- 820 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
“Ölseydim Yaşamayacaktım!”
Yanıma bir çocuk oturuyor, görmüyorum ama aynı sana benziyor, hissediyorum. Baksam sana benzeyecek, istediklerimi sana benzetecek kadar yetenekliyim çünkü seni herkeste bir şeyini bulabilecek kadar tanıyorum. Ama herkesi tanımıyorum, o yüzden bakmıyorum yüzlerine. Belki sana benzemelerinden korkuyorum. Kalbimin hızlı çarpmasından, şu aralar buna gücüm yok çünkü, kalbim belki de en güçsüz zamanlarını yaşıyor.
Şoför o kadar çok duruyor ki ve hızla kalkınca otobüs midem allak bullak oluyor. Duraklar hızla geçiyor gözlerimin önünden, bir varlar bir yoklar. Sevmiyorum otobüsleri toplu taşıma araçlarının hiç birini sevmiyorum bir tek vapuru seviyorum. O başka…
Keşke eskisi gibi sağlıklı olsam da üşüsem yine hep diyorum, şu anlamsız titreme sinir bozucu. Titremesem üşüsem sadece, eskiden ne çok üşürdüm, şimdi başka üşümüyorum titriyorum. Ellerim buz tutuyor, sırtım ve bedenim titriyor. Yüzüm sıcak biliyorum, bir de gözlerim… Bir sıcak suyun içinde yaşıyorlar sanki. Suyun adı; gözyaşı… Bu havalar da nefes aldırmıyor bana, bazen düşünüyorum, arabadan çıkan egzoz mu daha kirli, bu şehir mi? Kirli olmasına rağmen seviyorum bu şehri, yalancı ışıklarını seviyorum, insanların sığınacağı bir yalan gibi. Kırgınlıklarımın, aldanışlarımın ardına saklıyorum kendimi, öyle bir boşluk buldum kendime.
Ani bir frenle duruyor otobüs tekrar ve kaçıncı kez.
İçimden bir şeyler kayıyor, ayağım kayıyor önce. Ruhum bedenimden düşüyor. Ayağım kayıyor, dünya kayıyor, otobüs kayıyor. Önüme gelen her şey kayıyor ama ben çok güçlü hissediyorum kendimi, her şeyi silip süpürecek güçte. Demek böyle oluyormuş… Otobüs kayıyor, sanki bir yere çarpıyor çok anlamıyorum. Tek bildiğim kendimin kaydığı ve hafiflediğim. Dünya yükmüş meğer, dünyayı bırakıyorum ellerimden. Ellerim soğuk, titremesi duruyor sırtımın. Otobüs çarparak duruyor ama ben duramıyorum. Son bir boşluk hissediyorum kocaman. Düştüm. Dünyadan düştüm. Ayağım kaydı, yer kaydı ayaklarımın altından. Tutamadım titreyen ellerimle dünyayı ve akşamı yakalayamadım bu defa.
Hayallerimin de ellerimden kayıp gittiğini hissediyorum. Seni düşünerek girmeyeceğim yatağa ve seni düşünerek uykunun kollarına bırakamayacağım kendimi. Düşler ülkesine seyahat halindeyim, belki artık düşlerimin gerçek olacağı zamanlara gidiyorumdur. Uçurumun sonu, gerçek hayatın başıdır belki.
Ayağa kalkmak istiyorum kalkamıyorum, üşüyorum ama uyumak istiyorum. Gözlerimin kaydığını biliyorum artık, kayan gözlerimle yanımdaki çocuğu aramaya başlıyorum, yok. Her şey dağılmış, paramparça geliyor gözlerimin önüne. Belki de beynim çok karışıktır diye düşünüyorum. En iyisi uyumak mı? Uyumalı! Tüm dertlerden kaçmak için sığındığımız, bize hep kollarını açıp bekleyen liman. Sessiz bu sefer her şey belki de ben duymuyorum.
Ne çok düşlemiştim sonsuz bir uykuyu, bir kaza olacaktı, çektiklerimden sonra bir şey olacaktı ve hayat denilen sahne bitecekti, kırmızı perde kapanırken. Ellerim yavaş yavaş düşecekti bileklerimden, gözlerim de kapanacaktı, kimsenin kapatmasına ihtiyacım yoktu. Onlar her boşlukta damlamaya, her karanlıkta kapanmaya mecburdular.
Isınıyorum.
