak zorundadırlar. Ne var ki bu kurallara çoğu zaman uyulmuş değildir. Babaları, anaları öldükten sonra ortada yetim kalanların, amcalarının, dayılarının nasıl haklarını yediklerini, dedelerinden kalan mallara nasıl konduklarını anlatan hikâyeler çoktur. Ataerkil toplum anlayışı güçlü olanın yetimlerin mallarına sahip olduğu, aynı aileden bile olsa zayıf düşenin haklarının yendiği bir dünyada yaşıyoruz. Baba ölmüşse, çocuklar amcalarının ellerinden bir şey alamıyorlar. Ana ölmüşse, çocuklar dayılarının ellerinden bir şey alamıyorlar. Tabi bu duruma, dedeleri izin veriyor. Neneleri izin veriyor. Onlar malların mülklerin yönetimini, yaşayan güçlü kuvvetli çocuklarına bırakıyorlar. Onlarda babalarının mallarına istediği gibi egemen olup, babaları öldüğünde buraları bizim diyorlar. Kardeşlerinin yetim kalan çocuklarına af edersiniz “köpeğe kemik verir gibi” küçük bir şey verip başlarından kovuyorlar. İçlerinde insanca davranan, Allah’ın dediklerini uygulayan insanlar yok değil. Ancak çok azlar. Her zaman devletin yasaları uygulanıyor dense de, yasaları insanlar istediği gibi eğip büküyorlar. Allah’ın koyduğu yasaları binlerce yorumla kuşa çeviren bir tarihimiz var. Günümüzdeki yasaları oyuncak haline getiren, insanlarımız, avukatlarımız, yargı organlarımız var. Bütün bunlar, netice de zayıfların haklarının yendiği bir dünyayı bize hatırlatıyor.
Ayetlerin gönderildiği dönemde, putperest Arap toplumu ataerkil yapısıyla yetimlere her türlü haksızlığı yapıyordu. Ancak Peygamberimiz gibi çok az insan, dedesi, amcası tarafından korunmuştu. Din gelmeden önceki dönemlerde oluşturulan Hılful fudul teşkilatı da yetimlerin haklarına önem vermişti. Allah ayetlerini göndererek, Müslümanları yetimlere sahip çıkmaya yönlendirdi. Böylece toplumun en önemli sorununu yasaya bağladı.
Yetimliği sadece baba ve ananın ölümü olarak görmek yanlış olur. Babanın, ananın yokluğu, çocuk üzerindeki hâkimiyetinin, korumasının, sevgisinin, güveninin olmayışını yetimlik olarak alırsak, fiili ölümün dışında da çocukların yetim bırakıldığından söz edebiliriz. Nasıl ki, bir baba, bir ana fiilen ölüp toprağa gömüldüğünde çocuk, çaresiz ortalıkta kalmışsa, ana baba yaşarken de çocuklar aynı çaresizlik içinde kalabilirler. Çocuklarını düşünmeyen, haklarını aramayan, çocukları arasında ayrım yapan insanlar da, düşünmedikleri, haklarını aramadıkları, ayırarak ikinci plana ittikleri çocuklarını yetim bırakmışlardır. Mesela bir evde yedi kardeş olduğunu düşünelim. Anne, çocuklardan bir ikisine sevgisini, ilgisini veriyor diğerlerini unutuyorsa… Baba, çocuklardan bir ikisine sevgisini, ilgisini veriyor diğerlerini unutuyorsa… Sevgi görmeyen, ilgi görmeyen çocukların, anasının, babasının varlığı kâğıt üzerindedir. Gerçekte o çocuklar için anneleri, babaları yoktur. İçinde yaşadığımız toplumda, çocuklar arasında eşitsizliği, adaletsizliği gördüğümüz çok örnek vardır. Hatta öyle ki, çok çocuklu ailelerde, öne çıkamayan, içine kapanık çocuklar, çoğu zaman anneleri, babaları tarafından bile unutulurlar. Bir televizyon programında görmüştüm. On sekiz çocuğu olan bir baba çocuklarının isimlerini bile hatırlamıyordu. Evde bir ordu gibi yaşayan çocukların, ailenin imkânlarından yararlanma konusunda yarış içinde olacakları muhakkaktır.
