İnsanı Kamil / den inciler(Abdulkerim Ceyli)-1
İnsanı Kamil / den inciler(Abdulkerim Ceyli)-1
İnsanı Kamil
Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için, en yüce refikine ileten ola.
Ama ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi.
Şimdi iyi dinle;
İnsanın;
Kemal derecesine erip ergin bir kimse olması;
ALLAH’ı bilmesine bağlı olduğuna göre.
Keza insanın fazileti;
Cinsi izinde, onun kapsadığı manadan kazancı kadar olacağına göre.
Evet. Böyle olacağına göre;
Marifet duygularının elde edilmesi gerekir.
Tahkik sonunda elde edileceği kesin olan marifet duygularına gelince;
İlahi bir ilhama ve onun vereceği başarıya bağlıdır.
Fakat. Fakat.
Orası bir başka bölgedir ki, manasını şu âyet-i kerimenin derinliğinde bulur;
- "Emniyet telkin eden, saygıdeğer bir yerdir.
İnsanlar onun çevresinden uzaklaştırılır." (29/68)
Amma neyle?
Evet, neyle uzaklaştırılır?
Şununla;
Bir sürü engeller ve oyalayıcı şeylerle.
Sonra oranın hali yerleri, sahilleri;
Bir sürü kaya ve kaydırmacılarla doludur.
Denizlerine gelince; Helak ve boğulmacalarla doludur.
Bu arada onun yolu;
İnce bir kıldan daha incedir.
Keskinliğine gelince; Keskin bir kılıçtan da keskindir.
Durum anlatıldığı gibi olunca;
Yolcunun böyle bir yolda yürüyebilmesi,ama tam olarak,dürüst bir şekilde imkânsız gibidir..
Durum yukarıda arz edildiği gibi olunca, ister istemez sorulacak;
- Pekâlâ.
O halde bu yola nasıl girilecek?
Nasıl yürünecek?
Ve düşüneceksiniz değil mi?
Nitekim ben de düşündüm.
Düşündüm ve bir kitap yazdım.
Öyle bir kitap ki; Hakikat güneşi gibi parlak;
Açık, belli bir işleme tabi tutulan ve tam bir tetkik mahsulü.
Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için, en yüce refikine ileten ola..
Amma, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..
Emelim o ki;
Bu kitap, bu yolları taleb edenler için, şefkatli bir kardeş gibi olacaktır..
Evet..
Böyle olması icab eder ki;
Issız vahalarda, kimsesiz kaldığı zaman, onunla ünsiyet edebile..
Onun gizli talimgâhına gire, başını onun sinesine yaslayıp kala..
Onun irfan duygusu aşılayan aydınlığı ile, sönük köşesini, bilinmeyen karanlıklarını aydınlatmaya baka..
Bu işin başka çaresi yoktur..
Sebebine gelince;
Artık müridlerin kalb semalarındaki cezbe güneşleri kalmadı..
Yolcuların felek semalarında, mehtap safaları getiren dolunay kalmadı..
Bu yolu kasd edenlerin himmet bağlarındaki azimet yıldızları battı..
İşte.. Anlatılan manâların bir icabıdır ki;
O âlemin denizinde yüzenlerin kurtulma ümidi azaldı..
Onun sahillerinde gezenler için de, necat ümidi pek kalmadı..
Neden böyledir?
Hepsi nasıl anlatılsın?.
Anlatılamaz; zira:
Anlatılanlar dışında menziller var yücesine;
Önemlileri: Sarmıştır dehşetler büyücesine..
Kılıçlar var ki, beyaz beyaz yeşil yeşil;
Mızraklar sanki zulüm yüklenmiştir güçlücesine..
İşbu halet içinde kitabı tamamladım:
Açık bir keşif üzerine..
Ve..
ondaki meseleleri güçlendirdim;
Sağlam kaynaktan gelen haberlerle..
Ve ona bir isim verdim; EL-İNSAN’ÜL-KÂMİL Fİ MARİFETİL-EVAHİRİ VEL-EVAİL.
(EVVELLERİ VE AHİRLERİ BİLMEKTE İNSAN-I KÂMİL.)
Bu eseri yazarken ve yazdıktan sonra, bazı haller geçirdim ki:
Onları da burada anlatmak isterim..
Bu eserin telifine başladım..
Bazı beyanlar ve tarifler yapıyordum..
Bunları yaparken, hatırıma gelen şu oldu:
Bu işi bırakayım..
Bunlar birer birer tahkik gerektiren meseleler olması hasebiyle, saygı göstermek istedim..
Tetkik sonunda, bana ihsan edilenin yayımını azaltmak diledim..
İşbu düşünce iledir ki:
Eseri parçalamak istedim.
Bütün gayretimi bu yola verdim.
Başladım onu darmadağın etmeye.
Bütün bölümlerini dağıttım.
Bu bahsi kapadım.
