- 515 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Emily'nin Kemanı
Bizim gibi salakların yaptığı nedir biliyor musun? Tahtanın üzerinde bir piyon, şah ve fil kalmıştır, karşımızdaki oyuncu arkadaşımızın şahını yemek için piyonumuzu vezir yapmaya, filimizi aynı düşey doğrultuda hareket ettirip, rakip arkadaşımızı ikide bir ‘şah’ yapıp, mat etmeden hamlenin benzer tren hareketlerine kendimizi hapsetmektir. Peki diyeceksin başka türlü bir strateji çizebilir miyim? Çizecek kadar ne yerin vardır ne de yeteri kadar sabrın. Çalışmanın en güzel yanı, hiç başaramayacağını düşünmektir.
‘Okuyor musun herhangi bir yerden’ dedi Emily. Gözlerine baktım. Mavi gözleri Kuzey denizinin sığ maviliklerini andırıyordu. Her zaman böyle bakması gerekmiyordu, ancak hiçbir düşünceme saygıda göstermiyordu. Varsa yoksa onun için en önemli şey, kemanıydı. Kemanını eline alıp, çenesini kemanına yaslamadan, ayak parmaklarının dahi bu küçük canlı konserden haz alacağını görebiliyordum. Ona şaka yapmanın faturasını acı ödediğim için, beni anlamasa da olur diyordum.
Akşama Steve’nin barında buluşacaktık. Karl eğer bara gelirse, beraber özel bir yere gideceğimizi söylemişti. Meraklanmıştım. Emily müzisyen arkadaşlarıyla takılıp, yeni bir cover yapacaktı. Cover, Emily ve arkadaşlarının içmeden önce verdikleri küçük ve sıkıcı konserden ibaretti.
‘Hey Katrin, sen Emily ve arkadaşları ile beraber olmayacak mıydın?’
Katrin Emily’nin liseden arkadaşıydı. Ne çaldığını tam olarak bilmiyordum. Bir gün saksafon, bir gün gitar, bir gün çello… Emily’nin kemanı çok değerli olduğu için, bir o kemanı çalarken görmemiştim. Ne de olsa büyük büyük dedesinin Yahudi bir zenginin yanında çalışırken aldığı hediye!
Karl gelmemiş henüz. Birazdan damlar zaten bordo ceketiyle kaptan black! Denize açıldıkça, o hissettiği ve arzuladığı yaşam aslında hiç de burası değil, ancak o yine de bizimle beraber takılıp, var olmayan hayata bir mana katma peşinde çabalıyor. Ters bir hareketi olmadığı için şanslıyım, ancak bu sefer içeri girerken direk adımları onu bana getirdi. Her zamankinden farklı bir Karl, ne kadar zarar verebilir ki!
Verebilir miydi ki? Verebilirdi. Bu sefer gideceğimiz yerden tırstığımı itiraf etmeliydim ona. Ama koca denizci, taş gibi, balyoza benzeyen kaslı kollarıyla arada sırtıma vuruşu yok muydu, ,lanet olsun! Kendimi zavallı bir hamster gibi hissediyordum. O neydi peki? Karl’dan bahsediyordum tabi ki! Atmaca filan mı? Mürekkep balığı da olabilir? Ya da sokak kedisi…
‘Poker oynayacağız bugün dostum. Her şey yolunda! Gideceğimiz yer, marinada bir yat. İtalyan dostlarımız var orada. Saygın insanlar. Oyunumuzu oynar kalkarız. Draw Poker dediler. Ama onlara hiç belli olmaz. No limito! Hey adamım Texas ayağımıza gelmiş, kaçırır mıyız hiç!’
Sevinmem mi lazımdı Karl? Omuzlarım ağrımaya başladı. Fıtık acısı sanırım bu. Karl ‘neden sevinmedim’ diye hesap soruyor. Parayı denizden bulmuyoruz senin gibi Karl! Lanet olsun, benim o yata girmemem lazım. Marinaya inmeden önce, eve gidip para almam gerekiyordu. 30.000 euro yeterdi sanırım bu iş için.
Lazımdı, ancak girdim. Karl’ın bahsettiği İtalyan dostlarımız şık takımlarıyla geniş tekli koltuklarda oturmuş, viskilerini yudumluyorlar.
Bu masaya oturmamalıyım. Oturmamalıydım. Ne yapıyorum ben? Legal mi bu şimdi? En azından İtalyan için öyle görünüyor. Tuvaletim geldi. Sıkışıyor mesanem. Damarlarımdan çene boşluğuma boşalan kanı hissedebiliyorum. Keseciklerim sinirlerini patlatmak üzere!
Krupiye kadın mı oluyordu? Şaşırdığımı anlıyorum. ‘Ne içersiniz?’ diye sormuş. Karl votka ile kafayı bozdu. ‘Stalin’e selam olsun!’ ‘Bira var mı?’ İtalyan dostlarımız gülüyor. Keşke kahkaha atsalardı da, kendimi denize atardım o zaman. Karl bir daha konuşur muydu o zaman benimle? ‘Senin gibi erkek olmaz olsun. Bir oyun oynayacaktık, kaçtın. Erkek değilsin, götveren!’
