RİCAT
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Beş yıldan bu yana yaz aylarında yirmi beş günümü memleketimde geçiriyorum. On iki yıl ara verdikten sonra çocukluğumun geçtiği, her yanı anılarla dolu olan yerleri görmek ve görememek sevinç ve hüznün bir arada yaşamayı öğretti bana.
Çocukluğumun geçtiği o coğrafyada tekrar yürümek, top oynadığım yerlerde yükselen apartmanların, bıldırcın yakaladığımız bahçelerde inşa edilen iş hanlarının önünde durup top oynarken kalenin bulunduğu koordinatları tespit etmek için gayret sarf etmek hüzünlü bir lezzet sunuyor bana.
Yeşil çay bahçelerinde boy atan apartmanların yüzlerine yapışık balkonlarda şehrin bunaltıcı sıcağında gelip geçen araçların arkasından başları sağa sola dönen yaşlılar, medeniyetin nimetlerinden mecburen faydalanmaya hapsedilen mahkûmlar gibi, mutsuz ve kaygılı gözlerle aşağıya, yoldan geçenlere bakıp benim düşündüklerimi düşünüyorlar mı acaba?
Futbol oynadığımız arsada inşa edilen apartmanın hangi katında “Pas versene oğlum ya” veya “ Adam geçer top geçmez” haykırışlarıyla yükselen kahkahalar , “Goool!” diye bağırarak ortada iki tur atan çocukların sevinci duyulabilir?
Hangi balkonunda yere dikilen gazoz kapaklarını yıkmak için bilyeler atılabilir?
Acaba mutfaklarından birinde saklambaç oynayan çocukların “gizli yeri” var mıdır?
İp atlayan kızların çığlıkları asansörle en üst katlara kadar çıkabilir mi?
Kim bilir belki de çok pahallı armatürlerle süslenen banyolarında voleybol oynayan çocukların “atan set sayısı karşılayan sekiz” sesleri parıldayan fayanslarda yankılanmaktadır.
Her sokakta saklanmış hatıralar beni görünce canlanıp “şimdiye kadar nerdeydin be erolabi?” der gibi, terk edilmişliğin ve vefasızlığın hesabını sorar gibi önce sırtlarını dönseler de yüreklerinde yıllardır besledikleri sevgi ve özlemin şiddetiyle ellerini uzatıp “hoş geldin” diyorlar sanki.
Kulağıma eğilip “şu binanın burada olmadığını düşün, eski çeşmenin yerini hatırladın mı, işte orada elini kesmiştin küçük bir cam parçasıyla ve kan kaybından öleceğim endişesiyle ağlayarak hastaneye, annenin yanına koşmuştun” diyor, afallayan suratıma tebessümle bakıp tekrar” hani” diyerek o günü anımsayabilmem için gayret etmeye teşvik ediyordu beni hatıralar.
“İşte şu köşede eski bir bina vardı, en alt katındaki bisikletçi Cahit’ten kiraladığınız bisikletler ile dalgakıranın üzerinde düşüp dizini yaralamıştın, pantolonun un dizleri yırtılmıştı, hani”
“Dersten kaçıp sinemaya gittiğiniz gün şuradaki eski dükkânlar yanmıştı, hani”
“Bak şuradaki yaşlı adam, köşe büfedeki külahına her defasında bir kepçe fazladan dondurma koyan esmer delikanlı değil mi?”
“Şu kar gibi saçları olan sakallı dede bir zamanların meşhur araba tamircisi, futbolcusu Nurettin Şerifoğlu usta, hala ne kadar dinç görünüyor”
Alış veriş için girdiğim bazı dükkânların yazıhanelerinde bir zamanlar bana, kıt olan şekeri veya salât yağını kasanın altında gizlice kâğıda sarıp “kimseye gösterme doğru eve!” diye tembih eden bakkal’ın, tüpçünün, eczacının karakalem çalışmaları asılmış. Belli ki benim zamanımın esnaf amcaları olan bu insanlar bu dünyadan göç etmişler.
Şimdi bazen yüzleri, bazen huyları kendilerine benzeyen oğulları devraldıkları hizmeti devam ettiriyorlar. Bazılarından ise hiçbir haber alamadım. Kendileri bu dünyayı, evlatları da benim gibi ilçeyi terk edip gitmişler.
Sokaklarda gördüğüm yüzleri tanıyabilmek için dikkatlice bakıyorum. Bazı yüzler isimleriyle aklıma gelse de çoğunluğu isimsiz, eskimiş, manası yitik görüntüler olarak düşüyor hafıza perdeme. Ara sıra beyaza bulanmış suretlerin altında bir anıya takılmış puslu manaların gizlendiği insanlar görüyorum. Bazılarının görüntüleri tamamıyla değişse de ses tonlarındaki ahenk ele veriyor eski çocukları.
Köşe başlarında sulh sonrası cephelerde teskere almış askerler gibi siperde amaçsızca bekleyen tanıdıklara rastlıyorum. Nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum.
Bu eski çocuk şimdi kim bilir nasıl bir amca, baba, dede olup çıkmıştır?
Yıllar öncesindeki gibi seslensem, isimlerini söylesem dönüp bakarlar mı?