Birbirinden ayırdım; Pare pare ettim.
Hiç bir işe yaramaz hale getirdim.
Bundan sonradır ki;
Onun güneşi battı; gitti.
Onun güzel yüzüne perde çekildi.
Unutulup giden bir şey oldu.
Yaramaz.. hiç bir işe yaramaz saydım.
Bir zaman sonra, işin rengi değişti..
Bir hayır olarak ortaya çıktı..
Böyle yazılıp dururken bir hayır oluşu ortaya çıktı..
Şu ayet-i kerimeyi okudum;
- "İnsan üzerinden öyle bir zaman geçti ki;
O zamanda o, anılan bir şey değildi.." (76/1)
Sanki yoktur hacun ile safa arası;
Ne Mekkede yoldaşı ne seyir safası..
İşte; bütün bu istihalelerden, değişen hallerden sonra..
Cenab-ı Hak bana, bu eserin açıklanması emrini verdi..
Açıktan anlatılması gereken bölümleri ile, kapalı ifade edilmesi gereken kısımları aydınlattı..
Ayrıca umûmi bir fayda sağlayacağı yönünden vaadde de bulundu..
Aldığım emirlerle vaadler, uyulması icap eden çeşittendi..
Bu sebepledir ki;
Baş üstüne..
Deyip, eserin, yeni şekli ile telifine hemen başladım..
Anlatıldığı şekilde de, Cenab-ı Hakka tevekkül eyledim..
Evet..
işte ben;
Onun ezeli olan kocaman kadehi ile içirmekteyim..
Ama ALİM ismi kâsesine dalıp çıkararaktan..
Ama kimlere?.
Haliyle herkese değil..
iman ve teslim ehli olup, bu şarabı içmeye ve sindirmeye güçlü olanlara..
Bu, öyle bir şaraptır ki;
İkram sahibi olan candan gelir; emilircesine de içilir..
Bu öyle bir şaraptır ki;
Yoku da varı da sarhoş eder..
Bir geçmiş ki, bıraktı güneşi, karanlık geceyi;
SÜHA belirdi, sabah aydınlandı çöz bilmeceyi..
Soyun bu vasıflardan latif bir şemaile bürün;
Ama şümullü bil, zamandaki ince kesmeceyi..
Kadehten geçersen taa, yüce menbaına kadar;
Dönersin, döndükçe zaman, öğrenirsin zemzemceyi..
Ve, niceleri bağlandı kaldı süslü atkısında;
Bağlar ALLAH’ın mülküdür emr gösterir en yüceyi..
Nice fakir vardır ki, sözü kendini kul eyledi;
Başladı varda yokken, öğrendi ilerlemeceyi..
Nice cahil vardır ki, kokuları onlara vardı;
Ve.. haber verdiler hem iblisceyi, hem ademceyi..
Nice susanlar vardır ki, dinledim haberlerini;
Arşta izzet ikram gördüler ondan yücelmeceyi..
Onun kadehinin gözüne bir kez nazar eylesen;
Yapmazsın artık bilmediğine sürme çekmeceyi..
Bu bir nur güneş sayılır, belki de gece zulmeti;
Bir yüce hayrettir ki, öğrenirsin çekişmeceyi..
Bir nurdur ama ona göz yok, ona bir ışık da yok;
Bir güzel var, yüz yok, yüz vardır neyler öpülmeceyi..
Bir burun var, koku yok ve bir kokudur ki yayılmaz;
Bir şarap.. Yok bardağı ve bulmuş mühürlenmeceyi..
Ey yakınlar, tutunuz onun yüce kadehlerinden;
Emniyet emelleridir, yücel gör büyümeceyi..
ALLAH için, yüce şanı hakkına ihmal etmeyin;
Ne tad.. Onu bırakan görür nedamet etmeceyi..
Nolurdu ondan tad alanlar kardeşim olsalardı;
Selâmım onlara.. Selâm bilir teslim etmeceyi..
Rahman ve rahim olan ALLAH adı ile başlarım..
Hamd.. Tek olan ALLAH’a mahsustur..
Salât ve selâm; Kendisinden sonra bir peygamber gelmeyecek olan büyük Resûle..
Bu eserin meydana gelmesinden beklenen; Cenab-ı Hakkın marifeti olduğuna göre; Bize düşen, mukaddes ve yüce olan Cenab-ı Hak üzerine konuşmak olacaktır..
Ama önce onun isimleri yönünden gideceğiz.. Çünkü; Ona delil olan isimleridir..
Daha sonra vasıfları cihetine yöneleceğiz.. Çünkü; Zat-ı İlâhi’nin kemâl derecesi çeşitleri oradadır..
Kaldı ki; Cenab-ı Hakka has mahallerde, ilk zahir olan sıfatlarıdır. Zuhurlarda, sıfattan sonra, ancak zat gelir..
Bu itibarla: Mertebe cihetinden; sıfatlar, isimlerden daha yüksektir..
