- 602 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Put kırıcı aşklar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
‘Parmakların sigara kokuyor dedi’ kadın. Oturduk.
Annemi düşündüm. Ağlamak istedim. Sırtımın hangi yüzünde sevincimi kaybettiğimi hatırlamaya çalışırken, vakit geçti. Geç oldu. Vakit hep geç oluyordu, geç kalıyordum. Birileri hep geç kalmalı diye, geç kalıyordu vakit.
Kadın umursamaz değildi. Boynunun kıvrımlarından aşağı uygar bir medeniyet sözü veren tarihi anımsatıyordu beyazlığı. Ben beyaz olamazdım, griydim. Bir şey demek istiyordu, titriyordu dudakları. Saçlarıma bağlı aklım, heyula bir yadırganmışlık hissetti. Yanıyordu saçları kulaklarımda. ‘Gözyaşlarım camdandı’ dedi kadın. ‘Hep camdandı’
Meraklı bir tokluk belirtisi gösterdi hafızam. Ezilip, büzülüp, sahip olamayacağımız bir şeyin nasılda deforme olabileceğine göz gezdiriyorduk. Parmaklarını görmüştüm önceden. Bir harbin ortasında, mermilerin feryat olukları açtığı kahverengi boyalı bir evin içinden piyano sesi geliyordu. Tanıdık bir melodi olmadığını anlamaya başladığımda, yaş akıtınca, yaşlanan yüzler geçirdim gözlerimden. Kadın nasıl kahverengiydi ve nasıl uzak! Porselen bir umut dişlerimin arasında sıkışıp, kalmıştı.
‘Tak’ diye ses gelmeyince, rahatladım. Bu ilk ısırığım değildi kendime ve kendi hüznüme dalışımın bir apartman dairesinde yaşanan en stresli hayatının ihaneti gibiydi ellerime.
Kadın gülmüyordu. Bir şarkıydı sanki küçülmeye başlayan dişleri:’ Güller soldu yüzümde, dargınım ben kaderime…’ Dalgınlığı yirmilik bir baş dönmesinin figanını çekiyordu.
Kitap gibiydi yüreği. Başımı yasladım hafiften ve numarasız sayfalardan birinde ikimizde nefesimizi tutmuştuk. ‘Senin yüreğin saydam olmalı, karşıdaki sende kendini bulmalı, ama asla sen de boğulmamalı!’ Unutma asla hatalı değilsindir. Yaşamının senin açısından, senin kötü hissetmeni isteyen kötüleri vardır. Ancak yalnız kaldığında, düşünmeye başlarsın: ‘Nerede benim kötülerim?’ Cam gibi olduğun için aslında yücesindir. Yüce, değerli olmanın en idrak edilmek gereken yanı! Altın kadar değerli de olabilir bir varlık, ancak altında kan vardır. Kralların, padişahların gücüdür, parasıdır altın. Değerlidir icat edildiğinden bu yana ve değeri yüzünden pek çok can katledilmiştir. Cam öyle değildir. İyi olduğun için mi kırılmışındır, yoksa kötü olduğun için m? İyi veya kötü ne kadar tanımlanır ki? Sadece sembol olabilse insan, böyle bir tanımlama için kıstaslar açısından değere alınabilirdi, ama öyle değil! Yansıtıyorsun, berraklaşmaya başladığın anda, gerçeğin kırbaçları acıtıyor. İyi olduğun için mi yoksa kırılman gerektiği için mi hep kırılmışındır. Kötüler kırılmaz mı?
