"haklıydım"
Birkaç gün sonra kapı çaldı. “Haklıydın.” dedi Sevil, yanımdan geçip içeri girdiğinde. Sesi titriyordu. Bıraktığı parfümün izinden gittim. Odaya girdiğimde çantasını yatağın üzerinde, kendi pencere önündeydi. Sonra sigarasını yaktı ve pencereden dışarıya, gri havaya baktı.
“Neden geldin?” diye sordum.
Cevap yok. Canı isteyince konuşurdu. Birkaç dakika sonra konuşmaya başladı.
“O’nun hakkında haklıydın.”
“Kimden bahsediyorsun yavrucuğum?”
“O işte! Müzisyen. Ayrıca bana yavrucum deme!”
“Lanet olsun! Biliyordum! Onda bir terslik olduğunu biliyordum!”
“Evet, söylemiştin!”
Yağmur başlamıştı. Gök yarılmış, sular kalın perde gibi iniyordu şehrin üstüne. İnce bir flaş çaktı ve gökyüzü fotoğrafımızı çekti. Ardından sert bir gökgürültüsü. Camlar titredi. Eskişehir’de bahar ayları böyle olurdu. Dikkatimi dışarıdaki felaketten sıyırıp içerideki küçük felakete odaklandım:
“Neymiş merak ediyorum?” dedim yatağa kendimi sırt üstü bırakırken. Bir yaprak gibi keyifle düştüm yatağıma.
Sevil’i müzik grubunda şarkı söyleyen bir adama kaybetmiştim. Çok kadın kaybetmiştim başka erkeklere. Ama bu defa hergele yakışıklıydı, havalı adamdı. Sahnede şarkı söylerken yılan gibi kıvrılır, inler, dar siyah kotuyla iki büklüm olurdu. Kızlar onun bu hareketlerine bayılırdı. O hergele de Sevil’e bayılmıştı. Ama biliyordum onda ters bir şey olduğunu. Söyleyince kıskançlıkla suçlanmıştım.
Haklı olmanın verdiği keyifle ellerimi ensemde birleştirdim ve Sevil’in gelişine memnun anlatacaklarını beklemeye başladım.
“Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.”
“Bırak dökülsün kelimeler yavrucuğum.”
“Bana yavrucum deme! Hep haklı çıkmak hoşuna mı gidiyor?”
“Hey! Beni terkeden sendin! Burada kaybeden biri varsa o benim! Şimdi anlatıcak mısın?”
“Bak bu aramızda kalsın. Burası küçük bir şehir biliyorsun.”
“Biliyorum.” dedim sırıtarak.
“Benden şey yapmamı istedi…”
“Ne yapmanı? Söyle şunu Allah aşkına!”
“Benden yalamamı istedi.”
“Nasıl yani? Neyi yalamanı?”
“İşte, orasını. Şey… Arkasını…”
“Senden kıçını yalamanı mı istedi? Hahaha…”
Karnımı tutarak gülüyordum. Sonra yataktan düştüm. Bu sırada yağmur bıçak gibi kesilmişti. Kancık bir hava vardı dışarıda.
“Tanrım! Biliyordum! Bu işte bir ibnelik olduğunu biliyordum.” dedim yerde sırtüstü yatarken. Gülerken konuşmak zordu.
“Ne yapacağımı bilemedim. Midem bulandı. Öylece kalakaldım. Sonra çıktım evden. Nereye gidecektim. Kime anlatacaktım? Aklıma sen geldin.”
“Doğru olanı yapmışsın yavrucuğum.” dedim gülmeye devam ederek.
Yatağa çıktım sonra. Sevil’de yanıma oturdu. Bir süre daha güldüm. Aklıma geldikçe kıkırdıyordum. Nasıl oldu bilmiyorum ama öpüşmeye başladık. Azmıştık. Her zaman hazırdı zaten. Neyse, elma gibi soydum onu. Bir tek çorapları kaldı üzerinde. Oracıkta gördüm işini. Yatakta, sonra yere düşerken havada, yerde yuvarlanarak devam ettik. Gök gürlerken, şimşek çakarken. Halının üzerinde kütür kütür yedim onu. Hiç acımadım. Başkasının kadınıydı artık. Şefkat gösteremezdim. Savaştaydık, savaşta tecavüz! Başka erkeklerin acıması yoktu kadınlarımıza. Bizim de olamazdı. Sert düzdüm onu. Diz kapaklarım soyulmuştu. Daha önce böyle bağırdığını hiç duymadım. Ve yakın bitirdik.
“Sormayı unuttum. Ayrıldınız mı?” dedim tavanı seyrederken.
“Hayır.”
“Ayrılmayı düşünüyor musun?”
“Bilmiyorum.”
Sonra uyuduk. Kapı sesiyle uyandım. Gitmişti. Bir not vardı yatakta.
“Gidiyorum. Sanırım bu son görüşmemizdi. Kendine iyi bak. Sevil…”
Bayılırdı kısa notlar yazmaya. Çekmeceye diğer notlarının arasına koydum. Sonra pencereye gidip sokağı izlerken kaşındım. Hava açmıştı. Mavinin açık bir tonu vardı. Asfalt üzerindeki su birikintisine düşüyordu gökyüzünün rengi. Güzel bir yaz yaklaşıyordu. İçimde bir an için iyi bir şeylerin çiçek açtığını hissettim. Sonra sarı taksi su sıçrattı kaldırımdaki güneşime.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.