Müslüman toplumlarda genel olarak görülen, kız çocuklarına erkek çocukların tercih edilişi… Hayat garantileri olarak düşünülen değerlerin erkek çocukları için sağlanması… Kızdır evlenip gidecek, kocası ona bakar esprisiyle erkek çocuklarına verdikçe verirken, kız çocuklarına vermeyi düşünmemesi… Kızların analı babalı ortamda da yetim bırakılması olarak değerlenebilir. Kocasının yanında, ailesinin desteğinden uzak, malsız mülksüz kızların düştüğü durumu anlamak zordur. Yaşanan acıklı hikâyeler, insanlık açısından insanın kalbini burkmaktadır.
Başlık parası alınarak kızların kocalarına satılmaları Allah’ın ayetlerine aykırıdır. Gerçi başlık parası alan babalar, hiçbir zaman bunun kızlarını satma olduğunu kabul etmezler. Kendilerine göre başlık parasını almanın mantığını oluşturmuşlardır. Ama onlar ne derse desin, evlendirilecek kızlara karşılık babalarının para alması, onların satışından ibarettir. Bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. Babaları tarafından oğullarına satın alınan kızlar… Kocalarına satılan kızlar… Acaba anneleri, babaları için ne ifade ediyorlar? Allah’ın kendilerine verdiği evlatlarını, kız olsun, erkek olsun, değer bakımından ayırma hakları, yetkileri olmayan insanların bu tür anlayışlara ulaşması ilginçtir. Özellikle anne sevgisini Allah vergisi olarak düşünürsek, kızlarının satılmasına, haklarının verilmemesine izin veren annelerin, anne sevgisini nasıl kaybettikleri üzerinde düşünmemiz gerekir. Yapılarında var olan, anne sevgisi, anne şefkati, kız çocukları büyüdükçe nereye gitmektedir? Bir anne nasıl bu kadar katı olabilmektedir? Her zaman bir parçası olarak gördüğü kız çocuğunun satılmasına nasıl izin verebilir? Geçmişteki beyaz kadın ticaretinin bir başka versiyonu olan, başlık parası alarak kızlarını kocalarına satan annelerin, babaların hala bugün var olduğunu düşünmek gerçekten çok acıdır. Geçmişte köle olarak satılan kadınlar, hiç olmazsa kendilerini peşinen köle olarak görerek teselli oluyorlardı. Üstelik onları anneleri, babaları satmıyordu. Köle tüccarları zorla özgürlüklerine el koyuyor. İradelerine aykırı onları satıyorlardı. Ama başlık parası alınarak kızların satılması köle olarak satılmaktan çok farklıydı. Üzerinde düşünüldüğünde, kızların başlık parası alınarak kocalarına satılması, köle satışlarından daha beterdir.
Bugün bir erkeğin kızın ailesine verilmesi “iç güveysi” denilerek hafife alınırken, batıda kız babaları kızlarını alacak erkeklere “drahoma” denilen servetler ödüyorlardı. Batı ile doğu arasındaki bu farklar, insanlık açısından önemli göstergelerdi. Doğuda kızın evine damat olarak giden erkek horlanırken, batıda kızın evine gitmek veya kızdan evlilik için büyük bir servet almak, erkeklik onuru olarak algılanıyordu. Temeli Yahudilere dayanan drahoma vermek, bugün batıda neredeyse kalkmış durumda. Ancak yine de Avusturya’da yasal zorunluluk olarak hukuken uygulanmaktadır. Ülkemizin bazı bölgelerinde uygulanan, kıza çeyiz hazırlamayı, küçük çaplı da olsa, drahomaya benzetenler var.