Ne demeliyim, nasıl hitap etmeliyim, bilemiyorum.
Önce gayet resmi başlayan sohbet ortak anıların dökülüp saçılmasıyla daha samimi, daha hüzünlü bir hal ile devam ediyor. Bu dünyadan göçüp giden arkadaşlarımın isimleri zikredildikçe yüzlerini hatırlamaya çalışıyorum.
Yıllar önce vefat eden arkadaşlarımın hayalleri gözlerimin önüne geliyor. Bana “ yıllar önce öldüğümüz halde bir Fatiha bile göndermedin “ diyorlar sanki.
Üzülüyorum.
Mandalina aşırdığımız bahçelerin ilçenin en büyük kabristanı olduğunu görünce içimi dolduran burukluğuna, kabir taşlarında yazılı tanıdık isimlerin çokluğu ve doğum tarihi hanelerinde benden çok genç insanların oluşu sebep oluyor.
Kanser hastalığının bu kadar artmasının sebebinin sadece “Çernobil” felaketine bağlanmasının ne derece doğru olduğunu bilemiyorum. Fakat şu bir hakikat ki, eskiden bu amansız hastalık bu kadar görülmüyordu.
Bir zamanlar gülüp eğlendiğimiz, tek sigara satın alıp gizlice içtiğimiz ve her sigara âleminden sonra bana yeşil soğan yedirip ağzımızın kokmasını önlemede en etkin yol olduğu konusunda ikna eden arkadaşım Hasan Kâhya’nın kalp krizinden yıllar önce öldüğünü haber aldığımda çocuk gibi ağladım.
İlkokuldaki kız arkadaşlarımdan sadece bir kaçını görebildim. Bazıları evlenip buradan uzaklara gitmişler. Yurt dışında; Amerika’da, Avustralya’da, Makedonya’da olanlar varmış.
İlçede olanların çoğunluğu ev hanımı olduğundan, bu memlekette sokaklarda rastlamak imkânsız o eski kızlara.
Gördüğüm iki kız arkadaşım ilçenin pazarında alış veriş ediyorlardı.
Eski görüntülerinin yerinde yeller esiyordu. Kocaman kadın olmuşlar. Yaşlanmışlar. Yanlarında torunları, gelinleri vardı.
Soy isimleri değiştiğinden bahsedilince aklıma gelmeyen onlarca arkadaşım var bu sahil kasabasında.
Hafızamdan silinen isimler ve yüzler de hayli çok.
Ben onlara bakarken eski, küçücük hallerini hayal ediyorum. Bazılarının anneleri yerlerde sürünmesin diye pantolonlarının paçalarını keser kısaltırdı.
Yüzlerinde daima çıban olurdu.
Bir de kalemleri olmazdı veya küçücük kurşun kalemleri olurdu. Parmaklarıyla zor tutarlardı, o kadar küçük inanın.
Kokulu silgiler, kalemlerin tepesine takılan süsler yeni çıkmıştı.
Biliyor musunuz, o süsler bile cinsiyet ayrımına tabi tutulurdu. Kızlar daha ziyade pembe, parlak süsler, erkekler ise daha mat ve somurtkan olanları kullanırdı.
Kızların örgülü saçlarının ucunda beyaz kurdeleler olurdu. Erkekler ise daha sade ve kirli olurdu hatırladığım kadarıyla.
Sokaklar bile yabancı artık bize.
Biz de sokaklarda başka bir ülkedeymişiz gibi, ürkek, etrafı kollayarak, resim çekerek, sorarak dolaşıyoruz.
Artık sadece köfte ekmek ve tek sigara satan öğrenci kaçamaklarının adresi tahtadan derme çatma yapılan büfeler yok. Her türlü yabancı tat bulunuyor bu ilçede.
Bir köşede hamburgerci, bir köşede pizzacı var.
Kahvehaneler yerini “cafe” lere terk etmiş. Onlar da küsmüş yeni yetmelere.
Siyaset eski şatafatlı günlerini çoktan terk etmiş. Artık siyasi espriler, şiirler ve tartışmalar yok. Bir tür ticaret olmuş.
Yüzleri, isimleri, yerleri unutmuşuz.
Karşılık olarak biz de unutulmuşuz.
Bizim merakla baktığımız gibi, onlar da bize “bu yabancılar nerden düştü?” diyen gözlerle bakıyorlar.
Biz birbirimize yabancılaşıyoruz.
Gelin tanış olalım.
YORUMLAR
Oldukça güzel bir anlatım ve yerini bulmuş olan bir ödüllendirme..Kutlarım öncelikle.
Seni okumak bir ayrıcalık. Bizlere bu ayrıcalığı tatdırdığın için de ayrıca teşekkür ederim.
