BİR SU NÖBETİ VE AYI HİKAYESİ
Bir şirin orta anadolu köyünde geçer hikaye.Tarlaların kara saban ile işlendiği zamanlardan kalma bir öyküdür yaşanmış olan ve onyıllar boyu anlatılan.
O zamanlar köylünün evinde iki veya üç çift öküzü var ise işler tıkırındadır. Hem tarlada, hem de hasat zamanı harmanda boğulmaz işlerini görürken.
Zordur toprağı işlemek bu ilkel usullerle. Zaten arazi sert ve taşlıktır. Tarlalar zaman zaman arındırılır içerisindeki taşlardan. Bu sebeple her tarlanın içerisinde sayısız çağıl-taş yığını oluşur zamanla. İşte toprak ile taş ile güreşmek lafı böyle zamanlar ve bu yiğit insanlar içindir.
Cidden cengaverdir bu yörelerin insanları. Yaşamak için toprağın hakkından gelmek gerekir. Satmaya yetmese de yaşamaya yetecek kadar ürün almak icabeder, yırtarak toprağın bağrını. Başarırlar da bu gayret ve azimle. Bu bir savaştır ve hep galip çıkarlar sonunda. Karasaban ile sürülen topraktan verim almak, çiftçinin yüzünü güldürecek verimi temin etmek için sulamak da gerekir tarlayı ekim öncesi ve sonrasında.
İşte o köylerden birinde, o şirin orta anadolu köyünde, köyün yakın civarındaki suyun yanısıra, dağdan da su getirilir, çaya bent kurularak. Sekiz veya dokuz kilometre öteden getirilen su ile mevcut sular takviye edilir ve sezon böylece kurtarılmış olur elbette.
Bu suyun getirilmesi oldukça meşakkatlidir. Gidip bentten suyun köye yönlendirilmesi ile bitmez iş. Ark-su kanalı boyunca gezmek, su kaçağı olan yerleri onarmak ve suyun köye mümkün olan en az zayiat ile gelmesini temin etmek zorundadır insanlar. Bentten suyun kesilmesi ihtimaline karşı da sulama işlemi bitinceye kadar bente yakın bir yerde geceleyerek nöbet tutmak da gerekir.
Bu işler yapılırken gece ve/veya gündüzleri yaşanmış onlarca hikaye anlatılır. Bunlardan kimisi can yakan, üzücü olaylardır. Kimisi ise yıllar boyu anlatılan, anlattıkça aktüel hale gelen ve asla eskimeyen hoş hikayelerdir.
SUSSSSSS.... PIISSSSS..
İşte bu köyden bir amca yeğenin yaşadıklarıdır, anlatıldığında dinleyenleri kahkahalarla güldüren. Belki de gerçekten yaşanmış gerçek bir hayat hikayesidir, kimbilir !!.
Kadir kırkbeş, yeğeni Hasan da ise onaltı yaşındadır ve ikisi birlikte köyün çok uzağında, dağda, yani köye su döndürülen bente yakın bir yerde su nöbeti tutmaktadırlar. Ola ki, birisi bentten köye giden ve araziye akan suyu kestiğinde müdahale edeceklerdir.
Gündüz akşama kadar birkaç kez ark boyu gider gelirler. Karanlık bastırmaya başladığında nöbet için geceleyecekleri yere gelirler. Akşam yemeğini yerler, biraz sohbetten sonra yatıp uyurular. Kamp yerleri açık havadır. Yatarken hava gayet berrak, gökyüzü yıldızlardan yaldır yaldır yanmaktadır. Ay da koskoca bir tepsi gibi karşılarındaki tepenin arkasında yükselmektedir.
Ne kadar uyurlar, bilinmez. Hasan bir tıkırtıya uyanır. Gözünü açar ve şöyle hafiften korkuyla etrafa göz gezdirmeye başlar. Dağın başında yatmaktadırlar. Ortalıkta in-cin top oynamaktadır.
Lakin, Hasan yatarken var olan ve halen üstlerinde- gökyüzünde bulunan ayın ışığının kendi üzerlerine düşmediğini farkeder. İyice baktığında, bakış istikametindeki yıldızlar da görünmemektedir. Kafasına, bir-iki metre mesafede, akşam yatarken orada olmadığından emin bulunduğu bir büyük kaya kütlesi dikilip durmaktadır. Her ikisinin de üzerine bir gölge düşmüş, ancak diğer alanlar yatmadan önceki gibi aydınlıktır.
Hasan kendi kendine yorum yapar ve içinden;
-"İyi ama biz yatarken bir kayanın dibinde değildik ki", der ve birden şeytan çarpmışa döner.
Çünkü dikkatli baktığında bir büyük ayının gelip tam da başuçlarına, kıçının üzerine oturduğunu anlar. Müthiş bir panik yaşamaya başlar. Gece yarısıdır. Kalkıp kaçamaz. Bağırıp çağıramaz. Donup kalır. Kısa bir duraksamadan sonra esasında uyuyormuş numarasına devam ederken, yanında yatan amcası Kadir’ e, ayıya fark ettirmemeye de çalışarak
- "Emmiiii...emmii...." diye iniler gibi inceden seslenmeye ve hafif hafif de dürterek uyandırmaya çalışır.