Allah’ın insanlara emrettiği kuralların önemlisi “teraziyi doğru tartın, adaletli olun” kuralıdır. “Ölçüyü doğru tartmak, adaletli olmak” hemen akla gelen “bakkal efendinin terazisi” değildir. Ticarette ölçüyü doğru tartmak, teraziyi çıkara kaydırmamakta önemlidir. Ancak bu ayetin anlamı çok daha derin anlamlar içermektedir.
Allah katında, erkekle, kız arasında herhangi bir fark yoktur. Allah her ikisine farklı özellikler vermiştir. Ancak Allah’ın yeryüzünde insanlara verdiği nimetlerden yararlanma, anne ve babalardan miras alma, baba, anne şefkatinden, sevgisinden yararlanma, aile içinde güvenli olma konularında aralarında fark yoktur. Kız olsun erkek olsun, Allah’ın tanıdığı haklar çerçevesinde eşittirler. Allah’ın insanlara ayetleriyle öğretmek istediği temel kural budur. İnsanlara “yarattığım insanlar, erkek, kadın fark etmez, eşit şartlarda dünya hayatında imtihan ediliyorlar” kuralını hatırlatır. Allah’ın huzurundaki hesapta, kadın olmak, erkek olmak fark etmeyecektir. Mümin kadınlar, mümin erkekler, din günü eşittirler. Herkes kendi hesabını verecektir. Hiçbir erkek, mümin kadının hesabından sorumlu olmayacaktır. Hiçbir mümin kadın da, mümin erkeğin hesabından sorumlu olmayacaktır.
Ne var ki, ataerkil toplumlarda terazi daima erkekten yanadır. Erkeğin tartısı ağır, kadın tartısı hafiftir. Hâlbuki Allah ayetinde terazi doğru tartın diyor. Haklarda, sorumluluklarda kadın erkek eşittir. Ancak Allah’ın ayetleriyle belirlediği konularda farklılıklar vardır. Allah’ın belirttiği konuların dışında insanlar, kadınlara farklı, erkeklere farklı haklar, yetkiler veremez, sorumluluklar yükleyemez. Ayetler adaletli olmayı, asla zulüm yapmamayı emreder. Ayetler böyle derken, erkekler kendilerini dinin sahibi, egemeni, uygulayıcısı olarak görürler. Kadınların, kızların üzerinde baskıcı bir tutum izlerler. Teraziyi bozarlar. Kadınları, kızları, erkeklerin din adına belirlediği bir yaşama zorlarlar. Hâlbuki onlara Allah adil olmalarını emretmişti. Müslüman erkekler, “İslam’da kadın” adı altında belirlediği kurallar ile adaletten saparlar. Çünkü erkeklerin belirlediği İslam’da kadın figürü, Allah’ın ayetlerinden çok, erkeklerin anlayış, görüşlerinden oluşur. Bütün bu oluşumlar, kadınların, kızların yetimliğini ortaya çıkarır. Kızların, kadınların anaları, babaları, Allah’ın onlara tanıdığı hakları, yetkileri savunmayarak, Allahın verdiği hakları ellerinden alarak, onları yetim bırakırlar. Kızların, kadınların akrabaları, dostları, çevresi, kocası, hatta çocukları, İslam adına kafalarında çizdikleri figürlerle, kadınları, kızları şartlandırırlar. Böylece hakları ellerinden alınan kadınlar, kızlar, erkeklere göre, toplumda ikinci sınıf muamelesi görmeye başlarlar. İşte bu durum, tam da Allah’ın teraziyi doğru tartın ayetiyle örtüşür.Terazi eğrilmiş, adalet ortadan kalkmıştır. Ama insanlar “tartıyı doğru tartın” ayetini “bakkalın terazisi” olarak anladığı için, kadınların, kızların nasıl yetim bırakıldığını anlayamazlar. Zaten yetimlik konusundaki fikirleri, annelerin, babaların ölümüdür. Hâlbuki annelerin, babaların ölümünden daha çok, yaşayan anneler, babalar, çocuklarını yetim bırakmışlardır.