Daha doğrusu soğuğu hissetmemeye başlıyorum. Soğukla sıcak ortaklaşa paylaşıyorlar sanki bedenimi. Ama sessizce, dağılarak, huzur gibi bu uyku ve sanki yüzyıllardır uyumamış gibiyim. Uykunun kollarına bırakırken kendimi, düştüğümü hissediyorum. Ama rahatsızlık duymuyorum bu boşluktan. Bu boşluk içimin tüm boşluğunu dolduracak gibi. Öyle hissediyorum, bu uyku yetecek gibi. Kollarım uyuşuyor, üzerine mi yattım, başım biraz yüksekte, ama göremiyorum. Boynumu kaldırıp bakamıyorum. Olsun ama acımıyor nasılsa bir yerim. Kollarım yok, ellerim kopmuş gibi bileğimden, ilk zamanlar sızlıyordu artık hissetmiyor. Bacaklarım da yok. Ama benim hiçbir şeyim yoksa nasıl bu kadar hissediyorum?
Hislerimin de yok olması gerekmez miydi?
Kader önceden yazılsa da içindeki olaylar hep ummadığımız anda olur. Tahmin etmediğimiz anda yaşarız, ölmek istediğimizde ölemeyiz. Ölmeyi aklımızdan geçirmediğimiz anlarda da ölüme gideriz, koşarak, sürünerek.
Arkamda neler bırakacağım? Yıllar mı geçecek böyle uyurken? Ben uyurken başkaları ne yapacak? Otobüsteki kadınlar dedikodu yapmaya devam edecekler mi? Siyah tüm kusurları kapatan siyah elbise, bu defa işe yaramadı. Keşke bugün bu elbiseyi giymeseydim, saçlarım parçalanmış, beynim ıslanmış gibi. Gözlerim yerinde mi? Saçımın arkası nasıl kestirirsem kestireyim bir türlü düzgün olmazdı, hep bir dengesizlik vardı saçlarımda da, bir tarafa kayardı. Şimdi nasıl acaba? Keşke topuklu giymeseydim, kırıldı sanırım topuklarım, elbisem de mahvoldu.
Saatler vakitsizliği geçerken, hızla ilerliyor. Sahiplenemiyorum artık kendimi, bana ait olmayan bir bedeni taşıyor gibiyim. Sevdiğim mevsimler kaç yıl uzakta kaldılar, yetişemedim hiç sevdiğim mevsimlere, sevdiğim şehirlere de gidemedim. Hep bir engel çıktı önüme. Takmıyorum dedim, takmıyorum derken de takıyordum insanları. Hep onların istediği gibi olmaya çalıştım. Şimdi ne yararı vardı tüm bunların? Vakitsiz bir zamandan ömrüm gidiyordu. Kimse yanımda değildi yine. Zaten her şeyi tek başıma yaşamamış mıydım? İşte yine tek başınayım. Ama alıştım artık, sadece yorgunum. Yorgunluğuma bu uyku katlanacak gibi, bedenim ise bu sefer dinlenecek gibi, hem de ilaç almadan.
Tüm zamanların kırgınlığı içime o kadar işledi ki; şimdi tüm kemiklerimin kırıldığını hissediyorum ama hissizim. Acımıyor. Gerçekten bu sefer acımıyor. İntikamını alamadığım zamanların ölü sureti birikiyor gözlerime, yaş olup düşüyorlar taş zemine. Otobüs yuvarlanırken ya da yuvarlarken beni tüm hislerim de beraber yuvarlanıyor. Sana gelmeye çalıştığım otobüsün tekerlekleri altında kalıp eziliyorlar.
Biliyorum; şuan ölmeye kalksam, onca yaşadığım kırgınlıklarımı bırakıp, vücudumdaki görünür kırıklarıma bakarlar, ne komik. Beni kendime getirmeye çalışırlar; ben olamazken. Kendim olmaktan çoktan vazgeçtim, başkalarının istediği gibi olmaya başladığımdan beri. Kendim olmama izin vermeyenler mi kurtaracak beni? Beni değil, herkes kendini kurtarma derdinde.
Her ayrılık yeni ümitlere gebeyken, biz neye gebeyiz artık? Bizim için bir ümit var mı? Bırakın boynumu, bileklerimi, kırıklarımı, görünmeyen kırgınlıklarımı sarın becerebilirseniz. Herkes çeksin kirli ellerini üzerimden, günahlarını da kendi çeksin herkes. Yüzümü sıtmadan sonra buz tutmuş. Herkes çeksin sıcak ellerini üzerimden, acıyor. Donmaya alıştım ben, ufacık bir sıcakta yanabilirim.