Bir zaman sonra Kadir uyanır ve o da bir şeyler olduğunu anladığından, alçak sesle Hasan’a seslenir;
- "Ne var hasan ne oldu ?"
Hasan belli belirsiz bir ses tonu ile
- "Emmii..ayı...emii.. ayı.." der
Kadir kafayı yavaşça Hasan’ın işaret ettiği tarafa çevirir ve ayın önüne koskocaman bir gölgeyi konduran ayı ile yüz yüze gelir. Gözlerini kapatır hemen ayı görmesin, hatta kendisi de ayıyı görmesin hesabı ile !!.
Aman Allahım, ne yapacaklar şimdi. Nasıl çıkacaklar bu korkunç durumun içerisinden.
Büyüklerin anlatımlarından, ayı ile karşılaşıldığında hiç kıpırdamamak, konuşmamak ve hatta ölü gibi yatmak gerektiği hususundaki tembihat gelir aklına.
Kadir de yeğeni Hasan gibi derhal uyku moduna geçer yalandan. Hiç kıpırdamaz. Mum gibi yatmaktadır. Bu arada da Hasan!a ikazda bulunması gerekir. Nasıl yapacaktır..? İşte şöyle... ayının da duyamayacağını düşündüğü bir ses tonu ile
-"Hasaaaannn.. sussss....pıııssss...sussss....pıııssss"
Kadir uykuda vasati nefes alıp verirken, araya da Hasan’a talimatlarını sıkıştırmaya devam etmektedir, ayıya çaktırmadan.
-"Hasaaann.. sussss....pıııssss...sussss....pıııssss"
Eee can tatlı, Hasan da dinler onu. Hiç kıpırdamaz. Nefesini dahi hissettirmez ayıya, gözlerini sıkı sıkya kapatırken. Gözlerini kapattığında ayının da kendisini göremeyeceğini ümit ederek elbette :):):)))
Ayı onlara bakar, onlar ayıya bakamaz. Bakmak ne kelime gözlerini dahi açamazlar artık. İçlerinde kopan fırtına dağı taşı yıkıp geçmektedir. Ve bir de alev düşmüştür ki her ikisinin düşüncelerinin içine.. vay başımıza gelenler. Aha saldırdı, aha saldıracak. Her an bir darbe beklemektedirler ayıdan.
Durum bir zaman böyle devam eder. Ayı bakar ki bunlarda hiç hareket yok, biraz homurdanır, biraz sağa sola sallanır. Sonunda kalkıp gider bizimkilerin yanından.
Kadir ve Hasan ayının makul bir mesafeye kadar uzaklaşmasına kadar kıpırdamazlar çakıldıkları yerden. Ayı ay ışığında gözden kaybolduğunda, analarından doğmuş kadar bir hayat edinirler yeniden.
Ayağa kalkarlar. Birbirlerine bakarken Hasan’ ın gözü amcası Kadir’in muhtemelen korkudan ıslattığı pantolonunun önüne ilişir. Bir telaş seslenir Hasan ;
- "Emmi ne yaptııınn... nedir bu haall... " diye sorar
Kadir yeğeninin karşısında mahcubiyetini gizlemeye çalışsa da başaramaz. Bununla birlikte onu tehdit etmekten de geri durmaz.
- "Ulan bana bak. Bu durumu köyden veya evden birisine anlatırsan senin canına okurum," der demez
Hasan;
- "Emmiii.... ben senden de beterim, kime ne söyleyebilirim," diye sızlanır.
İşte hal böyledir, köy yerinde.
Tehlike vardır hemen yanı başında.
Zorluklar vardır hayatın her anında.
Şimdi tatlı bir anı olarak anlatılsa da içinde yaşayanlar için “insan ekmeğinin kölesidir” sözünün en geçerli olduğu yerlerdir, köyler ve köydeki çalışma hayatı.
Çünkü yaşamak lazımdır. Yaşamak için geceyi gündüze katıp taş ile güreşmek vazifedir. Çoluk çocuğun, bir başkasının çocuğunun yediği bir dürüm ekmek içindeki katığa imrenmesinin önüne geçmek bir haysiyet meselesidir.
O zamanlar hal böyleydi. Üretici idi küçük büyük tüm insanlar.
Ya şimdi..!?
Gerçekten üretmeye, değer yaratmaya gayret eden birkaç isim dışında şimdilerde heryerde köy halkı yan gelip yatmakta, soğuk su kenarlarındaki gölgenin koyu olduğu, söğüt ağaçlarının altında.
Bir tüketim toplumu anlayışı almış başını gidiyor.
Tarım, yok.
Hayvancılık, bitmiş.
Bir bostanı dahi günü gününe üretip yiyebilenlerin sayısı bir elin beş parmağı kadar az.
Sınırlı alanlarda bahçe ve son zamanların modası olan ceviz ağacı dikimi var işe yarayan. O da hevesle yapan birkaç kişi.. dönüp ona bakmayan da bir hayli.
İnsanların gözü kasabadan gelecek manav veya bakkal arabasını gözler, ihtiyaçlarını karşılamak adına.
Çocukluğumuzda yılda bir kere gördüğümüz, bulduğumuzda da köy ekmeğine katık yaptığımız şehir ekmeğinden daha da ötesini yiyor artık köylüler.
Şehirde ne var, köyde fazlası var.
Bir sosyete, bir sosyete!!!!!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.