Allah; yetimler rüşt sahibi oluncaya kadar onların mallarını, mülklerini, haklarını, büyükleri adaletle korusun diyor. Peki, yetimler rüşt sahibi olduklarında ne olacak? Büyüklerinden kendilerine kalan, kalmış olacak olan malların mülklerin yönetimini alabilecekler mi? Anneler, babalar, ellerindeki malları, mülkleri, çocukları rüşt sahibi olduklarında, oğlum, kızım artık büyüdünüz, rüştünüze erdiniz, alın şunları, iyi değerlendirin, hayatınızı kurun diyecekler mi? Yoksa sımsıkı ellerinde tutup, asla çocuklarına Allah’ın verdiği nimetleri göstermeyecekler mi? Allah yetimlerden söz ederken, cümleyi hemen bitirmiyor.. Ayet, devam ederek, “ölçüyü tartıyı adaletli yapın, onlar rüşt sahibi oluncaya kadar onların hakkı olan malları iyi değerlendirin, sonra onların hizmetine verin” diyor. Dolayısıyla, ölçüyü tartıyı iyi yapmak, çocuklar rüşt sahibi oluncaya kadar mallarını yönetmek ayetin hükmüdür. O nedenle konu bütünlüğünde, ayetleri anlarken, virgülle ayrılan her sözü birlikte değerlendirmek gerekir. Yetim kalmış, yetim kalacak olan çocukların geleceğini sağlamak, onlara miras yoluyla düşecek varlıkları iyi değerlendirme görevi büyüklere yüklenmiştir.
Allah’ın ayetle koyduğu kurallardan biri de, “herkes gücünün orantısında sorumludur”. Aklın, muhakemenin, iradenin, zekânın gücü neyse… Bedenin, dünyevi malın, mülkün gücü neyse… İnsanlar güçleri orantısında sorumludur. Her insanın dünya yaşamındaki gücü Allah katında bellidir. Allah ölçüyü tartıyı adaletli yapar. Asla zalim değildir. Allah’ın “herkes gücünün orantısında sorumludur” sözünü, yetimlere hakkını verin, ölçüyü tartıyı adaletli yapın emirlerinden sonra tekrar etmesi manidardır. Yetimlerin haklarını koruyacaklara Allah metodunu belirlemektedir. İnsanlara, herkes gücü orantısında sorumludur diyerek, insanlar arasındaki farklılıkların eşitliği bozmadığını, adaletiyle aradaki dengeyi kurduğunu belirtir. Allah, farklı özellikler verdiği insanları aynı şekilde sorumlu tutarak eşitsizlik yapmamış, adaleti hâkim kılmıştır. Değilse, herkese aynı sorumluluğu yüklemiş olsaydı, adalet doğmayacaktı. Aynı şekilde insanlar dünyaya kız, erkek olarak gelmektedirler. Kimilerinin babası, anası erken yaşta ölmektedir. İnsanın dünya yaşamındaki her farklılık imtihan sorusu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Farklılıklarla imtihan edilen insanlar, farklılık karşısında ne yapacaklar?
Erkek çocuklarını kız çocuklarına tercih edecekler mi etmeyecekler mi?
Babalar, analar çocuklarına haklar verirken, erkek, kız ayıracaklar mı, ayırmayacaklar mı?
Babaları, anaları erken ölüp ortada kalan çocuklara büyükleri gereken ihtimamı gösterip, haklarını koruyacaklar mı korumayacaklar mı?
İşte bütün bu sorgulamalar, Allah’ın adaletini sağlamak için söz veren insanı ilgilendirmektedir. Onun için ayet cümlesine devam eder. Onlar verdikleri sözleri tutarlar. Özellikle Allah’a verdikleri sözleri tutma konusunda azami dikkat gösterirler.
