- 493 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ayrılığı sevdik ayrılığın acısını sevdik biz…
Ayrılığı sevdik ayrılığın acısını sevdik biz…
Biz gündüzlerimizi yaşayarak geceye sakladık,
gözümüzle gördüğümüzün rüyası olsun diye...
Hadi çıksın birkaç kişi daha sildirsin bu kenti benden, nelerim yok ki bu şehirde, öncelikle senin ayak izlerin sonra benim gözyaşlarım ki asfaltta hâlâ üzüm karası gibi parlamakta...
Biz tutkularımızı birleştirirken, elde etmek istediğimiz tek şey vardı, sadece el ele olduğumuz zamanlarda mutluluğumuzun heyecanı sonsuz olmalıydı...
Yarıldı karıncanın ayakları akşamın voltasında, yarıldı ayaklarım akşamın voltasında, acısı benliğime düştü, sevdanın demekten vaz geçerek, bedenimin derken, hayat bu hep ıskaladıklarımızla yarıldı tabanlarımız, hep ıskalandıklarımızca yüreğimiz yarıldıkça gömüldük akşamın voltasına ve hep bir döngü oldu ki hâlâ vaz geçemedik yaşamaktan...
Ben ki zorlamadım hayatımı bedenimden gayrı derken, sadece bakışlarımdaki donukluğu hediye aldım kulvarlardaki voltalarımdan hep acıdı kaslarım, acıtamadan başka kasları, bir bakışı ömrün sonuna saklarken, ıskaladık yanlışlardaki doğruları, ıskalandık, doğruların içindeki yanlışlardan, öyle ya ben tercih etmiştim bu yaşam kesitlerini, şimdilerde ıskalanmalar da acıtamaz artık bedenimi…
Sırtımda sırt çantam, içine hayatımın geri kalan zamanları doluşmuş, ayaklarım zamana ters durma çabasında, arda kalan rüyalarda gülümseyen bir adam ve kırık düşlerin peşinde kaybolmuş arzularla, merhaba yeni gün sabahı ile iştah açan bir azimle hayatın arda kalan kısımların da bile sen varsın diyemiyorum sevgili...
Bir bardak çayın gölgesine sakladık biz yalnızlığımızı, çayın dumanıydı hayâllerimizi gökyüzüne kavuşturan...
Kahredici gecenin karanlığından fışkırdı yüreğimin ziftini çözen sesin, bakışlarına ömür adayacağım gözlerim artık çöl sıcağından kısıldı...
Baharı yazı tarif et dediler, acı ile mutluluk arası kısık bir gülüştür dedim, ardıma baktığımda ise, kaç kısık gülüşüm olmuş dedim, acının ardına sinmiş tüm gözyaşları, hepsi birbirinden alımlı, çaresizce sordum, mutluluktan kaç zaman artığı var diye kendime, kocaman bir sesle hiç diye bir tınıya gömüldü gözlerim, hiç bilmezdim mutluluğun hiç sesini…
Acılarla debelleşmekti bizi güçlü yapan, sevinçlerimizde hırslarımızı arttıran, mutluluk kırıntıları idi bizi hayata bağlayan, az da olsa korkularımızdı, kaçışlardaki acizliğimiz, gidişlerdi bizi yerden yere savuran. Peki ama nasıl ayakta duruyorduk ki anlamak mümkün değildi, azıcık sevgi kırıntısı, azıcık sevme vadi, azıcık sevginin içine dalmamız, azıcık el tutuşmamızdı bizi ömrün sonuna gülerek atan…
Öyle ödüller verdim kendime, çikolatanın parlak kâğıdını yırtarken, öyle mükâfatlar verdim kendime, acının paketine ismimi yazarken, kaç mey sokağında kaldı ağıtlarımın notası, kaç defter karaladım içimden dökerek cümleleri, kaç yazın sonunda topladım hep gözyaşlarımı, kaç gecenin içine akıttım acılarımı, güneşi hiç karşılayamadım ben, hep ay acısının gölgesine sindim, kaç mektup yazmışsam hayata hep ters mühürle geri geldi bana, adres bulunamadı diye, kaç kez sordum hayat sana ne yaptım diye, koyu karanlık bir aşktı bu, iki kişilik, kimseler duymadı kıvrandığım geceleri, kimseler yoldaş olamadı karanlıkta acılarımla bana, ne hesapsız bir hayat bu hep tek başına bedel ödemekle geçen, kaç perişan gecenin balkonundaydım, kör bir direk ışığında, ne verdin bana hayat aldıklarının yanında demek çok zor bana, neyse gene geldi kara kışın, yine ıslak toprak, ben neredeyim hayat?
