- 2093 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ZEYTULLAH
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sabah namazı için camiye gelmişti. Cemaatten birinin kendisinden önce geldiğini ve kapıda beklediğini görünce biraz mahcup oldu. Çok beklediniz mi? dedi. Hava da oldukça soğuk hemen içeri girin üşmüşsünüzdür, ben şimdi sobayı yakarım ısınırsınız. Kırk yaşlarında olduğunu tahmin ettiği kısa boylu, zayıf ve mütevekkil görünümlü bu zatın elinde bir çıkın vardı imam efendinin gözünden kaçmamıştı. Ne olduğuna dair fikirler yürütecekti ki sonra “bana ne canım!”diyerek bundan vazgeçti. Birkaç haftadır namazlarda karşılaştığı bu zat muhtemelen yeni taşınan bir mahalle sakinidir diye düşündü.
Dışarıdaki bulutlu havanın da etkisiyle caminin içi oldukça karanlıktı. Sobayı yakmadan önce kandilleri yakıp camiyi aydınlatmak gerekiyordu. Bir önceki yatsı namazında kandillerin yakıtının bittiğini hatırlayınca ancak birkaç deneme sonrasında yanabilen çakmağın zayıf ışığıyla kandil yakıtı olarak kullandıkları zeytinyağı tenekelerinin olduğu odanın kapısını buldu. İçerideki karanlık adeta çakmağın ışığını emiyor, karları delip çıkan kardeleni andıran çakmağın cılız ışığı karanlıkta adeta bir yıldız böceği veya dünyaya çok uzak bir yıldızın ışığı gibi görünüyordu. Yağ tenekelerinden birine dokundu boştu diğer tenekeye dokundu içinde biraz yağ olduğunu fark etti. Kandillerden birkaçına bu yağdan koyduktan sonra sabrının sınırlarını zorlayan ve yanmak için nazlanan çakmakla kandilleri tutuşturdu. Kandillerin yanması ve caminin aydınlanmasıyla sanki kapıda bu anı beklermişçesine ışığa koşan pervaneler gibi birkaç yaşlı cemaat içeri girmişti. Cemaati genelde yaşlılardan oluşan bu camiye ara sıra bugünkü cemaat gibi orta yaş civarı cemaat de geliyordu. Gençler ise sadece Cuma namazlarına bazı genç esnaflar ise öğle ve ikindi namazlarına geliyorlardı. Sabah namazına gençler gelmiyordu.
Hemşehrisi olan ilçe müftüsü geçen gün öğle namazında camisine gelmiş ve kalabalık cemaati görünce sırtını sıvazlamış ve “Hocam maşallah cemaatin bayağı kuvvetliymiş.”diyerek kendisine iltifat etmiş ve imamın başarısını sabah namazına cemaati çekebilmekle ölçüyor olsa gerek ki, sabah namazında cemaatin ne kadar oluyor? diye sormuştu müftü efendi. İmam efendi de hemşehri olmaları ve aralarındaki samimiyet üç saf oluyor hocam demişti. Müftü efendi bu büyük merkez camii için üç saf cemaati de çok görmüş olmalı ki durumdan hoşnut olduğunu belirtir bir yüz ifadesiyle imam efendiyi tebrik etmişti. İmam efendinin verdiği bu cevabın arasından birkaç hafta geçmişti ki müftü efendi sabah namazına camiye gelmişti. Sabah namazının vakti girmesine rağmen camide kendisi ve imam efendiden başka sadece üç kişi görünce : -“Hocam hani sen üç saf oluyor demiştin? Sadece birkaç kişi var demeden edememişti. İmam efendi de : “Hocam üç saf oluyor demiştim ya bakınız üç kişi var. Müftü Efendi hemşehrisinin esprili olduğunu biliyordu; ama birkaç hafta önce duyduğu “üç saf” sözcüğünün anlamının da mizahi olacağını hiç düşünmemişti. Namazdan önce duyduğu bu söze uzun süre gülen müftü efendi namazdan sonra da bir süre gülmüştü. İmam efendi kandillere yağ koyarken camiye yaşlılardan oluşan birkaç kişilik sabah namazı cemaati girince aklına bu anısı gelmiş ve gülümsemişti.