Zat üzerine sarf edeceğimiz kelâmı; Esma ve sıfatlardan sonraya bırakacağız.
Haliyle bu bölümdeki konuşmamız, bu aleme has olan ibarelerin tahammülü kadar olacaktır..
Durum böyle olunca; Konuşmalarda sofiyenin kullanmakta olduğu kelâm derecesine inmemiz gerekli olacaktır..
Bu arada bazı açıklamalar da yapacağız.. Haliyle; Lüzumlu olduğu ve ihtiyaç duyulduğu yerlerde.. Ta ki; Bakıp okuyana kolay anlama durumu hâsıl ola..
Bazı sırlara karşı da açıklayacağız.. Ki onlar, İlmi; Kitaba yerleştiren zatın yazmadığı meseleler olacaktır..
Ki onlar; Yüce Hakkı bilip anlama ile ilgili işlerdir.. Mülk ve melekût alemini anlamaya yarayan mevzulardır..
Bütün bunları anlatmaya çalışacağız.. Ama: Mevcud olan işaretli ifadelerle.. Bağlı remizleri nükteleri ancak bu yoldan bileceğiz..
Bu arada isleyeceğimiz yol; Saklamakla, açmak arası bir ifade tarzı olacaktır..
Bu haller içinde bir tercüman olacağız ki; Bazan yıkıp dağıtmak, bazan da yapıp onarmak durumu meydana çıkacaktır..
Ta ki; Düşünce gücünü kendinde bulan, tam manası ile düşünebilsin..
Anlatılan manâlar arasında öyleleri vardır ki; Ancak kapalı bir ifade, ya da geniş manâlı bir işaretle anlatılabilir..
Böyle anlatılması gereken bir şey; Eğer açık bir şekilde anlatılacak olursa.. zihin kayar.. Esas mahallinden ayrılır; başka bir yöne gider..
Bu ise.. beklenen hasılatı getirmez.. Öyle ki; Arananın bulunması imkânsız hale gelir..
Bu durumİ İnce bir iştir.. Çoğu kez vukubulur..
Bu manâyı, -Nuh’un gemisi anlatılırken geçen- şu âyet-i kerime ile, daha iyi anlatabiliriz;
- “Onu levhalar ve çivilerle yapılmışa yükledik..” (54/13)
Görülüyor ki; Burada gemiden söz edilmiyor.. Ve o, Nuh’u yüklenen, aslında; Levhalarla, çivilerle yapılan değildir.. O halde neyle?. Düşün..
Böyle olsaydı;
- Levhalarla, çivilerle yapılan gemiye yükledik..
Şeklinde bir ifade tarzı tercih edilirdi..
Şunu da bildirmem gerekir ki; Bu kitaba, Kur’an ve Resulullah S.A. efendimizin sünneti ile teyid edilmeyen hiç bir şeyi almadım..
İş, anlatıldığı gibi olunca; Bu esere bakıp okuyandan bir dileğim var; Şayet, Kur’an’ı Kerim, veya Hadis-i Şerif dışında bir sözümü görürse.. onunla amel etmeyi bıraksın.. Ve, o sözün, benim kasdım olmadığına, âyet-i kerime ve hadis-i şerifin manâ mefhumu içinde olduğuna inanıp teslim olsun; inkâr etmesin..
Ta, ALLAH-ü Teâlâ, o manâ yolunda kendisine bir kapı açıncaya kadar..
Burada inkâr yoluna sapmamanın ve teslim olmanın faydası şudur, O anlamadığı bir şeyi anlama bereketinden mahrum kalmaz.. Şimdi anlayamadığını, belki de az zaman sonra anlar..
Sebebine gelince; Bizim bu bilgilerimizden bir şeyi inkâr eden kimse, onun aslını bilmekten yana mahrum kalır..
İşbu mahrumiyeti ise; İnkârı devam ettiği süre sürer.. Daha öteye geçemez..
Başka yolu yoktur..
Sonra, Onun vuslat tadı; Bu inkârı sebebi iel, ondan kesin olarak tamamen gider.. Hem de; İlk inkârı anında..
O kadar ki; Onu için artık iman ve teslim babında başka bir yol da kalmaz..
Burada önemli bir husus açıklamak isterim..
Bilesin ki; Hangi ilim olursa olsun; onu, âyet ve hadis teyid etmiyorsa.. O bir delâlettir.
Belki de hiç bir şey değildir..
Belki de öyle bir şey yoktur..
Ncak bu durum; Senin o manâyı değerlendiren, âyet ve hadisi bulamadığın için meydana gelmez..
Hemen her ilmin ; kendi özünde, âyet ve hadisle teyid edilmiş olması bir gerçektir.. Ancak seni o ilmi anlamaktan alıkoyan, istidadının azlığıdır.. Bu halin, o ilmi anlamana engel olur..