Bir uzak düşünce, uzakta bir ihtimal yangın kokusu, ölmüş bir mehtap, kimsesizliğin acılanma sesi ve sadece sende kanayan gözlerle bakışlarıma mil çekilmiş yaşam ki artık ötmesi bitkin bir kuş sesi, bir musalla taşı uzaklığı veya dar bir çerçeve ile ellerine yetişen düşüncelerim, sensin uzakların en ırağı, sensin o acıların dayanılmazlığının en koyusu, sensin düşlerimin kâbusu ile beklenmeyen rüya korkutucusu, behey yar, yüreğimin toplu vuruşları, gözlerimin buğulandığı yar, bu kaçıncı naz sonrası acılanmalarımdır, bu kaç rüzgâr kesiği zamandır, sessiz ve de ürpertici, neredesin ve de niçin uzaksın, niçindir yazdığın “beni özledin mi” demek, bilmez miydin hep özlenen sendin, hep soran da sendin ama hep özleyen ben oldum nedendir be sevgili, nedendir bu kural dışılık, nedendir bu acılanmadan sakınmacasızlık, ben kimdim ki senin azabını yüklenen, şimdi ben soruyorum “umurunda mı bu kadar ezilmem yar düşünceleri altında?”
Adına masallar yazıldı, adı söylemlerde kaldı ışıkların altında, sevginin dorukları tarif edildi, doğmamış günlerde hediyeler gönderdiler kendilerine, sönmüş tüm mumların islerini içlerine çektiler, geleceğin tüm karanlıklarını aydınlatacak ışıklar yaktılar el ele verip, olmadı, olduramadılar, çünkü biri kadındı, çünkü diğeri erkekti, sakladılar tüm düşlerini bir birlerinden ve araya riyayı, yanıltmayı attılar, ufak gülüşlerle mutlu sandılar kendilerini ama masal bitti uyandılar gizemden, ayıldılar karanlıktan, çünkü vedasız ayrılığı tadarak hüznü öğrendiler ve masalın sonuna adsız kahramanların isimleri gibi adlarını yazdılar ama gene de adsız romanlarda unutulmadılar...
Yalana, riyaya yapışmış o kalbe aşk sığdıranlar varsa eğer, bitmiştir bu masal, yazılmıştır gurbetin yol tarifi, yazılmıştır yüreğin şifresi okunmaz sayfalara, o kalp yazgıdan da vaz geçmiştir varsın yazıldı densin, varsın bitti densin, varsın geceleri açık kalsın gözler, varsın unutulmaz aşklara uzansın sevdanın yazgısı, eğilmez başlar yapışsın göğüslere, sevdanın özü düşsün toprağa ve kitapları yansın aşkın, solukları kesilsin bedenin, varsın yazılsın ayrılık yolunda öldü diye, kimsesizlerin mezarlıklarında olsun mezar taşları ayrıldılar öldü densin ama onur kalsın geride, gurur kalsın geride ar ve duruş kalsın geride ve arlı sevdaydı densin...
Terk edilen aşklara yazılmıştır, oysa bu kederli yazgı…
Biz yeni tanımıyoruz riyayı, yeni tanımıyoruz hileyi, yalanı, kaçıncı kez çıktı karşımıza vefasızlık, kaçıncı kez çıktı karşımıza selamsızlık, kaç kez vurdun umutlarımı duvara, kaç kez yalancı düşüncelerle attın sevdalara, biz yeni tanımadık sevdayı ki bu kaçıncı kezdir ki yanıltıldığımız, son damga bu, son mühür bu zarfın üstündeki son adres bu yanlışlıkla bana uzayan, biz gavuruna bastık bu kulvarlara ki
sen son kulvardakisin, eksik bir şey var aramızda ki sen son şahidisin bunun…
Ayrılığı sevdik biz,
ayrılığın acısını sevdik biz,
baharın kışını,
kışın öksüzlüğünü sevdik biz,
kimdik ki acıların içinde parçalanırken,
bütünlüğümüzü nerede bıraktık biz?