İnsanlara sorsan Allah bütün kullarını eşit yaratmıştır. Bu insanların sözüdür. Peki, niçin erkekleri kızlara tercih ediyorlar? Niçin kız erkek ayrımı yaparak, bu eşitliği bozuyorlar?
İnsanlara sorsan Allah dinini kadın ve erkek herkese emretmiştir. Bu insanların sözüdür. Peki, niçin erkekler kendilerini dinin hamisi, koruyucusu görüp, kadınlar üzerinde Allah’ın ayetlerine aykırı bir din dayatması yapıyorlar? Niçin, ataerkil toplum anlayışlarıyla ürettikleri kuralları, İslam dininin kuralları olarak gösteriyorlar.
İnsanlara sorsan dinin sahibi Allah’tır. Dinin kurallarını Allah bildirir. İnsanların Allah’ın dini adına kural koyma hakları yoktur. Bu insanların sözüdür. Peki, niçin insanlar dinin sahibiymiş gibi davranırlar? Niçin insanların hükümlerini Allah’ın dininin hükmü sayarlar?
İnsanlara sorsan insanlar adil olmak zorundadırlar. Zulüm yapanları, haksızlık yapanları Allah asla sevmez. Asla affetmez. Bu insanların sözüdür. Peki, niçin insanlar adaletten sapar? Teraziyi sürekli erkeklerden, güçlülerden yana tartar? Niçin haksızlık ederek zulüm yapar?
Bu sorular çoğaltılabilir. Ne kadar çoğaltılırsa çoğaltılsın netice değişmeyecektir. Bu sorgulamalarda anlatılmak istenen şey, “insanın ağzından çıkardığı söze göre davranmasıdır”. Evet, insanlar ağızlarından çıkan sözlere göre davranmalıdırlar. Peki, gerçekten insanlar söyledikleri sözlere göre hareket ediyorlar mı? Böyle bir sorgulamada, hemen her birimiz, kendi dışımızdaki insanları sözlerinde durmayan olarak görebiliriz. Bu bizim yaptığımız kaçamakların en güzelidir. Ortada bir yanlışlık varsa biz orada olmayız. Çünkü her birimiz için yanlışımızın olduğunu söylemek zordur. Onun için, yanlışları hep başkalarında görme alışkanlığımız vardır. İnsanlara yaptığımız suçlamalarla aslında kendi yanlışlarımızı örtmeye çalışırız.
Yaşamımızın gerçeği, “çıkarlarımız sözlerimizden önce gelir” Birine herhangi bir konuda söz mü verdik. Verdiğimiz sözü ancak çıkarımıza geliyorsa tutarız. Eğer verdiğimiz sözü yerine getirme zamanı geldiğinde çıkarlarımız başka yönde ise, hemen sözümüzden vazgeçer, kendimize türlü bahaneler uydururuz. Her uydurduğumuz bahane, yalan temellere dayanır.
“Programsız olmak” çıkarlarımıza uygun davranmanın açık kapısıdır. Bunun tersi programlı olmak ise, çıkarlarımızı değil, verdiğimiz sözleri yerine getirme özelliği taşır. Zira programlı insan, programını verdiği sözlere, söylediği temel ilkelere göre yapar. Programını hayatına uyguladığında bütün sözlerini yerine getirmiş olur. Elbette insanın hayatında programlarını tersyüz edecek önemli olaylar olacaktır. Ama o olayların hiçbiri yalan kökenli olmayacaktır. Çünkü insanın hayatını tersyüz eden olaylar yalanlardan doğmaz. İnsanın hayatını tersyüz eden olaylar, bilmediği, bilse de aklına getirmediği olaylardan kaynaklanır. Doğal afetler, hastalıklar gibi, insanın elinde olmayan nedenlerle programını aksatana hiç kimse bir şey söyleyemez. Zaten Allah “her insan, gücü orantısında sorumludur” demektedir. Hastalıklar, doğal afetler insanların gücünü aşan olaylardır. Her ne kadar çağımızın üstün teknolojik imkânlarıyla bazı olumsuz olaylar engellenebilse de, doğal afetlerin çoğunun engellenemediğini görmekteyiz.