O ilmi, kendi gücünle almaya, onunla nimetlenmeye kalkarsın.. Ne var ki, böyle bir şeye; asla gücün yetmeyecektir..
Bu halini anlamadığın için, sanırsın ki; O ilmî konu, âyet ve hadise aykırıdır..
Şimdi sana bir tavsiye:
Böyle bir halle karşılaşırsan, teslim bayrağını çekmelisin.. asla, inkâr yoluna sapmamalısın..
Taa, yüce ALLAH elinden tutup seni, o ilmi anlayış makamına çıkarıncaya kadar..
Zira bu ilim; Bir varidattır.. Geliştir.. Ama; Sence yapılan bir şey olmadan..
Sana faydalı olacağı cihetiyle, aşağıda anlatılanları iyi dinle..
Zira bu anlatılanlar, ilmin geliş yollarını gösterecektir..
Sana gelecek ilmi varidat, şu üç yönün dışında değildir..
BİRİNCİ YÖN:
Bu, bir mükâlemedir. Karşılıklı konuşma manasına..
Bu, senin kalbine gelir.. Fakat Rabbanî ve melekî bir ihtarla. İlâhi bir anı ile.. Ondan gelen bir tahrikle.
Böyle bir halin reddine, yollar kapalıdır. Keza inkârı da imkânsızdır.
Çünkü Cenab-ı Hakk’ın, kulları ile konuşması, onlara yaptığı ihbarlar zatına has bir şekilde kabul edilmek zorundadır.. Böyle bir hali defetmeye, kabul etmemeye, hiç bir yaratılmışın gücü yetmez,ama hiç bir zaman..
Ancak, zihne gelen her kelâmı bu manaya almamak veya;
- Bu ALLAH kelâmıdır.
Dememek için, alâmetlerini, işaretlerini bilmek icab eder.
O alâmetleri bildikten sonra: Duyan, mecburi bir şekilde anlar ve;
- Bu yüce ALLAH’ın kelâmıdır..
Der..
Meselâ O kelâmı duyan, her yanı ile duyar. Tepeden tırnağa kadar, Hiç bir şekilde o duyduğunu belli bir yöne bağlayamaz.
Bir yönden duyup, diğer yönden duymamak olmaz..
Tek yönden duyulursa; Onun; ALLAH kelâmı olması imkânsız olur. Çünkü o; Bir yöne mahsus oluyor, başka yöne geçemiyor..
Görmüyor musun; Musa a.s. kendisine gelen hitabı ağaçtan dinledi. Ağacı dinlemedi. O sesi hiç bir yöne bağlamadı. Ağaca da bağlamadı. Çünkü ağaç bir cihettir. Yöndür..
Evet.. Rabbani ihtarın durumu budur.
Melekî ihtara gelince.. Kabûl yönünden Rabbanî olana yakındır..
Birincisi kadar kuvveti haiz değildir.. Ancak, kabul edilmesi itibari yönünden zaruridir..
Bu sırf Cenab-ı Hak’la mûkâleme değildir. Demek oluyor ki; Varidat yolundan, Cenab-ı Hak’la vasıtasız bir konuşma değildir.
Buna, yüca Hakk’ın tecellileri de karışır.
Özetleyelim; Her ne zaman ki, Cenab-ı Hakk’ın nurlarından bir kırıntı kula tecelli oldu.. Kul; İlk anda bir ilim sahibi olur.. Anlar ki; O bildiği, Cenab-ı Hakk’ın bir nurudur.
Bu tecelliler değişmez.. Zata ait oluşu, sıfata ait oluşu, bilgiye ait oluşu hiç bir şey değiştirmez.. Hatta, aynı oluşu bile ayrı bir manâ taşımaz..
Hepsi odur..
Durum böyle olunca; Her ne zaman sana bir tecelli gelirse.. Ve sen de; Onu ilk anda Cenab-ı Hakk’ın nuru bilirsen.. amma sıfatının nuru, amma zatının nuru.. İşte tecelli odur.
Anla..
Zira bu öyle bir ummandır ki, sahili yoktur.
Anlatılan makamın altında bir de ilham vardır.. Bunun durumunu da biraz açıklamak icab eder..
İlham, daha ziyade işin başında olanlar içindir..
Bir müptedinin, henüz işin başında olanın, ilhamla amel etmesi, ancak ayet veya hadise dayandıktan sonra olur.
Âyet ve hadiste şahitleri bulunursa. İlâhi bir ilham vasfını alır.
Âyet ve hadiste onu teyid eden bir mana olmadığı takdirde; İnkâr etmeden durmak, beklemek lâzımdır.. Daha önce de izah edildiği gibi..
Burada, durmanın faydası; Şeytanî bir şey olup olmadığını tam olarak tesbir edebilmektir.
Öyle ya; Şeytan müptedi olanın, henüz işin başında duranın kalbine bir şey atar ve onun ilham olduğunu anlatmaya çalışır.