Ne oluyor, hiçbir şey anlamadım. Birden masaya mı geçtik? Bira buz gibi, içmek istiyorum ama masaya tükürebilirim. İçmemek en iyisi! Lanet olası pokeri de çok seviyorum!
Büyük adam konuşmak için ayağa kalkınca, Emily’nin ayak parmakları aklıma geldi. Sevişirken doyasıya yaladığım o parmakları bile kemandan kıskanıyordum. Emily’siz bir hayat düşünemiyordum ama kemanı gün geçtikçe daha çok aramıza giriyordu.
‘Grazie beyler! Mi hai fatto felice!’
Ne diyordu kalabalık şu adam? Gözlüklerini çıkarsaydı, o sırık boyunun kenarından adama benzer bir şeyler çıkartabilirdim. Mafya mı bunlar acaba? Karl, lanet olasıca zevklerinin kurbanı neden ben oluyorum ki!
‘Buraya iyi ki geldiniz, yoksa gücenirdim. Karl…’
Adımı bilmemesi kadar sevinç verici bir şey,ama Karl hayır… Hayır bunu bana yapamazsın! Adımı niye söylüyorsun lanet olasıca!
‘Hemen başlayalım isterseniz oyuna beyler. Malum, hayat eğlenceden ibaret değil. Biraz eğlenelim. Dai… dai… dai…’
Krupiye kâğıtları dağıtırken, tek bildiğim maksimum bir bahisten kaçınmak. 100 euro hepimiz için ideal sanırım. İlk başta!
Karl çok sevdiği teknesini bahse koydu. Maksimumu bu kadar da, ben ne diyebilirim ki? Motor desem, hayır motor kesinlikle olmaz! Ev zaten kira da, arabayı desem, yok, ucuz şeyler bu adamlar için. Tekne bile ucuz ama adamlar kabul etti. Eğlenmekten kasıtları ne acaba?
1000 euro koydu saygıdeğer Salvatore! Masa nasıl da temizdi hâlbuki biraz önce. Yanımda getirdiğim 30.000 euro, Emily’nin defalarca harcamamı istediği sigorta paramız. Emekliliği düşünüyor kırk yaşına gelmeden. Emily, of! Bacaklarındaki kılları da yeni almıştın.
Lazanya kokuyordu yatın içi. Biz gelmeden yemeklerini de afiyetle yemişlerdi. Ancak giriş miktarı yine de çok yüksekti. Oyuna 1000 euro ile başlamak çılgıncaydı. Ama bu İtalyanlar birkaç euro için oynayacak tiplere benzemiyorlardı.
Salvatore’nin yanındaki küçük boylu, şişman adam pas diyordu. Elinin berbat olması, işaret parmağının masaya yakın olmasını sağlıyordu. Boynumu tutulmuş gibi hissediyordum. İlk elin bitişine yakın, sponsor olan arkadaş, küçük boylu, şişman olan İtalyan’dı. Ağzındaki sigara, damağımı sulandırmaya yetmişti.
Karl’ın yüzü niye böyle? Kızarmış ördeğin kıçı kadar niye iğrenç duruyor ki Karl’ın yüzü? ‘Artıyorum’ diyordu Sayın Salvatore!’ Karl neden 3000 euro parayı pota koymuştu ki? Görmek, görmek miydi acaba gerçekten de?
Karl, en yakın arkadaşlarımdan biri değil miydi? Ama dayanacak gücü kalmamış gibi. Pas dedi ve bu tur elinin berbat olduğunu sigarasını çekişinden anlayabiliyorum. Ama benim iyi bir elim var. Ya da iyi bir elimin olduğunu mu düşünüyordum sadece?
Yeni kart alınca, ciddi olarak artık oyuna dâhil olmak istediğimi fark ettim. Karl pas geçmişti geçmesine, ama benim ne yapmam gerektiğini bilmediğim için canım sıkılıyordu. Karl, elimin iyi oluşu karşısında pas geçecek biri değildi. Teknesini kaybettiği için bu kadar üzgündü. Kazanmasına imkân yoktu. Artık potta bir imkânsızlık hali mevcuttu. Maksimum bahisler için son kez düşünebilirdim. Ama masadan kalkıp gitsem, bu İtalyanların beni vuracaklarına dair nedense aklımdan hiç çıkmayan bir düşünce vardı.
Emily gülüyordu. Bu gülüşünün altında, yapmak istediği şeyle bir bağlantısı vardı. Ancak bu gecenin ardından bir daha benimle beraber olmasını geçtim, yüzüme dahi bakmadan beni mahkemeye vereceğini biliyordum.
Kazağını hızlıca çıkartıp, yanıma sokulduğunda, kutupsal bir soğukluğun tüm vücudumu sardığını hissedebiliyordum.
Kaybettim. Kaybetmiştim. Sabah Emily uyanmadan en az 150.000 euro değerindeki kemanını İtalyanlara vermek zorundaydım.