- 480 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ah, yine Pazar
Sabah saat 10:30. Hava harika..Alıp başımı yine gitmişim dağlara, ormanlara.Bu sefer sırt çantam ağırdı ama olsun dedim, her şeye değer. Defter, kalem ve ses kayıt cihazı da yanımda. Yedi sekiz km kadar bayırları tırmandıktan sonra beni dört gözle bekleyen tepeye varıyorum. Yav her varışımda heyecanlanıyorum inanın. Nasıl olmasın hemen aşağılardaki deniz muhteşem.Tırkuaz mavinn en kralı hem de. Uzaklarda kısmetini arayan bir kaç amatör balıkçı teknesi var. Yanımda dürbün de olduğu için tanıdık mı diye bakıyorum; hayır.Üç adalar yine gizemli sisler içinde Olympos’a göz kırpar gibi. Likya’nın korsanlarından ödü kopan bu adalar derin bir sessizliğe gömülmüş. Ben de öyleyim; sessiz ve derin..Ama içimde bir yerlerde bir sızı var. Onu hissedince canım sıkılıyor.
Bir hafta öncesi sık ağaç ve otların arasına sakladığım ağzı kapaklı büyük naylon kap yerinde mi acaba ? Hayır, ilk baktığım yerde yok. Ulan illa ki bir şeyi nereye koyduğunu unutursun be ! Buralara senin gibi bir kaç deliden başka kim gelir. Neyse ki ikinci baktığım yerde öylece beni bekliyor. İçinde çay demliği, bardaklar, bir kaç tabak, bıçak, dürbün, çay, şeker gibi şeyler var.Yani vukuat yok.
Çayımı bir güzel demleyip sucukları da kızarttıktan sonra tamam diyorum roman için bugün biraz yazı yazabilirim. Ama önce biraz dinlenmem lazım, çünkü yoruldum. Kayanın üstüne yanımda getirdiğim küçük kilimi serip uzanıyorum. Bıçağı da açıp hemen yanıma koyuyorum. Neme lazım dost var, düşman var) Buralara yabani hayvanlar eskisi gibi gelmiyor ama olsun.Çünkü bugün tek başımayım.
Gözlerim gökyüzünde geziniyor; havada bir kaç bulut yumağı var. Biraz sonra dağılırlar diye düşünürken alnıma bir şey “tıp” diye düşüyor.Yok be ! Beni kandırıyor, baksanıza Güneş de var. Demeye kalmadan “Tıp tıp” diyor..Arkasından tıp tıplar çoğalıyor. Gökyüzüne tekrar bakıyorum ; çoktan kapanmış bile. Kahretsin ! Bu Pazar diğerlerinden daha iyi olacak derken benim geldiğimi gördün ya helal olsun ! İnat edip bekleyeceğim. Ama yağmur ben beklemem diyor. Islatmaya başladı bile. Yerimden usulca doğrulup aşağılardaki balıkçılara bakıyorum. Yağmur umurlarında bile değil.
“Heyyy hemşerimmm!”
Beni duymayacaklarını bildiğim halde seslendim Şu arapça şarkıyı çorba yapıp söylemeye çalışıyorum.”Vava vava !” Ulan ingilizceye hiç benzemiyor. Ben de öyle yaptım zaten Türkçe, İngilizce, Arapça karıştırdım. Şarkının adı “Küçük bebek”gibi bir şey. Ben şakadan söylüyorum ama yağmurun şakası yok valla..
Eşyaları tekrar alel acele toplayıp aynı yere gizliyorum. Üstüne de neme lazım çam pürü atıyorum ki kamufle olsun diye. Ya yerini geldiğimde unutursam ? Yok be o kadar da salak değiliz Alüminyum bastonum nerdeydi ? Etrafıma bakınırken elimde olduğunu görünce ..Neyse..Bu Pazar kısa bitti. Dönmeliyim. Bedenen kaslarım yerine geldiği için keyfimde yerinde sayılır.
Dönüş yolunda dudaklarımda yine “Vava vava” şarkısı var. Ulan ne vava’ymış be !
Nedense bu şarkıyı seviyorum.
”Vava” da “Vava !”
Küçük bebek
Bugün aşk şarkısı söylemeye yeminliyim. Bugün bana feriştahı aşk şarkısı söyletemez
“Vava vava !”
Yav bu şarkının başka cümlesi yok mu ?
.
YORUMLAR
İlahi Muharrem Bey, mahvoldu desenize güzelim pazar. İşte erkek olmanın birinci avantajı bu, tek başına dağa çıkmak. Keşke yağmura inat biraz da ıslansaydınız.
Tebrikler, saygılar...
Muharrem Nalçacı
Doğayı çok seviyorum
Saygımla
Emine UYSAL (EMİNE45)
Bak bu konuda da bir öykü yazılabilir...