Durup düşünmek gerekir ki; Böyle bir şey olup olmadığı sezile.
Bu arada tam ve katıksız bir yönelişle, ALLAH-ü Teâlâya yönelmek icab eder..
Usulüne edebine, erkânına göre, ona tutunmak gerekir..
Taki; O âyet ve hadisle teyid edilemeyenin ne olduğunu Cenab-ı Hakk kendisine bildire..
İKİNCİ YÖN :
İlim alışın, bu yöndeki durumuna gelince..
Bu da, ehl-i sünnet ve onlara mensup olanların dilinden dökülen ilimdir..
Bu çeşitten bir ilmin de, âyet ve hadiste şahidini ve delilini bulursan; ondan murad ne ise, odur.. Daha ötesini aramamak icab eder.. Ters bir durum meydana çıktığı takdirde kendini ondan çekmen gerek..
O beyan edilen şeye mutlaka iman etmesi imkânsız olanlar arasına gir.. Zaten başka türlü de olmaz.. Sebebi de; Akıl nurunun, iman nuruna galebe çalmış olmasıdır..
Burada da izleyeceğin yol; İlham meselesinde izleyeceğin yoldur..
Durup beklemekle, teslim olmak arası bir yola gir..
www.bilgininefendisi.net Alıntı
ÜÇÜNCÜ YÖN:
Bu derecedeki ilim, mutlak bir ilimdir. Belli bir ciheti ve belli, sabit bir durumu yoktur.
Hem kabul edilebilir; hem de kabul edilmez. İlle de kabul edilecek diye bir zorlama yoktur. Kabul etmemek de böyle.
İşbu şekilde gelen ilim çeşidi; Mezhep dışı kalan, bidat ehli arasına katılan kimselerden sadir olan ilimdir.
Aslında, bu çeşitten ilimler; atılmıştır. Makbul sayılmazlar.
Ancak; Zirek, keskin akıllı bir kimse, keskin olarak, bütün çeşidi ile onları inkâr etmez.. Ama her çeşidi ile.
O, eşit ilimlerin; Kitap ve sünnete uyna kısımlsrını kabul eder, kitap ve sünnete uymayan kısımlarını da reddeder. Ame her çeşidi ile.
Onların da, hemen hepsi kıble ehli sayılır. Aralarında, ittifak halinde belirtilen meseleler azdır. İster Kur’an’dan olsun; isterse hadisten. Onlar, bir yönü ile kabul edilir, bir yönü ile de kabul edilmez. Onların ihtilaflarına konu olan meseleler, karşılıklıdır. Bir manayı bazan ikinci bir mana gibi göstermeye benzer.. Bu çeşitten meseleler, âyetlerde de gelir; hadislerde de.
Bunlardan bir tanesi, HİDAYET işidir ki, şu âyet-i kerimelerle tesbit edilir;
- “Sen sevdiğini HİDAYET’e erdiremezsin. Lâkin ALLAH dilediğini HİDAYET’e erdirir.” (28/56)
- “Gerçekten sen; Doğru yola HİDAYET edersin.” (43/52)
Görülüyor ki, bu âyet-i kerimelerde, hidayet iki şekilde anlatılıyor.
Onlardaki fikir çeşidi de bundan doğuyor.
Bir tanesi de;
- ÖNCE YARATTI.
Meselesidir. Bullar da şu hadis-i şeriflerin manalarında görülür;
- “ALLAH aklı önce yarattı..”
- “ALLAH kalemi önce yarattı..”
- “Ya Cabir, ALLAH önce Peygamberinin nurunu yarattı..”
İşbu hadis-s şerifler de, ayrı ayrı düşüncelere, HİDAYET meselesi gibi yol açıyor.
Bütün düşünceler bir yana; biz kendi düşüncemize bir yön vermeliyiz. Hiç birini inkâr etmeden, en güzel şekle büründürmeliyiz. Eksiksiz, tam ve umuma yarar bir şekilde.
İşi bu açıdan ele aldığımız zaman, anlattığımız gibi umuma yarar bir mana olursa kabul ederiz. Ama öbürünü de reddetmeyiz.
HİDAYET için, işimize yarayan şu fikir vardır;
- Resulullah s.a. efendimizin elinde olmadığı anlatılan HİDAYET, ancak ALLAH’ın zatına olan HİDAYET’tir..
Resulullah s.a. efendimizin elinde olan HİDAYET’e gelince, bu da Cenab-ı Hakk’a ulaştıran yola HİDAYET’tir..
Yukarıda anlatılan üç hadis-s şerif için ise, şu mana verilmiştir;
- Bunlardan tek şey murad edilmiştir.. Ancak, nisbet edildikleri makama göre, ayrı ayrı sayılmıştır..
Tıpkı mirac işindeki; ESVED, LAMİ, BÜRAK gibi.. Bunların üçü de birdir ve adı HİBR’dir..