Günümüzde programsız yaşamak, çağın temel kuralıdır. Sanki rastgele bir yaşam içinde savrulup gitmekteyiz. Üstüne dünyevileşen duygularımız, düşüncelerimiz, çıkarları öne çıkarır. Çıkarlarımız peşinde koştuğumuz her an, anılarımızda şekillenir. Hâlbuki Allah “verilen söz sorumluluk getirir” diyor. İnsan bir söz verdiğinde kendini bir yükün altına sokmuştur. Artık bundan sonra yükün altından kalkacak mı, kalkmayacak mı, bu önemlidir. Verdiği sözü yerine getirecek mi, getirmeyecek mi, bu önemlidir. Söz söylediğin zaman yakının olsa da adaletli ol diyen Allah, Müslümanlara sözlerine dikkat etmelerini emrediyor. Sözler, yakınlara, yakın olmayanlara göre değişiyorsa, sözün adaletle bir ilgisi yoktur. Adil olmaya söz veren insan verdiği sözü tutmalıdır.
İnsanlar genellikle “anam babam da olsa, akrabam, kardeşim de olsa, ben asla yalan söylemem, asla adaletten sapmam” derler. Gerçekten söyledikleri bu söz üzerinde dururlar mı? İnsanların sözleri böyle olduğu halde adaletten saparak, analarını, babalarını, akrabalarını, kardeşlerini kayıracak şekilde mi davranırlar? Ayette yetimlerin haklarından başlayarak, yetimlere sahip çıkacak insanlara verdiğiniz sözlerde durun deniliyor. Onlar yetimlere haklarını vereceklerini, asla adaletten sapmayacaklarını, yetimlerin mallarını yönetirken, kendi ailelerine çıkar sağlamayacaklarının sözlerini vermişlerdi. Allah bu sözleri onlara hatırlatıyor.
Allah katında insanlara verilen sözlerin önemi büyüktür. İnsanlar kendilerine verilen sözlerin yerine getirilmemesiyle çaresiz kalabilirler. Yapacak bir şey bulamazlar. Söz veren insanlar güçlüyse, yalan söylemişlerse, türlü bahanelerle insanları kandırmışlarsa, güçsüz insanlar ne yapabilir? Ama Allah insanlara verilen sözleri kendisine verilmiş kabul ediyor. Çünkü insanlar insanlara söz verdiklerinde, yanlarında her zaman daima hazır bulunan Allah’tır. Onun için insanlar kendilerine verilen sözlerin yerine getirilmemesiyle mağdur olduklarında, karşılarında Allah’ı bulacaklardır. İnsanlar yalan söyleyeni anlamayabilir. Ama Allah yalancıyı bilir. İnsanlar türlü bahane uyduranların bahanelerine kanabilir. Ama Allah, bahanelere sığınarak sözlerini yerine getirmeyenlerin bahanelerinin uydurma olduğunu bilir.