Kandilleri yaktıktan sonra birkaç gün önce açtıkları yağ tenekesini eline alınca oldukça hafif olduğunu görüp tenekenin delik olabileceği ihtimaliyle tenekenin bulunduğu yerlerde sızıntı olup olmadığını kontrol etti. Herhangi bir sızıntı olmadığını görünce aklına başka ihtimal getirmeye çalıştı. Kandillere yağı kendisinden başka kimse de koymuyordu ki yağı çok koyduklarını ve israf ettiklerini düşünsün. Aklına kötü şeyler getirmek su-i zanda bulunmak istemiyordu. Bir büyüğünden : “Su-i zan edip haklı çıkacağına hüsn-ü zan edip yanıl.”nasihatini almıştı. “İnsanoğlunu en çok tahrik eden duygu meraktır.”kaidesi gereğince meraklanmadan da edememişti. Daha önce de bu konuda bir şüpheye kapılmıştı bu sefer iyice şüphelenmişti. İçini kemiren bu şüpheden kurtulmanın çaresi bu işin hakikatini öğrenmekti. Sabah namazından sonra bir kenara gizlenip yağ nöbeti tutacaktı. Askerlik günlerindeki gibi elinde silahı olmayacaktı belki; ama mutlaka bu işin aslını öğrenecekti. Sabah namazında cemaat çıktıktan sonra kandilleri söndürüp dışarı çıkıyormuş gibi yapıp imam mahfilinin penceresinden tekrar camiye girdi. Camideki örümcek ağlarını almada kullandıkları fırçanın sapını çıkarıp yanına aldı ve beklemeye başladı. Yatsı namazı ile sabah namazı arası hariç diğer namazlar arasında caminin kapısını kilitlemezlerdi. Biraz sonra caminin kapısı tekrar açıldı ve döşeme tahtaları gıcırtısıyla içeride birinin dolaştığını ihbar etti. İmam efendi merakını dizginleyemedi; ancak “Acele işe şeytan karışır.” düşüncesiyle erken müdahale edip her şeyi berbat etmek de istemiyordu. İmam mahfilinin tam karşısında olan ve depo olarak kullanılan odaya birinin girdiğini kapının açıldığını ancak kapanmadığını fark etti. İmam mahfilinin anahtar deliğinden bir süre baktı. Sabah geldiğinde caminin önünde kendisini bekleyen adamın odada olduğunu kendi kendine konuşarak sabah elinde gördüğü çıkını açmaya çalıştığını far etti. Zeytinyağı tenekesinin başında bekleyen bu adamın ne konuştuğunu anlayamadı imam efendi yağın bereketlenmesi için de dua etmediğini biliyordu. İmam efendi odasının kapısını hafifçe aralayıp adamın ne yaptığını ve ne söylediğini anlamaya çalıştı. İmam odasının kapısına arkası dönük şekilde oturan bu adamın, camide kimsenin olmadığını düşünüyor olmasından mıdır yoksa imam efendinin mahfil kapısını aralamasından mıdır,konuştukları net bir şekilde duyuluyordu.İmam efendi bir süre sonra adamın çıkınından çıkardığı keteleri
“-Zeyt Zeytullah.”(Zeytin Allah’ın zeytini.)
-Beyt, beytullah.(Ev Allah’ın evi.)
-Ye Abdullah.(Ye Allah’ın kulu.) diyerek pişkin bir şekilde zeytinyağına batırıp yediğini görünce “Yalvarmayı, amma usul ve adabına göre, bilen insana açılmayacak kapı, erişilmeyecek mertebe yoktur.”diye düşündü. Adamın bu pişkin hali İmam efendiye Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretlerinin mesnevisinde okuduğu bir hikâyeyi hatırlatmıştı. Hırsızın biri bir hurma ağacının başına çıkıp hurmaları yerken bahçe sahibine yakalanmış bahçe sahibinin: “-Ey alçak! Allah’tan korkmuyor musun bu yaptığın nedir? diye sorunca hırsız pişkin bir şekilde: “Allah’ın bir kulu, Allah’ın bağından Allah’ın ikram ettiği hurmaları yiyor. Beni niçin kınıyorsun demiş, bahçe sahibi de hizmetçisine bana oradan bir ip getir diyerek getirilen iple adamı ağaca bağladıktan sonra sopayla dövmeye başlayınca, hırsız Yahu Allah’tan kork! Bu suçsuz, günahsız kulu döve döve öldüreceksin deyince; bahçe sahibi de hırsıza hırsızın diliyle cevap vermiş: İp Allahın ipi, sopa Allah’ın sopası, dayak yiyen ve dayak atan Allah’ın kulu beni niye kınıyorsun diyerek hırsızı bir kere de sözleriyle dövmüştü. Şimdi bu zeytinyağı hırsıza onun bildiği dilden bir cevap vermek lazımdı. İmam efendi imam mahfilinden çıkarken elindeki sopaya baştan aşağı son defa baktı ve “Haza min tarafullah!” (Bu da Allah tarafından.)diyerek sopayı adamın kafasına indirdi.