Bütün bu anlatılanlar, bir mesele idi.. Ve bunları bir MUKADDİME ile sana sunuyorum..
Hemen hepsini; Seni, mahcupların düştüğü vartadan çıkarmak için yazdım..
Demek istiyorum ki;
- Çok yüzler arasından sıyrılıp tek yüzü görebilesin..
...Ve bu kitapta benim dilimden dökülen, yüce ALLAH’ın yürüttüklerine marifet hali ile ersin..
... Ve böylece.. Hak erleri derecesine çıkasın..
Çıkasın.. Çıkasın ki; Bundan sonra anlatılacakları rahatlıkla dinleyesin.. Hele, İŞARET olarak aşağıda anlatılanları..
Ve.. anlayasın..
İşte, o işaretlerden biri.. Dinle.. ama, itirazsız.. Anladığını kabullen.. Kalanını da, sonraya bırak..
Tam anlayabilmek için, özünde bir zemin hazırla..
İşte anlatmaya başlıyorum;
Geçmişle, gelecekle bağlantısı olmayan bir vakt içinde, Cenab-ı Hakk’ın huzurunda olduk.. Şarkın;
- G A R İ B..
Vasfını alan velî zatlarından biri ile..
Samediyet örtüsü ile örtünmüştü..
Ahadiyet izarına sarınmıştı..
Celâl perdesine bürünmüştü..
www.bilgininefendisi.net / Alıntı
Güzellik ve Cemâl tacını da giymişti..
Kemâl dili ile selâmlaştık.. O hal, o kadar güzeldi ki..
Selâmına, merhabasına karşılık verdiğim zaman; Onun mehtap safalı bedrinin üstünden örtüsü kayıp gitti..
Onu bir örnek ve bir numune gibi gördüm.. Evet, öyle müşehade ettim..
Bir varlıktı; ama hükmî idi.. Hükmî idi; ama her şeyi özünde okunan bir kitap fihristi gibi idi.. Her şey özünde bulunan dersler manzumesindeydi..
Güçlü olarak bir farz yoldan girdik işin içine.. Haliyle onunla.. Zira başkası yoktu arada..
Bu arada zimmet gitti; borç köleliği kalmadı.. kalktı..
Bu sefer onun itibar ibresini, kendi ölçümde buldum.. Onun için inciler dizer gibi bir nazım dizdim..
Ve.. İlk anda benden; Herhangi bir şeye muhtac olma bağları çözülüp gitti.. O halimi; şu an mefhumunun inkisar sopası ile yararlı hale getirdim..
Böylece ayar saltanatım tam oldu.. Tam ölçüsünü buldu.. İşte o zaman; Arşın Rabbı bu evde oldu..
İktidar kürsüsünü kurdum.. Onu da, itibar terazisine oturttum..
İşte o zaman; Olduğumu, olacağımı halimi ve gelecek zamanımı ibretle gördüm..
Ama, anlattığım yüceliklerin usulünce.. O kanunlara göre..
İşte benim yolum.. halim.. durumum.. edebim..
İnsanı Kamil /den inciler(Abdulkerim Ceyli)-4
Ben bu halimi hayli gizledim.. Ama ne kadar gizleyebilirdim ki?..
Sonunda; Okkalar, kilolar, batmanlar bitti.. Tartacak bir ağırlık ölçüsü kalmadı.. İşte.. Bu zamana kadar gizleyebildim..
Artık onun ağırlığını tartabilecek bir dirhem kalmadı.. Onun tartacak bir karşı ağırlık bulunmadı..
Düşündüm, taşındım; Ağırlık zaferimi, tetkikte, incelemede buldum.. Ama onu; Tahkik ayarı ile de perkittim.. güçlendirdim.. Sağlama erdirdim..
Sonra ellerimi kına ile boyadım.. Gözümü uyur uyanık bir halle de sürmeledim..
İşte o zaman; Gözümü, esastan tam olarak açtım.. Kilitleri kırdım..
Ve.. O zaman bana;
- Nerede?..
Diye hitab etti.. Ben de;
- Arada..
Şeklinde bir lisanla cevap verdim..
İş bu halden sonradır ki; Aşağıdaki beytleri dile getirdim.. Nefy ile isbat, yokla var arası bir dizi şekline soktum..
Bence gerçek olan o: Yok oldu birdenbire;
Mademki varlık, teşhir edeniyim habire..
Hayal onu, taa uzaktan gördü gerçekten:
Kudret olarak varlık iktidarına göre..
Sen olamazsın kurulan bir duvardan başka;
Haznelerin var o haznedar olduğu süre..
Ben işte şu duvarım o dahi onun için;
Gizli haznedir bilirim gördüğüme göre..
Ve sen onu elinde bir kalıp olarak tut;
O, onun için bir ruhtur, ibretine göre..