Ayet, birbirine bağlı hükümlerle insanlara önemli uyarılar yapıyor. İnsanlara söz verirken dikkat edin diyor. Çünkü insanlara verilen sözler aynı zamanda Allah’a verilen sözlerdir. Mesela en basit bir örnek vereyim. Herhangi bir zamanda bir yerde buluşmaya söz veren. Bugünkü tabirle randevu veren kişi, verdiği sözü aynı zamanda Allah’a vermiştir. Müslümanlar aralarında toplantı yapıyorlar. Bazıları sunumlar hazırlıyorlar. Toplantılara katılmak için, sunumlar hazırlayıp vermek için söz veriyorlar. Müslümanlar zannediyor ki, verdikleri bu sözleri insanlara verdik. Böyle düşündükleri için kendilerine göre daha önemli bir şey olduğunda hemen sözlerinden cayıyorlar. Sözlerini yerine getirmiyorlar. Ama onlar bilmiyorlar ki, insanlara verilen bu sözler aynı zamanda Allah’a verilmiştir. Verilen sözler yerine getirilmediği zaman, insanlar söz vereni hesaba çekemeyebilirler. Ancak Allah sözü kendisine verilmiş olarak kabul edip, sözlerini yerine getirmeyenleri verdikleri sözlerden dolayı hesaba çekeğini bildirir. Artık söz verip de, sözlerini yerine getirmeyenlerin durumu Allah’ın elindedir. İnsanlar verdikleri her sözde, yerine getirmediklerinde bir kul hakkını çiğnediklerini bilmelidirler. İnsanların ağızlarından çıkan sözler, öyle sıradan, basit, hafife alınacak bir durum değildir. Keşke insanlar bunları kavrayabilselerdi.
İçinde yaşadığımız toplumda, özellikle Müslümanlar verdikleri sözleri yerine getirmeyen… Sözlerin kıymetini bilmeyen… Lakayt hareketleriyle öne çıkanlar olarak biliniyor. Allah ayetlerinde, Müslümanları sözlerini yerine getirmesi konusunda sürekli uyarmasına rağmen, Müslüman’ım diyenlerin sözlerinin peşinde olmaması düşündürücüdür. Bu aynı zamanda inanç açısından çok önemlidir. Zira Allah, Medine döneminde gönderdiği ayetlerinde, sözlerin yerine getirilmemesini nifak alameti, münafıklık olarak bildiriyor.
Bugün Müslüman toplumlar Allah’ın enam suresinin 152. Ayetinde belirttiği “yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah’a verdiğiniz sözü tutun” hükümlere aykırı davranışta rekor kırmaktadırlar. Aykırı davranışlar nedeniyle Müslümanlar toplumsallaşamamakta, nesillerini yok etmektedirler. Daha anneleri, babaları ölmeden, Müslüman çocuklar yetim kalmaktadırlar. Özellikle kızlar doğuştan yetim doğmaktadırlar. Zira doğduklarından itibaren yaşayacakları hayatta, erkeklere karşı sürekli yenik olacaklardır.
Müslüman toplumlar genelde, ırklarının veya toplumlarının Müslüman olmadan önce dinlerinin etkisinde kalarak, İslam’la eski dinlerini birlikte yaşamayı esas almışlardır. Araplar Arapların tarihinden gelen atalar dinine ait değerleri İslam’a sokmuşlar. Türkler eski Şamanizm dinlerine ait değerleri İslam’a sokmuşlar. Budizm’den İslam’a geçen toplumlar Budizm’in değerlerini İslam’a sokmuşlar. Yahudilikten, Hıristiyanlıktan İslam’a geçen Müslümanlar, Yahudiliğin, Hıristiyanlığın dinsel bilgilerinden çoğunu İslam’a sokmuşlardır. Bu nedenle Allah’ın ayetleriyle emrettiği kuralların uygulanması toplumda tam olarak gerçekleşmiyor. İnsanların atalar dininden aldığı bilgiler, İslam’ın anlaşılmasında, uygulanmasında öne çıkarak, İslam’ı engelliyor.
Erklerin kızlara tercih edilmesi, analar babalar yaşarken çocukların yetim bırakılması, gerçekten anası babası ölerek yetim kalanların mağdur edilmesi, İslam dininin yaşamına ait değildir. Bütün bunlar Müslümanların eski kültürlerinin bir uzantısıdır.
Allah’ın ayetleri, aklımızda, kalbimizde, yaşamımızda var olması duamız olmalıdır. Bu yönde gayretlerimiz inancımız olmalıdır. Atalar dininden gelen değerler hiçbir zaman ayetlerin anlamını karartmamalıdır. Allah’ın dediği gibi, inşallah “samimi, içten, sadece Allah’ın dinine tabi olanlardan oluruz”
devam edecek....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.