- 2308 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KANUNİ-ZEMBİLLİ-NEVRUZ
İlkbaharın ilk çiçeklerinin yüzünü göstermeye başladığı, güneşin daha bir sarı,gökyüzünün olanca mavi bulutların belli belirsiz gezindiği bir gündü.Her yerde erguvan ağaçları, mor çiçekleriyle nefesleri serinletiyordu.Börtü-böcek pürneşe etrafa saçılmıştı.çocuklar kıpır kıpırdı.Nevruzdan bir gün öncesiydi.Tek sohbet konusu yarın gece yakılacak büyük ateşti.Dilek tutularak ateşin üstünden atlayacak büyüklerini, izlemenin heyecanı sarmıştı.Hepsi bir ağızdan nevruzla ilgili bir şeyler anlatıyordu.Çocuklardan biri :
"nevruz,nevruz bahara
güller,güller nahare
bahçemizde gül olsun
gül olsun,bülbül olsun"
diye tekerleme söyledi.Diğerleri de neşeyle eşlik ettiler.Anneleri akşamdan özenle soğan kabuklarını yumurta ile birlikte pişirmişlerdi.Böylece renkli renkli taşlara benzeyen "nevruz yumurtalarını" pikniğe getirmişlerdi. yumurtalarını sevinçle bana gösterdiler. Bir süre sonra heyecanları dinmiş oyun oynamak istemişlerdi.Onlarla "yağmur yağıyor,topal karga, el el üstünde,çelik çomak,arpa çarpa ve çındır pır" oyunları oynadık.Çocuklar kan ter içinde kalmış yorgun bir çuval gibi ağaçların gölgesine kendilerini atmıştı.Epey soluklanmaya ihtiyaçları vardı.
-Haydi çocuklar birazda kitap okuyalım, dedim.Amacım oyundan sonra piknikte aynı saatte kitap okunmasıydı.
Kitap okuma saatinde, iki öğrencinin eksik olduğunu fark ettim. Efe ve Musab yoktu. Hiç şaşırmadım. Efe, sınıfın en yaramaz çocuğuydu. Liderdi. Diğer çocukları yoldan çıkarmada üstüne yoktu. Musab, muhtemelen, ona uymuş olabilirdi. Böyle düşünürken çalıların ardında ayak sesleri işittim.
-Öğretmenim, öğretmenim!
-N’oldu Musab?
-Öğretmenim, Efe fidanları kırıyor. "Öğretmen kızar, sakın yapma!" dedimse de engel olamadım.
Efe, epey körpe fidan kırmış, balık misali, istiflemişti.
-Efe, bu ne hal? Size "Sakın dalları kırmayın, fidanlarla oynamayın" demedim mi? Çok kızmıştım. İçim acıyordu.
-Neden yaptığını söyler misin, Efe?
-Kendime ateş yakmak için topladım.
-ateş...?
-Hani nevruzda yakıyorlar ya: ateşin üstünden atlıyorlar. çocuklar sonra orada oyun oynuyor.
-Efe, bu davranışınla beni ne kadar üzdüğünün farkında mısın?
-...?
Sakinleşmeye çalışarak,yol boyunca fidanların önemi üzerinde konuştuk. birlikte, diğer çocukların yanına döndük. Çocuklardan, okudukları kitapları kapatmalarını, hilal şeklinde, etrafımda, beni duyabilecekleri şekilde, oturmalarını söyledim.
-Çocuklar, atalarımız: "Ağaç çocuğumuzun beşiği,kapımızın eşiği ve çorbamızın kaşığı" der. Ellerinizde tuttuğunuz kitapların da maddesinin, ağaç olduğunu, hepiniz biliyorsunuz. Şimdi size, atalarımızın ağaç sevgisiyle ilgili, bir hikaye anlatmak istiyorum. Lütfen beni dikkatlice dinleyin!
"Osmanlının Yükselme Dönemleri. Kanuni Sultan Süleyman’ın en sevdiği lalası, kara kara düşünmektedir. Belli ki; bir derdi var."Bir pusula, zembile koysam mı? " diye düşünür. Çünkü; Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi, her gün, evinin daracık penceresinden, bir zembil sarkıtırdı. Sorunu olanlar, dertlerini yazarak zembile bırakırlardı. İkindi, akşama kavuşunca, dükkanlarının kepenklerini kapatıp camiye koşan cemaatle birlikte, akşam namazını kıldıktan sonra; Zembilli Ali Efendi, zembili çekerdi. Yer minderine bağdaş kurar, kandilin kısık ateşi altında, dizleri uyuşana, gözleri uykuya yenik düşene kadar, sorulara cevap yazar emektar zembile, cevapları koyardı. Gün ağarmadan, pencereden, zembili tekrar sarkıtırdı. Lala karasız "En iyisi Şeyhülislamdan önce Sultan Süleyman’a sormak" der ve huzura çıkar.
"Sultanım" der. "Siz Trabzon’da şehzadeyken, biz, o çok sevdiğiniz elmaların fidesini getirmiştik ve sarayın bahçesine ekmiştik.Fakat, gel zaman git zaman, tam meyve vereceği sırada, ağacı karıncalar sarıyor. Bir türlü meyve alamıyoruz. Artık biz de, bu ağacı, kesmeye karar verdik. Hiçbir işe yaramıyor. İzin verirseniz, keselim der. "Ağacımdan bir dal kesenin, başını keserim" diyen Fatih Sultan Mehmet’in torunu Kanuni, biraz düşünür. Birden irkilir. "Lala, bu iş beni aşar" der. "Şeyhülislam Zembilli Ali Efendiye bir pusula yazacağım. Tezinden ona ulaştır" der ve Kanuni, şu pusulayı yazar:
"Ger dırahtmanı sarınca karınca
Var mıdır günahı, karıncayı kırınca?"
Çocuklardan biri :
-Ger, ne demek öğretmenim?" diye sordu.
-Ger, çocuklar "eğer,şayet" demek.Dıraht da "ağaç" demek. Yani ne diyor, Sultan Süleyman?
"Eğer ağacı sararsa karınca
Var mıdır günahı, öldürmekte karıncayı."
-Peki, sonra n’oldu öğretmenim ? dedi, bir kaç öğrenci. Anlatmaya devam ettim. Çocukların merakı iyice artmıştı.
"Lala pusulayı, Zembilli Ali Efendiye ulaştırır. Zembilli, şöyle bir sakalını sıvar, biraz düşünür, odasında volta atar. Sonra Kanuni’ye, kısa bir cevap yazar ve lalaya verir. Lala, pusulayı sultana teslim eder.Kanuni Sultan Süleyman, pusulayı okur. Yüzünde bir gülümseme belirir, pusula şöyledir:
El-cevap:
"Yarın mahşere varınca
Sultan Süleyman’ dan
Hakkını almasını bilir karınca..."
Kanuni: "Aman lala! Sakın ağacı kesmeyin. Karıncaların nasibi, o ağaçta. Ağacı keserek, bunun vebalinin altına girmeyelim" der.
-Görüyorsunuz değil mi çocuklar, atalarımızın ağaçlarla ilgili hassasiyetini. Efe yerinden doğruldu.
-Nereye gidiyorsun Efe. Efe ağlamaklı:
-Gidip ağaçlardan özür dileyeceğim, öğretmenim.
GÖNÜL GENÇYILMAZ 17/02/2013