ALLAH güzelliğini artırsın, zira oldu;
Yüce ilâhın cemalı meşhur olduğu süre..
Parlaklıkta senden başka kaim olan yoktur;
İşi anla ki, suretlerini seyrin süre..
Yukarıdaki inci dizisi halindeki nazımları duyduktan sonra, halimle hallendi.. Heyecan dalgamdaki mehtabı devre başladı..
Sonra..
evet sonra;
şu nazım beyitleri sıraladı..
Ama hiç bir şeyi ifşa etmeden..
Ama ne güzel ifşa etti..
Haliyle ehline..
Saklı güzellikler dizisi, örtüler de kendinden;
Yılanı ısıranı, sihri dahi görücülerden..
Sarhoşlar tadınca şarap bir hoş surete büründü;
Sarhoşlarla ayan oldu göründü perdelerinden..
Mehtap onun hayaline girdi tamam olup aldı;
Ondaki huylardan her neki bulunmaz gibilerden..
Atlılar merkezinde kınacı nakışların gördü;
Onu yazmayı istedi başladı saç tellerinden..
Kayserin tacını giydi tebaasına uyaraktan;
Oranın mülkünde saltanat aldı çevrelerinden..
Sonra, tümden halkın mülkiyetine de sahip çıktı;
Ne varsa yeşil beyazlardan, kırmızı bitkilerden..
O’nun sayılan tüm güzellikler sahibi bildikçe;
Âmir’in bildiği Leylâ’dakine benzeyenlerden..
Onun özünde saklı duran azizlik hepten çıktı;
İç güzelliğidir neki var belli güzelliklerden..
Onun yukarıdaki tatlı hitabını dinledim;
içindeki kurtuluş ifade eden manayı da anladım..
İşte o andadır ki, olan ve olacak oldu;
bunun üzerine de yemin ettim..
Bu yemin üzerine ahdine vefa gösterdi, dönmedi; bozmadı..
Yeni libasına büründü; eskilerden soyundu..
Ve.. ufuklarda cemalini göstermeye başladı..
Artık onlardan hiç bir şey, onun için olmadı..
Ne ne için olabilirdi.. İkilik mi var ki; Bir şey, bir şey için olsun..
Sonra..
Akılların ve düşüncelerin uzak gördüğü her neki var; hepsi onun bir beyanı, açıklaması babında zuhura geldi..
Sırları ve ruhları onu can evine yaklaştırdı..
Bir bereket geldi ki;
Onun kuşatması için dehşetler saçtı..
Artık olduğu yerde soyundu.. Bir nokta üzerinde mekân tuttu..
Sonra, kuşatma, sarma çemberini uzattıkça uzattı..
Evet, bunları yaptı.. Ta ki, hicap örtüsünü kaldıra..
Ve açıktan açığa bana hitab ede..
Beklenen hitabını yaptı..
Nüzul eyledi..
Bana hitabını sonra yaptı..
Ama kim?..
kendisi ile bulunduğum zat..
— Şark gariplerinden biri.
Demiştim ya..
İşte o..
Amma zahirde o..
Batında anlattığım vasıfların sahibi..
ALLAH rahmet eyleye..
Şöyle söyledi;
Var veya yok, nefyedilen veya bakî kalan benim;
Hissedilen, vehmedilen, yılan ve efsuncu benim;
Benim bağlanan ve çözülen, içilen, hem de sakî:
Hazine, fakir de benim; hallakım, halkım da benim..
Kadehlerimle içme, zira onda tiryak zehirim var;
Başka arama onu bağlamıştır bağlarım benim..
Beni zimmetlerle koruma, dahi ahdimi bozma;
Varlığımı sabit kılma, yok da görme bakî benim..
Ne bana bir yabancı, ne de bana uzanan bir göz yap;
Her neyi ki aynım yaptın; şevklerim kaybettin benim..
Beni gördüklerinde ol, dolu kadehlerimden iç:
Çözme kuşağı belimden, giyme zıd elbisem benim..
De: Şuyum, şu değilim vasıflarımla huylarımla,
Ben, soğuyum, ama şu kalb yanar ateşimle benim..
Susuzluk benimledir, ama ceyhun da boğmam da var;
Yük aynımdır, ama hiç bir yük yoktur boynumda benim..
Ağırdan ağır çekimi hafiflettim hava sakim;
Hayvanat halim anlatır, şevkim şenliğimdir benim..
O, kanatlarda bir kuştur, boyunlarla bir devedir;
Ama ne devedir ne kuş.. geçen işaretim benim..
Ne göz var, ne de görmek gerçek uzanan bir sırrımdır;
Ne ecel var ne ömür, ne de fanim var, bakîm benim..
Yukarıda geçen şiirde bir;
— O...
Var ki, bu;
— HU...
Manâsına gelir..
Bu nedir, şimdi onun üzerinde duracağız..
O;
Bir cevherdir..
Mahiyettir..