Beklerken, beklenirken sevgi…
Oysa boş sayfalarda görünmez harflerle adın yazıldı hep, rengini sadece benim gördüğüm kalemlerle, aslında hep senin bildiklerini yazdım, aslında hep sana söylenmiş cümlelere, söylenmemişleri ilave ederek yazdım, kendi kusmalarımı, kendi nefretlerimi, kendime acılanmalarımı ve kendi kendime söylemleri yazdım, oysa sen hepsini biliyordun, oysa ben senin omzunda ağlamak istiyordum hep, oysa ben sadece el ele kalmak istiyordum hep, olmadı, olamadı, belki de olmamalıydı, belki de oldurmadılar ve gözlerimden buğulandı yaşlar, yarılarını kirpiklerimde bırakarak, yarısı da yüreğime gömüldü ama başardım işte sana yazmayı, çünkü erkektim, çünkü kadındın sen, çünkü erkektim ben, adlarımıza masallar yazılsa da, arda kalan tek şey vardı, o da saygı, işte sen o saygıyı kavrayamadın...
Gözlerinin tam da ortasına bakarken hiç ayrılıklar aklıma gelmezdi, ayrılık gelip başa düşünce gözlerin, gözlerimden çıkmaz oldu bu nedendir yar, korkuları yaşamak buysa ben tam da ortasındayım tam da merkezindeyim, merkez nerede dersen ki yok oluşa bir adımlık yerdir...
Bir hoyrat ıslık at bana, duyur varlığının varlığımın yanında olduğunu, uzat elini tut bakışlarımı, dudakların yapışmışsa, ıslık sesin çıkmazsa, adımı haykır bana doğru rüzgâra dönerek, ben çevirir başımı seni duyarım, yoksam oralarda, adımı tekrarla yapışmış dudaklarının arasından, ben hisseder döner sana doğru bakar, koşarım durmayasıya, duramayasıya…
Bu gün ilk defa mutluluğumun resmine baktım…
Bazı resimler vardır hak etmeyene mutluluk vadeder bazen de hak edense bekler, o ikilem arasında bir duruş vardır, ya resme bakmayacaksın ya da gözlerinle resmi parçalara bölüp görmek istediğin parçaya bakacaksın…
Bazen bin parçaya bölersin de tek parçaya bakamazsın ardından parmakların titrer aklındaki hisleri unutmak için ama imkânsızı yaşamak istersin ki görmek istediğin tek karenin noktasına bakarsın… O da düşlediğin gözlerin karasındaki bir noktasal kısımdır…
İşte ben seni sevdimdi can derken bile kalemden dökülenler senin görmek istediklerindir…
Artık çaresizliğin yolundasındır ve de gizli hiddetin saklısındasındır… Saklılardır çoğu zaman düşlerin ardına gizlenenlerin açığa çıkması, çoğu zaman bakışlara sıçrar duruşu ve yabancılaşırsın yaban gibi olursun…
Hırlamaların ardındaki benliğinle, bu senin gizli halindir gizlinde kalmış halindir veya çaresizliğin arda kalan tesellisidir…
Belki biraz utanç, belki de biraz hiddet saklar ama sevmenin kutsal gizliği seni sakinleştir ki içinden bir sesle "O bari mutlu olsun " derken bile ellerin artık titremeye başlar ve bir damla akar gözlerinden ki bakmak istediğin noktasal görüntüyü fulüleştirir ki artık zaman akşama uzanmış olur ve geceye sarkar ki acı üstüne acıyı tadarsın damaklarında kalan yeşilimsi, kekremsi tatla…
"O bari mutlu olsun" dediğin an ise senin iç huzurundaki sonsuzluğuna kapı açılır…
"O bari mutlu olsun " derken kapanır gözlerin…
Gecedir sırdaştır, sırdır sakladıkları, aslında bir resimdir bu cümleleri söylediğin, duymayan görmeyen bir resimdir sadece bakan ki o bakışların ardında ki düşünceleri de sen de bilirsin ve O da der sanki
"sen de bari mutlu ol…"
Sessiz seslerdir bunlar uzaklara ulaşan ki his, bir dünya kucaktır aslında…
Devam eder böyle bu hayat “0 bari mutlu olsun" düşünceleri ve ya duaları ile…
"Sen bari mutlu ol ben olamasam da" dersin parçalanmış ve buruklaşmış seslerinle…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.