Selam ve sevgilerimle.
erolabi
selam ve muhabbetle
Kimimiz emekli olmuş, kimimiz de son demlerini yaşıyorr çalışma hayatında. Bayramlarda genellikle bir araya geliniyor, bazen de ne bayram ne seyran doğup büyüdüğümüz yerleri göremiyoruz. Malüm iş güç meşgalesi.. Ama emekli olunca içimizde kalan sıla eksiği ile hemen doğduğumuz topraklara gidiyoruz. Çok fazla değişikliğe ise alışkanlıklarımız icabı zor adapte oluyoruz. Oraya da uyum zorluğu çekiyor, kendi kendimize "niye geldik?" gibi düşünceyle sıkılıyoruz. Bazen ric'at yapmak güzel. Kısa olursa çok daha güzel oluyor. Köyüme yakın olduğum için sık olmasa da bir iki ayda bir görüyorum. Çocukluğumun geçtiği Üsküdarın toprak yollarını, Selamsızı, Toygartepeyi, Sultantepe'yi, Şemsipaşa Parkının toprak halini sayenizde hatırladım., Sinop'tan Selamlar.
Menisa tarafından 1/24/2013 11:53:10 AM zamanında düzenlenmiştir.
erolabi
memleketteki arkadaşlar "emekli olunca ölmeye gelirsiniz..düşeceksiniz bu topraklara " diyorlar..
Selam ve saygı ile.
Erol Bey,
Beni yıllar öncesine götürüp, hemen hemen benzer bir zaman diliminde ,çok kısa da olsa yaşattığınız için teşekkür ederim.
Kurdele hak ettiği yeri bulmuş. tebrik eder , saygılarımı sunarım.
erolabi
erolabi
Bu kadar çok şeyi bir cümle ile söyleyebilmek bir ayrıcalık,derinlik .
Selam ve saygı ile ....
Davidoff
erolabi
Davidoff
Sonu gelmeyen bir Davidofffffff :)
Saygıyla.
bırakın yabancı olmayı, en yakınımızdan bile uzaklaşır olduk Erol Bey. Teknoloji başımın tacı da, doğru kullanmasını ve faydalanmasını bilene.
Sosyal medya devri ya, hepimiz sosyalleştik ya; iki arkadaş bir kahvede yan yana gelme şansı yakalıyor, birer kahve içip sohbet edecekleri yerde, birbirlerine faceboook adreslerini verip aman ha, yazdıklarımı paylaş, beğen, arkadaş listeme katıl demek zavallılığından da kurtulamıyorlar.
Sonra sayfalarında, falan yerde yemekteydik diye zıkkımlandıkları şeylerin fotoğrafını ekleyip sözümona arkadaşlarıyla paylaşıyorlar.
Ulan, eskiden biz arkadaşlarımızı o yemeğe davet ederdik. Yalnız yediysek de bunu kimselere söylemezdik. Söylersek de; "ayıptır söylemesi, dün akşam şu yemeği yedik" diye bir cümleyle başlardık.
Kaybolan değerlerimiz ne yazık ki.
ve siz yine böyle bir konuya parmak basmışsınız Erol Bey.
Tebriklerim saygıyla...
erolabi
Kaç yıl oldu bilemiyorum "okey taşı" tutmayalı.Mektup yazmayalı.Çay ocağında oturup gazete okumayalı.
Maçlar bile değişti. Arkadaşım halı saha maçında yanında durduğum halde bana pas verceğine topu duvara vurdurup rakibini geçiyor.
Zaman geçtikçe yalnızlaşıyoruz.
Uzaklaşıyoruz.
Selam ve saygı ile.
final son noktayı koymuş
ve yerine çok yakışan bir yazı olmuş
kutlarım Erol Bey
erolabi
Selam ve saygı ile.
dünyamız aynı dünya
mahallemiz yerinde
tek katlı evleri
uzun kuleler sardı
güzel olan her şeyi
acaip nesil aldı.
hasiyet onur bitti
şerefsizlik nam saldı.
bu güzeliği unutmayan
bir tek erolabim kaldı........sevgiler cano
erolabi
Bu şiiri okumuştum daha önce ...
Değerli ve manidar yorumuna teşekkür ederim. Saygı ile.
Hadi siz doğduğunuz yerlere yabancılaşmısınız, bugünlerdeyse aynı evdeki hane halkı bile birbirine yabancı, kimisi tv, kimisi intenet vb herkes kendi dünyasına dalıp gitmiş. Ne muhabbet, ne güzel bir sohbet. Suç teknolojide mi, yoksa ekonomi de mi, bizlerde mi...
Çok güzel bir paylaşımdı. Tebrikler, selamlar.
erolabi
Bu dertten muzadarip bir yakın akrabam dört beş odalı evini satıp daha küçük bir konut kiraladı."kayboluyoruz evin çinde" diye şikayet ediyordu.
Bir de zaman,insanı faydalı olanın iyi olduğuna ikna edince...
Selam ve saygı ile.
evet çk güzel anlatımdı
bazen bende düşlerim eski günleri arkadaşlarımı nutmasada insan gözden ırak ya gönüldende çıkıyorlar
kimbilir nerde nasıllar der dururum
saygımlasınız usta kalem güzeldi güzel ötesi güze anlatımdı anılar
kaybolan eski evler şimdi devası binalar la dolu
erolabi
Kendim ettim kendim buldum gibi.
Yapıldıkça kayboluyor hatıralarımız.
Anılarımız demek biz demek.
Selam ve saygı benden.