Titremelerim durmuş, halbuki hiç durmazdı, kalbimi hissetmiyorum, hissedemeyeceğim kadar uzaklara fırlatılmış. Dudaklara alınamayacak kadar kırmızı kalemle yazılmış kaderim. Dokunan kanar, dokunmayan yanar. Omuzlarım başkasında gibi, başka bir taş bulmuş yaslanıyor gibi. Taş soğuk.
Eğer özlerseniz bir gün beni; yaşlı ninenin türkülerine sorun, gökte uçan yaralı, yavru serçeye sorun. Serçe anlatsın size yaralı yüreği. Sadece tek bir papatya dikin, yüreğimin mezar taşına.
Bulamadılar hala arama ekipleri beni! Saklambaç da oynamıyorum ama, oynasam da sobeleyecek gücüm yok. Zaten hep ben yakalandım bu hayatta, hazırlıksız yakalandım her şeye, poz verdiğimde çekmeyen fotoğraf makinesi gibiydi hep. Pozumu bozduğumda çekti beni, hep zamansızdı çekmeleri. Yine aldırmadım. Aldırmadıklarım birikip, beni alıyorlar. Bu sefer direnmeyeceğim. Vereceğim kendimi onlara.
***
Ama olmuyor yine. Yine ölememişim. Uyanıyorum, soğuğu hissediyorum bu defa. Ölmeye bu kadar yaklaşıp da geri gelmek nasıl olur? Ait olmadığım bir dünyada yaşıyor gibiyim. Şaşkınım sadece hissetmiyorum. Yine mi hastane odası? Gözlerimi aralamaya çalışıyorum hafifçe, olmuyor. Kirpiklerimi kırpıştırmak gözlerimle demir okları kaldırmak gibi zor ve ağır. Gözlerim aralanıyor, kirpiklerim perde gibi ama nemli. Perde var sanki gözlerimin önünde şeffaf. Karşımda kocaman harflerle “Yoğun Bakım” yazıyor. Yoğun bakılıyorum demek, yine yoğun bakımdayım diye geçiriyorum içimden. Hissetmediğim gibi hatırlamıyorum da neler olduğunu.
Hatırlamamak belki en az acıtanı, hatırlamak bir ceza gibidir ve şuanda ceza çekemiyorum. Ağır yaralıyım. Cezalı olamam. Hemşire geliyor yanıma, yine aynı şeyler, bunları daha öncede yaşamadım mı ben? Çıldırmak üzereyim ama çıldıracak da gücüm yok. Hemşirenin yüzünü o zaman da görememişim, aynısı mı bilmiyorum, iyi ki de bilmiyorum diye geçiriyorum içimden. Ellerindeki bezle üzerimi silmeye çalışıyor, ne oldu ki bana? Çarşaflar da bembeyaz. Korkunç ama ben beyaz sevmem ki… Renkli olmalı çarşaflar, gri gölgeli zamanlara inatla. En canlısından olmalı çiçekleri, gerçek gibi.
Elim üzerimdeki çarşafta, izin vermiyorum tutup çarşafı kaldırmasına, demek hala beynim yerinde. Aklım çalışıyor. Gözlerimi kısmamdan anlıyor o da.”Dokunmuyorum” gibi bir şeyler mırıldanıyor. Anlamıyorum ne dediğini ama dokunmayacağını biliyorum artık. Yarım ağız ben de bir şeyler söylüyorum içimden, dudaklarım uyuşuk, söyleyip söylemediğimi bilmeden.
“Ölseydim yaşamayacaktım!”
Herkes tersini söyler halbuki bunun; “Yaşamasaydım ölecektim” derler. Herkes korktuğunu belli eden cümleler kurar, tersten ya da düzden. Korkulan sevilir. Ama ben yine yaşamaktan korkuyorum. Korkularımız farklı herkesle. Bundan sonra belki her şey daha kolay olacak, hissetmediğim için. Kırıklarımla birlikte kırgınlıklarım da gitmiş gibi. Kırıklarımın yanında kırgınlıklarımın pek de önemi yoktur belki…
Belki; Ölseydim yaşamayacaktım!
OnBeşOcakİkiBinOnÜç 00:51
Nevin Akbulut
YORUMLAR
Arkadaşım ne yaptın sen..Acıttın ya...Tam da yoğun bakım arifesinde iken..üşümeyi özledim..ah...o titremeler olmasa...sevgiler can...
Kıpkırmızı
Üzmeyi istemezdim ama hissetmesek yazılmazdı... Acımasın geçti herşey ... İyiyiz hepimiz...
Kıpkırmızı
Çok gülümsettiniz...
Bir selam olsun okuyan gözlerinize bin kez...
Sevgi ve Saygılarımla,