Çeşitli yönleri olan, zahirde hiç bir belli yön çizilmeyen öz varlıktır..
İşbu varlığın kendisine ekli iki arazı vardır..
Maddi bir tabirle; Kendisine gelen.. Ya da; Kendisinde bulunan.. iki hâl..
Ve ikinci bir manâ..
O,
Bir zattır..
Özün de özüdür..
Bunun da iki vasfı vardır ki..
aşağıda bu manâlar iç içe anlatılacaktır.. Bulup çıkarmaya bakılmalı..
Biraz tafsile geçelim..Yukarıda bahsi geçen cevherin kimliği;
a) İlimdir.. Bilgidir..
b) Güçtür.. Kuvvettir.. Veya, güçler ve kuvvetler..
(Bizdeki çeşitli kuvvetler, manâsına da gelebilir..)
Belki de;
Alîm ve Hakîm’dir..
Bizzat bilen, bizzat hâkim bir şekilde hükmünü verip sahip olandır..
Anlatılan iki vasıf, ALLAH’ın yüce varlığından ki sıfattır ki; Kuvveler süzgecinden süzülür gelir..
Yani; Duyguların inbiğinden.. Fakat o gelenleri kuvvelerden, kuvveleri de onlardan ayırmak mümkün değildir..
Ayrıca burada KUVAYI: Nebatî, hayvâni nefis, insanî nefis şeklinde almak da mümkündür.. Bunların maddî tabiri: Üçlü bir saç ayağı gibidir..
İşte.. meydana çıkan ilim ve hikmet bu üçlü kuvvet şeklinde çıkar..
*****devam edecek..
Bendeniz de aynı eserin de özünden faydalanarak,gönlümce sarahat sağlamak amacıyla aşağıdaki şiiri terennüm ettim,ondan gelen bir ilhamla.....
Öze /le ÇAĞRI
I.PERDE
Bilesin ki
Allah (cc)
yar ve yardımcın olsun
sıfat ve isimleriyle bilinir
zatı ,bir emirden ibarettir
huzurunda divan dur / eğil
isim ve sıfatlar O’na dayanır
ancak / özdedir
vücut olarak değil
herhangi bir şeyin
varlığıyla dayandığı zat
isim ya da sıfattaki / özdür
özün sıfattan talebi / akıl edip bulsun
zat tabirini kabul eden şey
isterse var / mevcut
ister / Anka olsun
süphan olan
Allah’ın zatı yüce
bir ve tek
kendi nefsiyle kendine yardır
öyle ki
her var ve yok / yalnız onunla vardır
zira o nefsiyle kaimdir
halkı kendi nurundan var etmiş
kimliğinde / özü, isimleri
sıfatları birbirine yar etmiş.
ezelden ebede böyle olunca
O yüce zat;
her surette / suret olup görünmüş
her sıfatta / türlü vasfa bürünmüş.
II.PERDE
sayıya gelmez / kemalleri
hadsizdir / hudutsuzdur
kendi kendine / bürünmüş, perdelenmiş
cüz akıl, küll’ü idrak edemez.
bil ki / bu konuda idrak,
idraksizliği idraktir.
öze miraç olmadan
kul celali bilemez
kemali / kemal bilir
anla ki / Allah’ü tealanın zatı
örtülü / âlemlere perdeli
tekliğinden ibarettir / deriz.
O sultan, aziz olan zat’a
imanı /göz görmeden ederiz
şeyin bilinmesi
anlaşılmasıyla olur
anlaşılmak olunca gaye
şey şeyi münasip,dengiyle
yahut ,kamil zıddıyla bulur.
vayy, böyle iken iş
ne kalır kulun eline
zıt yok ki, zatına denk
kıyas edip, biline
her kuş bu meydanda ötemez
dinleyen hem
izinle
söz söyleyen susar.
fehimler teslim olur / diz çöker.
davalara girişmez
ilim süphan Allaha
zati yönden ilişmez.
III. PERDE
bu böyledir dedi
lütfedip
mukaddes kuş
ve
uçtu yüceler yücesi zat derinliğine
bütünde eksiksiz yüzüp /gezdi.
kainatta kayboldu / göçtü
her zerre’de ve kül’de
müsavi hakikati bulmakla,
ayan beyan açık halde olmakla
isim ve sıfatta araladı perdeyi
bildirdi ki
mutlak / bir vücut gerekli.
ancak
zatiyle asla bilinmez
olsa da olur
olmasa da denilmez.
basiret dediğin şu iş
tendeki bu gözedir
bir yitirilmiş varsa / yar
O’na değil
Bizedir
IV. PERDE
duymalısın ey nefsim
Kur’an sana seslendi
cennet ,cehennem / sende
bütün aleme halife sen
duy /duy çağrıyı lütfen
sensin muhatap dendi
maksat sensin
ya sin
Alanya /007
hacı ali bayram
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.