Yangın yerinde hiçbir siren sesi yoktu, alkışlıyordu mahalle. Çocuğum yoktu, çocuklar yapmıştım eski savaşlardan. Uçamayacağımı bildiğim hayatın rüyalarında babamı anımsıyordum. Ağlamak istemedim bu sefer. Babalar her zaman annelere göre daha şanslı olduklarını bilmiyorlardı sanırım. Çocuğum yoktu benim. Babalar bu dünyada daha şanslıydı annelere göre. Anneler ölmek için doğum sancısı çekiyorlardı. Babalar yaşatmak için. Ama yaşatanın hikâyesi bir süreçten ibaretti. Doğarken, ölüyordu herkes. Bilinmeyen bir gerçeğe sürükleniyordu sürünmeli akıl bahanelerim. Eski fotoğraflar kadar, çocuğum vardı. Aklımın bir kenarında birkaç yazımlık hatası olan o fotoğrafların yaşandığı günler mi güzeldi, yoksa o günlerin bir daha gelmeyeceğini bilmek mi daha güzel yapıyordu hatır aralarımı. Kadın hatır koyuyordu. Çekebileceğimiz mağaramız yoktu. Çekilip, çekinmeyeceğimiz mağaramızı öldürmüştü çocuklarım. Çocuklarından korkan bir babaydım! Ne kadar da talihsizdim!
Ceketimin iç cebinde son bir sigara olmalıydı. Söndürmek üzere gözlerimize bakıyorduk son defa. Tartışıyordu kirpiklerimiz. Daha erkendi. En olunmaz dakikada, çoğalıyordu şayetler. Kalabalıklaşan yalnızlıklarımız arasında en tenha yeri seçebiliriz diyordu onun kirpikleri. Ben karşıdan karşıya geçen bir köpek kadar imtiyazsız bekliyordum ışıkları. Fark etmiyordu. Toktum. Uyuyabilirdim.
Hint ezgisine western sürmeleri çeken gece, ses çıkartmayınca, daha sessiz olabildiğini kanıtlar gibi gözlerimiz yığıyordu ateşin ortasına.
Son sigarayı beraber içiyorduk. Göğsünün ucuna değmek üzere kaçırılan bir kül yığınını azat ediyorduk tüm felsefi akımlara. Kahverengi yıkanan, kirletilmiş bir ağrıyı yıkamak için bekleyen ellerini sorgulamıyordum bu sefer.
Vakit yine geç olmuştu, kalan bizdik. Geçen her saniye harami gibiydi. Karşımızda serapların varlığına sebep olan bizler, geçmişi ne çabuk unutuyorduk! Her saniye yığılıyordu yüreğimizin bir köşesine. Metan gazı yağmurlarına gebe, her bir parçanın bizden kopup gideceği anı beklerken, ellerini açıp, sarılırken, ‘bize ne kalacak bu hayattan’ diye sömürülmüş acılarını söndürüyordu omzumun Mariana’sında.
Aynı mabedin içerisinde yücelttiğimiz putu kırmadan önce kadın, merak ettiğin sayfanın devam eden cümlelerini dudağına inen cemreyle gözlerime akıtıyordu.‘…Yağmur oysa herkese yağarken, kötülerinde elbette kırılacak bir camı olduğunu biliyorduk! Ama her cam, daima görmek istediğimiz şeyleri bize gösteremeyebiliyor ve iyilerimizi, bir anda kötü yapabiliyoruz. Başkasının yüreğinden ziyade, kendi camımızın içine biraz da bakmak daha iyi olurdu. Kir, leke illa ki cam da veya dışarıda olması gerekmiyor.’
Ve İsa (s.a) geleceği gün, havarilerine İbrahim’den (s.a.) sonra bizim de putları gönül kabesinde nasıl yıktığımızı anlatabileceği hayaliyle uyuduk.
...
YORUMLAR
bir canın telaşındayken ne kırılgandır cam ve ne iyidir ne de kötü. yalnız bir sessizliği muhafaza eder geçirgenliğinde. nefesleri sayar saydamlığı. lodosları tutarsın ellerin kesilirken camın yüceliğinde. daha asildir aynadan, yansıtmaz hiçbir yalanı. yalansız gösterir kaderin boğumlarını.
her zaman güzel camla ilgili anlatımlar. tebrikler üstad.